82ekran için yazan: Ahmet Toğaç
Popüler yapımların yakasını kolay kolay bırakmaz olduk. Özellikle bu yapımlar sinemaların kapalı olduğu şu günlerde herkesin bir profil sahibi olduğu Netflix üzerinden yayınlanıyorsa işimiz pek kolay. Hızlı erişim, arkasından hızlı yorumu da getiriyor. Hatta bazen bu süreç o kadar aynı anda gerçekleşiyor ki seyirci izlediği filmi bitir(e)meden Twitter’dan yorumlarını sıralamaya başlıyor. Kendi adıma söyleyecek olursam, fikir bildirmekten en uzak yorumdan, en zihin açıcı yoruma kadar her birine bayılıyorum. Filmlere dair ketum olmanın hiçbir fayda sağlamadığını düşündüğüm için, her yorumun kapladığı alan kadar değerli de olduğunu düşünüyorum. En fenası bile düşünmeye sevk ediyorsa, orada yolunda giden bir şeylerin olduğuna dair inancım kuvvetleniyor.
Bu kadar yorum övgüsünün ardından tahmin edeceğiniz gibi biz de gündemdeki şu kötü şöhretli filmden, Azizler’den bahsediyoruz. Ancak bu yazı bir Azizler eleştirisi olmanın çok dışında yönelimlerde. Biraz Hülya Koçyiğit, bolca Yılmaz Erdoğan ve son olarak da İrem Sak… Ucu bucağı belirsiz bir çerçeve gibi görünüyor. Ancak önerilen bakış açısıyla bakıldığında anlamlı bir ortaklığın filmler arasında kurulma ihtimalini keşfedeceğinizi sanıyorum. Bu üç ismi yan yana koyup, başlıktaki tutulma öncülüyle birlikte okuduğunuzda İrem Sak’ın canlandırdığı Burcu karakterinin döngüye girdiği sahneden söz edileceğinin çıkarımını zaten çoktan yapmışsınızdır. Ancak, Türk Sineması için biri olgun diğer mazide kalmış, bu diğer iki isim ile birlikte bu sahnenin ne gibi bir bağlantısı olabilir?
“Hiç çıkarmayacağım demiştin, e kolye nerede?” yalnızca filmde onlarca defa tekrar eden bir replik değil, sosyal medyadaki paylaşımlardan film kritiklerine kadar yeniden karşımıza çıkar oldu. Hocam Murat Tırpan’ın baktığı şekilde film bu repliği, yeniden ve yeniden seyircinin kendine soracağı bir sorudur.[1] Onun “Kırık Plak Gibi Zaman” başlığıyla bıraktığı yerden teslim alıp, konuyu biraz eskilere götüreceğiz. Çetin Sarıkartal, Hülya Koçyiğit’in oyunculuğu üzerine yaptığı çalışmasında, Koçyiğit’in filmlerde alışılmadık bir aşırılık içinde olduğunu söyler. Bunu oyuncunun “kriz içindeymiş gibi kasılması” ve “gizli güçler tarafından engellenmiş bedeni” gibi yorumlarla açıklar.[2] Bu fikre göre Koçyiğit’in üzerindeki gizli güçler onu kendi bedenine tutsak etmiş görünmektedir. Ancak “tutulma” ile “tutuk hale gelme” sözcükleri/söz öbekleri birbirinden farklı anlamlara da çıkabilir. Eş sesli olarak tutulma hem ünlenmek hem de tutuk halde olmak anlamlarına sahiptir. Halk nezdinde tutulan bir star olan Koçyiğit, aynı anda bu gizli güçlerle tutsak hale gelmiş olabilir mi? İrem Sak’ın repliği kırık plak döngüsü üzerinden düşünüldüğünde, karakterin içinde bulunduğu durum acaba bir paradoks değil de totoloji midir? Yani daha açık olursak, Hülya Koçyiğit star olduğu için mi gizli güçler tarafından tutsaktır yoksa bu tutsaklığa tutunduğu için mi star olabilmiştir? Buna karşı çıkmadığı ve bu baskıyı kucakladığı için halk nezdinde tutulan bir stara dönüşmüş olabilir mi?
