Çizgiroman dünyası hiç hız kesmeden beyaz perde ve siyah ekrana taşınıyor. Genellikle de eğer bir şey popüler olduysa hep o çizgiden gidilmeye çalışılıyor. Marvel’in filmlerindeki üslup tuttuğu için DC’nin filmlerinde Marvel taktikleri uygulaması buna en büyük örnek olarak gösterilebilir. İkinci örnek ise Marvel’in en çok sevilen kahramanlarını daha da çok göze sokmaya çalışması olabilir. Ama bu durum onlara özgü değil tabii. Hollywood’un adeta bu popüler çizgi sayesinde sektörde bulunması su götürmez bir gerçek. Ama Hollywood’un ellerinde patlamak üzere olduğu daha da büyük bir gerçek. İnternetin dizi ve film sektörüne el atması tüm bu çizgiyi kaydırmış durumda denilebilir. Bir tek bizim ülkemizde politika, medyaya, sinema ve TV’ye burnunu sokuyormuş gibi görünse de, bilindiği üzere durum hiç de öyle değil. İzlediğimiz tüm süper kahraman uyarlamalarındaki ağır Amerikancı tavrı sezmemiş olan yoktur eminim. Ama internet sayesinde daha özgürlükçü bir tavırla uyarlanan bu yapımlar artık kendi sektörlerine, siyasete ve politikaya rahatlıkla eleştiri getirebiliyorlar. Marvel-Netflix ortaklığının öncesinde sinemada da bu yapıldı sayılır aslında. Captain America: Winter Soldier filmde o ayrımı fark etmeye başladık. Iron Man cumhuriyetçiliği ve vatanseverliğiyle en sevilen kahraman konumundayken, hiç beklemediğimiz bir anda Captain America demokrata dönüşmüştü. Bu farkındalık bizlere Iron Man’in eleştirisiz vatanseverliğinin sempatikleştirilerek yumuşatıldığını göstermişti. Tıpkı bağımsız olmayan Amerikan yapımı her film ve dizi gibi… Ne yani tüm kötü olaylar Amerika’da oluyor ve dünyanın geri kalanı rahatlık içinde mi yaşıyordu? Yoksa çoktan yok mu olmuştu ya da süper kahramanlarımız dünyanın geri kalanını umursamıyor muydu? Arada bir Orta Doğu halkının yarı terörist yarı masum halini görebiliyoruz, hepsi bu.
İnternet dizileri ortaya çıkmaya başladığı zaman, bahsettiğimiz çerçevenin yönü yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Daredevil ile süper kahraman evreninin iç karartıcı yönünü görmeye başladık. Amerika’nın o kadar da adil bir ülke olmadığını ve adaletin yerini ya adaletsizlik ya da vicdanlı ve güçlü birileri almak zorundaydı. Matt Murdock bir avukat olarak başarılıdır, ama tek başına tüm dünyayı karşısına alabilecek kadar değil. O zaman avukatların, mahkemelerin, polislerin, yargıçların işe yaramadığı yerlere nasıl adalet götürecektir? Daredevil o karanlık dünyayı karşısına almak için biçilmiş bir kaftandır adeta. Ama Frank Castle işin içine dahil olduğunda işler değişmeye mahkumdur. Bir anda Daredevil ikinci plana düşerken, Punisher öne çıkacaktır. Çünkü Daredevil’ın inandığı adalet ve ilahi adalet kavramlarına Punisher inanmamaktadır. Önce devleti için yapmak istemese de kirli işler yapmak zorunda bırakılan, bir tetikçiye dönüştürülen ve tüm bunların vatanseverlik olduğuna inandırılan Punisher, en büyük kazığı devletinden yemiştir. Daredevil’ın hayatı illegal olaylar yüzünden mahvolurken, Punisher’ın hayatı legal olaylardan mahvolmuştur. Devlet için çalışan insanların sadece birer silahtan ibaret olduğunu en acı şekliyle öğrenmiştir. Bu durumda The Punisher’ı ne durdurabilir; ne onun yeniden insanlara güvenmesini sağlayabilir? Punisher, cumhuriyetçi olmaktan daha da fazla demokrat olmaya uzak bir konumdadır. Herkesten nefret etmemesi için bir nedeni yoktur. Her gün rüyasında gördükleriyle ailesinin ölümünü tekrar yaşamaktadır; öfkesi dinmek yerine katlanmaktadır.
The Punisher dizisinin çekilme kararı ne zaman verildi bilemiyorum, ama Daredevil’daki başarısından sonra kesinlikle bir dizisi olmalıydı ve oldu da. Artık yalnızca üst katmanını bildiğimiz Frank Castle’ın hikayesinin en dibindeki zehirli alana doğru yola çıkarız. Öğreniriz ki Frank’in tek yüzü yoktur. Yaşadıklarından dolayı akıl hastası olarak rapor verilen bir adamın o hale gelmesinin nedeni yalnızca ailesinin katledilmesi değildir. Onun da bir nedeni vardır, ondan önceki olayların da bambaşka nedenleri vardır. Ama hikaye uzamaz, sünmez; belirli bir noktadan sonra geçmişiyle ilgili sona yaklaştığımızı hissederiz. O son, izleyiciyi rahatlatması gerekirken tam tersi olarak daha büyük bir boşluğa düşürür.
Diğer izleyicileri bilemiyorum, ama benim için bu dizinin ayrı bir yeri oluşmaya başladı bile. Marvel evrenindeki tüm karakterlerden farklı bir yapıya sahiptir, daha karanlık, daha acılı, daha kanlı ve öfkelidir The Punisher. Bunların hepsinin altı doludur, hiç boş kalmaz. İlk defa, adam akıllı bir şekilde Amerikancılık eleştirisi yapılır. Önemli olanın söylendiği gibi “Bireysel özgürlükler ve birey” olmadığı, devlet çıkarı olduğunu alttan alta sızdırır. Dizinin kaliteli olmasını sağlayan bir diğer faktör de tabii Jon Bernthal ve bu rol için biçilmiş kaftan olmasıdır. Politik nedenler, eğlence sektörünün durumu, izleyicinin bu sömürüye her ne kadar para kazandırsa da sektörden sıkılmaya başlaması gibi tüm faktörleri toplayınca, izleyicinin psikolojik ihtiyaçlarının The Punisher ve Daredevil gibi dizilerle karşılanabileceği sonucu ortaya çıkıyor. Ama Disney’in artık Netflix’te dizilerini yayınlatmayıp kendi platformunu kuracağı gerçeği ile birlikte biraz hayaller suya düşmeye başlıyor. Disney bu kaliteyi devam ettirmeyi kabul edecek mi, yoksa yeniden sömürücü tavra geri mi döneceğiz; ilerleyen zamanlarda görebileceğiz.
82ekran için yazan: Özlem Yenilmez