Pek de yetenekli olmayan bir yazarın, çevresinde gelişen olayları baz olarak kaleme aldığı romanını ve bu süreçte meydana gelen ilginç olayları konu olan El Autor, eksikleri olan, ancak buna rağmen stilize duruşuyla izleyicisini büyüsüne ortak eden bir film. İspanyol yapımı olan ve yönetmenliğini Manuel Martín Cuenca’nın üstlendiği film, aynı zamanda Netflix’in son zamanlarda kullanıcılarına sunduğu en dişe dokunur yapımlardan da biri.
Alvaro, noter şirketinde çalışan kendi halinde bir beyaz yakalıdır. Yeni bir roman yayınlayan ve ülkede epey gündem halini alan eşi Amanda‘nın kendisini aldatması üzerine yeni bir eve taşınan Alvaro, hayattaki tek tutkusunu gerçeğe dönüştürmek için bir fırsat yakalamıştır. O, yeni taşındığı binadaki insanları gözlemleyecek, onların hayatlarına müdahil olarak, gerçek kişileri, kitabının karakteri haline getirecektir. Bu dakikadan itibaren, hayal gücü yetersiz olan bir yazarın, kitap yazma sürecini merkezine alan film, deyim yerindeyse izleyicisini tam bir deliliğin ortasına bırakır.
Film ile ilgili ilk göze çarpan husus, hiç kuşku yok ki konusu. Eğer ki, bir kez dahi bile kalem kâğıdı elinize alıp, üretmenin hazzına varmışsanız, yazmanın ne denli büyük bir çılgınlık olduğu gerçeği ile de yüzleşmişsinizdir. Kaldı ki, bu süreci işleyen ve amiyane tabirle yazarların can çekişen evresini odağına alan hikâyeler her daim ilgi çekici olmuştur. El Autor’un özeline döndüğümüzde ise, yıllardır yazarlık kursuna giden ancak bir türlü somut bir adım atamayan Alvaro karşımıza çıkıyor. Onun için kırılma noktası ise, yazdığı kitapla göklere çıkarılan eşi Amanda’nın onu aldatması ve bunun neticesinde evi terk etmesi oluyor. Geriye ise, kalp kırıkları ve biraz da kıskançlıkla beraber, yıllardır gerçeğe dönüştürme hayalini kurduğu tutkusuna sıkı sıkıya sarılmak kalıyor.
Filmi seyre değer kılan en önemli temanın, Alvaro’nun içinde bulunduğu meşakkatli sürecin özgün bir şekilde ele alınması olduğu aşikâr. Ancak arka planda seyreden, kadın-erkek çekişmesi, göçmenlik meselesi ve en önemlisi sıradan bir adamın git gide bir sosyopata dönüşmesi, anlatının cazibesini yükselten değişkenlerin başında geliyor. Üstüne üstlük, başarılı karısı tarafından yüz üstü bırakılmış ve yalnızca kitap yazma hayaline tutunmuş bir adamın yaşadığı karakter değişiminin realist bir şekilde aktarılması da El Autor’un ayakları yere sağlam basan tavrını güçlendiriyor.
Filmin seyre değer kısmını yalnızca hikâyenin başarısına addedersek hata etmiş oluruz. Evet, Alvaro’nun içinde bulunduğu kaotik süreç ve bu zaman diliminde başından geçenler, gizem sosunun her daim yüksek tutulmasına olanak sağlıyor. Ancak yönetmen Manuel Martin Cuenca, bunu yaparken yalnızca hikâyesinin gücüne güvenmekle yetinmiyor ve anlatıyı teknik anlamda da yukarı çekecek hamlelerle seyir zevkini maksimize etmeyi başarıyor. Özellikle deneysel kadrajların, monotonluğa kısmen dur dediğini ve farklı tatlar sunduğunu dile getirmek mümkün. Aynı zamanda karanlık olarak adlandırabileceğimiz böylesi bir hikâyede beyazın sıklıkla kullanımı, hem anlatıya hem de Alvaro’nun yaşadığı dünyaya fazlasıyla ferahlık katıyor. Bu da ekran başına geçenlerin yaratılan evrenle daha rahat bir bağ kurmasına olanak sağlıyor.