Bu ardı arkası kesilmeyen sorular, “kolye nerede?” sorusuna göre, kulağa karmaşık geliyor olabilir. Fakat yine de iki farklı tipteki sorunun aynı işleve sahip olduğunu düşünüyorum: sıkıştırmak. Eğer İrem Sak tarafındaysanız, ki soruları sorduğuma göre ben oradayım, işiniz hayli kolaydır. Cevabı duyana kadar aynı soruyu tekrarlarsınız. Ya da benim yaptığım gibi özne ve nesneleri yer değiştirerek, farklı bir soru kisvesi altında yine aynı soruyu sorarsınız. Israrla aynı soruyu sormak ise muhatabınızı sıkıştıracaktır. İrem Sak ve Hülya Koçyiğit’in tutsak olduğunu söylemiştik. Ancak bu tutsaklığın içine çekilip, onları seyretmeye devam ettikçe biz de seyirci olarak sıkışmaya başlayacağız. Çünkü onlara vereceğimiz herhangi bir cevabımız yoktur. O halde ya onların üzerimize geldiği alanda sıkışmaya devam edeceğiz ya da uzaklaşacağız. Yine de bu uzaklaşma asla kaçışı sağlamayacaktır. Engin Günaydın’ın canlandırdığı Aziz gibi, dönüp dolaşıp o tekrar eden soruyla karşılaşacağızdır. Er ya da geç… Bu durumda söylenmesi gereken şey “ya sıkışmaya devam edeceğiz ya uzaklaşacağız” alternatifleri değildir. Çözüm, ya teslim olmakta ya da soruya tatmin edecek bir cevap bulmaktadır.
Yılmaz Erdoğan’ın bu ikilem için bir çözümü vardır. En meşhur iki filmini hatırlayalım: Vizontele ve Organize İşler.[3] Bu iki filmin birçok sahnesi ve repliği hafızalara yerleşmiş, farklı sosyal ve kültürel alanlarda yeniden üretilmişlerdir. Metin içinde karşılaştırılması yapılacak tutulma replikleri ise Şafak Sezer’in canlandırdığı Veli karakterine aittir. Bunlardan “Baba, akü yok!” ve “Baba, duvarı yıkmışlar!” başlıkları halinde söz edilebilir.[4] Bu iki sahne Yılmaz Erdoğan’ın komedisinin unsurlarından olan kelime oyunlarıyla da açıklanabilir. Ancak bu tekil yorum tek başına yeterli değildir. Yukarıda sözü edilen diğer tutulma tekrarlarıyla birlikte okunduğunda bu repliklerin de paradoks içerdiği fark edilecektir. Veli’ye göre akünün çalışması ile kaputun açılması veya duvarın yıkılmasıyla briketlerin kırılması iki bağımsız eylemin eş zamanlı olarak gerçekleşmesidir. Bu yüzden karakterin sorgusu mantıktan yoksun görünür. McKee komedi filmlerinde bu şekilde tekrarlanan saçmalığa mantıksal safsata adını verir.[5] Dolayısıyla iki sahnede de Cezmi Baskın’ın canlandırdığı baba karakterinin öfkesi hırsızlıktan/yıkımdan çıkarak oğlunun saçmalığa yönelir. Netice ise Veli’nin bir şekilde susturulması/kıstırılmasıdır. Babanın hiyerarşisine karşı gelemeyen Veli yine babanın tokadıyla kendine gelerek döngüden çıkar. Tutulmadan kurtulması için bu şiddetin hiyerarşisine boyun eğlemelidir. Tıpkı Hülya Koçyiğit’in yaptığı gibi, star olarak kalmak isteniyorsa tutulma içselleştirmelidir.
Bu iki örneğin benzerliği baskınlığın kabulüyle ilgilidir. Nilgün Abisel, Yeşilçam’ın şiddet bağlamı olmadan düşünülemeyeceğin önerir. Bunu filmlerin anlatısında şiddeti kaçınılmaz kıldığı şeklinde ifade etmektedir.[6] Yazı içinde herhangi bir Koçyiğit filmi örneklendirilemediği için söz edilen şiddetin ne ve nasıl olduğu şüphesiz bir boşluk yaratmaktadır. Yine de Yeşilçam’ın aşk dolu tokatları veya odanın içinde bir oraya bir buraya savrulan kadın bedenleri akla getirilirse, bu boşluk giderilebilir. Yeşilçam anlatısının unsuru olarak şiddet, Vizontele’de yalnızca bir espri unsuruna dönüşmüştür. Yılmaz Erdoğan’ın birkaç sene sonra yapacağı filmde ise bu mantıksal safsatanın, hiyerarşik olarak bastırılması ise fiziksel şiddet ile değil tehditle gerçekleşir.