İspanyol gerilim sinemasının son yıllardaki yükselişi hepimizin malumu.Keza El Autor’u da bu yükselişteki sınıfın içerisine yerleştirmek pekala mümkün. Basit bir adamın, kitap yazma tutkusunu gerçeğe dönüştürebilmek adına git gide çığırından çıkışını, abartıya mahal vermeden ele alan film, böylelikle muadillerinin gölgesinde kalmayacak düzeyde bir gerilimi de izleyicisine armağan etmeyi başarıyor. Her an, “Şimdi ne olacak?” sorusunun gündemde olduğu, bunu yer yer vuku bulan rahatsız edici sahneler eşliğinde yapan film, bir an olsun geri adım atmadan, izleyicisini nispeten sürprize gebe finaline hazırlamayı da başarıyor. Tabii bunun düşük bir tempoda gerçekleştiğini ve filmin de tam bu noktada irtifa kaybettiğini açık bir şekilde söylemek gerekir.
El Autor’un gücünü hikâyesinden alan ve bu sayede ilgi çeken bir film haline dönüştüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak bu da demek değil ki, karşımızdaki anlatı dört dörtlük bir yapı etrafına kurulu. Aksine film, ses getirmesi muhtemel bir durumdayken, birçok yanlış tercihle, yalnızca meraklısının ilgisini çekebilecek bir yapım haline dönüşmüş durumda. Nedir bunlar? En başta filmin tempo ayarlama konusunca ciddi sorunları olduğu aşikâr. Özellikle gereğinden fazla uzun olan ve kurguda makaslanmayan bir başka deyişle atılmaya kıyılamayan sahneler, El Autor’un dinamizmini yerle yeksan ediyor. Gerilimi yaşatmak ve karakter değişimini ön plana çıkarmak isteyen böylesi bir yapım için, haddinden fazla gereksiz sahne olması, haliyle temponun da minimum düzeyde seyretmesine neden oluyor.
Filmin bir diğer negatif tarafı ise, karakterlerin üzerine fazlasıyla çalışmamış olması. Evet, Alvaro yaşadığı travmanın ardından, yıllardır gerçekleştirebilmek adına çaba sarf ettiği kitap yazma hayaline tutunmayı tercih ediyor. Ancak onun eşiyle, kurstaki eğitmeniyle ve göçmen komşularıyla olan ilişkisi her daim havada kalıyor ve hikâyeye pozitif katkı sağlamaktan ziyade zaman kaybı olmaktan öteye geçemiyor. Bu da oldukça ilgi çekici bir hikâyeye sahip olan Alvaro’nun, içinde bulunduğu sürecin heyecan dozajının stabil bir düzeyde seyretmesine neden oluyor.
El Autor, yazmanın akıl karı olmaktan öte, çılgın bir süreç olduğuna parantez açan ve bunu realist bir gözle ele alan, İspanyol gerilim sinemasının son örneklerinden. Sıradan bir adamın, hayalini gerçekleştirebilmek, kendi deyimiyle “Gerçek bir şeyler” kaleme almak adına ne denli farklı bir insan hüviyetine bürünebileceğinin açık bir göstergesi olan El Autor, yansıttığı karakter değişimi ve üretmenin çılgınlığına getirdiği doğru bakış açısıyla, negatif yanlarına rağmen izlenmeyi ziyadesiyle hak eden bir film. Her ne kadar 2017 yapımı olsa da, Netflix’in geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye sunduğu filmi, yaz döneminde karşımıza çıkan en sıkı işlerden biri olarak da nitelendirmek mümkün.
82ekran için yazan: Polat Öziş