En az “Baba, akü yok!” repliği kadar meşhur olan “Araba nerede?”[7] repliğinden söz ediyorum. Organize İşler’in Süpermen’i Tolga Çevik, hırsızlıktan anlamayan saflığı nedeniyle çalıntı arabayı müşteride bırakmış, bir de üzerine arabanın ücretini teslim almamıştır. Diğer örneklerden farklı olarak bu sefer, soru soran/tutulan karakter bir tiranla karşı karşıyadır: Asım Noyan. Asım Noyan çok becerikli bir hırsız olmasının yanında filmin senaristi Yılmaz Erdoğan tarafından canlandırmasıyla, hiyerarşinin katmerli bir üst kademesindedir. Cezmi Baskın’ın bir bakışı veya bir tokadı Şafak Sezer’in sesinin aynı sahnede kısılması için yeterlidir. Ancak Yılmaz Erdoğan’ın öfkesi karakterin sesini tek bir sahnede kısacak denli hafif değildir. Organize İşler’de diyalog bir sonraki sahneye sarkar. Bir dakikayı aşkın süre boyunca Asım Noyan’ın psikolojik şiddetine maruz kalan Süpermen, cevap veremeyecek hale gelir. Asım Noyan’ın tehditlerine karşı dili tutulan Süpermen’in hiyerarşisi de katmerli asta düşer. Bir Süpermen ne kadar eli kolu bağlanabilirse o kadar tutulmuştur. Vizontele’nin ve Organize İşler’in üç sahnesinde de tavır nettir, döngüden çıkmak için şiddetin gücüne başvurulmalıdır.
Bahsi edilen filmlerde şiddetin, önce bir anlatı formu olarak daha sonra da bir anlatı öğesi olarak kullanıldığı ortaya atılmıştır. Bu filmlerdeki tutulmalar ya Yeşilçam’da olduğu gibi örtük olarak bir karaktere yapışır ve film sonunda mutlu evlilikle çözülür ya da Yılmaz Erdoğan’da olduğu gibi parlar ve söner. Buradan sonra artık Yılmaz Erdoğan’ın filmlerine popüler komediler diyelim. Azizler’in tutulması ise bu anlamda yepyeni bir tutulma şeklidir. İster bunu, politik doğruculuğun sosyo-kültürel arka planına yaslanarak, Netflix çağı olarak yorumlayın isterseniz yalnız insanın eylemsizlik krizi diye tarif edin. Her iki koşulda da bu tutulma, fiziksel ve psikolojik alandaki şiddetin ve dolayısıyla hiyerarşinin kültürel alandan geri çekilmesi/bağlantısının kesilmesiyle kompleksleşir. Tutulma film boyu dindirilmez ve yeni sorunsalıyla büyür: Bu güç ilişkisini ortadan kalkınca ne olacaktır? Kolye nerede kadar net bir soruya cevap veremeyen Aziz için çok daha zor bir çıkmaz. Ya da belki gözümüzün önünde duran kolye kadar da barizdir.
Azizler’in dünyası hem fiziksel ikili iletişimden hem de şiddetten arındırılmıştır. Ancak burada şiddetin ilişkiler için bir gereklilik olduğu çıkarımı yapılmamalıdır. Burada arındırılan şiddet sosyal yaşamla değil, filmlerin dünyalarıyla ilgidir. Klasik anlatı sineması sosyal hayatın gerçekliğinden farklı olarak çatışmaların küçük ve net birimlere ayrılarak seyirci için öykünün kolaylıkla takip edilir olmasıyla evrilmiştir. Bu yüzden şiddeti her zaman sosyal hayatın bir dışavurumu olarak görmek de hatalı çıkarımlara yol açabilir. Bu yüzden Azizler’in tutulmasında kullanılamayan şiddet [8] hem toplumsal yenilenmeye dair bir işaret verebilir hem de tutulmayı oluşturan çaresizliğin nedenidir. Bir bakıma çatışmasız bir popüler sinema örneği kurma girişimin bir krizi olarak da okunabilir. Kendini çağın dinamikleriyle güncelleyen ya da bunun için çabalayan bir film gibidir Azizler. Ancak Netflix’in popüler dünyasın beklentileriyle kendi bireysel bunalımlarının arasına sıkışmıştır. Filmin İngilizce adı olan Stuck Apart, bir bakıma filmin öyküsünün adı değil, filmin varoluşsal problemini ağzından kaçırmasıdır.
Dilinden anlamadığımız nesnelerle iletişim kurmak için ülkemizde oldukça yaygın bir davranış vardır: bir iki tane patlatmak. Açılmayan televizyonu şöyle bir sarsmak ya da tepesine hafifçe patlatmak her şeyi yoluna koyduğu kabul edilir. Etkisi güya deneyimle sabittir. Deneyip de yanılan yoktur. Ancak bu denemelerin kime ait olduğunu sormak lazım? Bir tiran olan Asım Noyan’a mı, Lale Sineması işletmecisi Cezmi Baskın’a mı yoksa yekpare olarak gördüğümüz Yeşilçam’a mı? Geçmişten günümüze sinemamızdan verdiğimiz bu örneklerin tekrar eden tutulma sendromlarını bir arada incelemeye çalışmak, belki spekülasyon yaratmaktan başka bir şey değildir? Ancak bu sendromun ya da spekülasyonun yarattığı tutulmayı çözmek istiyorsak, önce tekrarların izini nasıl sürmemiz gerektiğini öğrenmeliyiz. Kırık bir plak gibi aynı soruyu yeniden ve yeniden kendimize sormak yerine, yukarıda yapıldığı şekliye soruyu yeniden ama farklı sözdizimleriyle sormalıyız. Fakat popüler sinemanın seyircisine en büyük yalanı olan öykünün sonlandığına inanırsak, gerçek tutulmaların arkasından gelecek yeni krizleri asla çözemeyiz. Buradan sonra Azizler yine iki alternatif çıkarıyor önümüze. Camın arkasına doluşan çağın şiddetine karşı mı çıkacağız yoksa boyun mu eğeceğiz?
[stextbox id=’info’ bwidth=’#f2bb68′ ccolor=’f2bb68′ bcolor=’f2bb68′ bgcolor=’f2bb68′ cbgcolor=’f2bb68′ bgcolorto=’f2bb68′ cbgcolorto=’f2bb68′]
[1] Tırpan, Murat. (13 Ocak 2021). Azizler Zaten Yalnız. Birgün. https://www.birgun.net/haber/azizler-zaten-yalniz-330198 [Erişim Tarihi: 14 Ocak 2021]
[2] Sarıkartal, Ç. (2002). Kasılan Beden, Kısılan Ses: Melodram, Star Sistemi ve Hülya Koçyiğit’in Ataerkil Düzene ‘Haddini Aşan’ Cevabı. Toplum ve Bilim: İstanbul, 80-81. Sarıkartal’ın makalesi belki önermesinden daha fazla tartışma malzemesini beraberinde sürükler ancak yine de bu metnin cirmi bu tartışmaları kaldıramayacak kadar cılızdır. O yüzden şimdilik önermeye sıkı sıkı sarılmak uygundur
[3] Meşhurluk tabi ki de keyfi bir seçim değildir, gişe verilerine bakılırsa Erdoğan’ın yönetmenliği yaptığı filmler arasında gişede en başarılı olan dört filmin ikisi bu sözü edilen iki filmdir. Diğer iki film ise bunların devam filmleri olan Organize İşler Sazan Sarmalı ve Vizontele Tuuba filmleridir. Ancak unutmamak gerekir ki 2019’da vizyona 1.400 salonda gösterime giren Organize İşler Sazan Sarmalı’nın gişesinin 2001 yılında 95 salonda üç buçuk milyona yakın hasılat yapan Vizontele’den yüksek olması matematiği yanlış yorumlamak olacaktır.
[4] İlk replikte Veli’nin monologunun tamamı: “Baba akü yok! repliği. Kaputu açmışlar bir de aküyü çalmışlar, kaputu açtınız bari aküyü çalmayın, aküyü çalmamışlar olsalar..”; ikincisi: “Baba, duvarı yıkmışlar bir de pirketleri (briket) kırmışlar. Duvarı yıktınız bari pirketleri kırmayın. Pirketleri kırmamış olsalar insan aynı pirketle duvarı yeniden yapar.”
[5] Mcke, Robert. (18 Kasım 2016) Genre Semineri – Komedi Günü. 4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali. İstanbul, 8.
[6] Abisel, N. (2002). Türk Sineması Üzerine Yazılar. Phoenix Yayınları: İstanbul, 320.
[7] Repliğin tamamı, “Araba nerede… Müşteride… Para nerede?… Yarın verecekler.” döngüsünün tekrarlanmasından oluşur.
[8] Azizler’in şiddeti nasıl temsil edildiği başlı başına bir araştırmaya yetecek kadar malzeme içerir. Karakterlerin bilerek ya da bilmeyerek kendilerine uyguladığı şiddet, bunun rasyonel ve irrasyonel biçimleri, denyo Caner ile şeytan çocuk şiddeti, aile içi şiddet, siber sömürü ya da şiddetin dijital ortamdaki yüzleri vd.
[/stextbox]