82ekran için yazan: Ahmet Toğaç
“Hayatın gölgede bırakamayacağı bir kitsch icat edilemez.”
Kracauer – Kitle Süsü (Çev: Orhan Kılıç)
18. !f Bağımsız Filmler Festivali, özellikle ABD’nin önemli film festivallerinde boy gösteren, Daniel Scheinert’in son sinema filmi The Death of Dick Long’u Türkiye seyircisiyle buluşturdu. 2017’de Türkiye’de Çakı Gibi çevirisiyle vizyona giren Swiss Army Man’in yönetmeninden izlediğimiz bu film yine bir trajikomediyi beyaz perdeye taşıyor.
“Sinema sinemaya bakıyor.” jeneriğinden aldığı referansla birlikte film klişe bir öyküyü, ciddi durumlar içinde yarattığı uyumsuzluklarla gerçeğin kitschliğine yaklaştırıyor. Başta Kracauer’den yapılan alıntı kitsch’i, sinemanın toplumu yansıtması bağlamında kullanılmışken, bu kritik içinde kitsch film içinde gerçekliğin yeniden yaratılmasında dramaturjinin beslendiği kaynak olarak kullanılacaktır. Talihsizliklerle kümülatif büyüyen ve gerçeğin hesaplanamayan akışı içindeki uyumsuzlukları tanımlıyor olacak kitsch. Kracauer’e mealen, hiçbir şey gerçekten daha kitsch olamayacaksa sinemadaki gerçekçi durumların yaratımı da Hollywood sinemasındaki tüm karizmatik anların baş aşağı edildiği bir yöntemle sunulmalıdır. Bu bağımsız Amerikan filminin kültü Hollywood ise onda var olanı kitschleştirmek de gerçeğe yaklaşmak anlamına gelmektedir film için.
Öncelikle filmin sinemaya baktığı referansları deşifre edecek olursak yalnızca Hollywood’a ait eserlerin değil, Amerikan’ın bağımsız yönetmenlerinin de birçok filmini görmüş oluruz. Pulp Fiction ve Fargo bunların başında geliyor. Film, Hollywood’un karizmatik ikonolojisini yıkan “beceriksiz suçlular” başlığı altında tanımlayabileceğimiz yeni kültü yıkmaya çalışmak yerine bir yandan ona öykünüyor bir yandan da onun yöntemlerini afişe ediyor. Eski kültü yıkan yeni kültün yöntemlerini deşifre ederek post-moderne de yapıbozumcu olarak yaklaşmış oluyor. Post-modernin ötesine gitmeye çalışarak deşifre ettiği durumları da kitschleştiriyor. Verilen iki film örneği üzerinden girmek gerekirse Pulp Fiction referansında karakterler bu filmi söylemlerinde doğrudan dile getirerek öncelikli olarak yabancılaştırıcı bir etki yaratıyor. Karizmatik suç ortaklıklarının yerine arabanın döşemesine bulaşan kanın da “gerçek bir sorun” olabileceği gerçek hayatın anlatısı olan Pulp Fiction’un da yöntemlerinin yetersiz kaldığı gösteriyor. Çünkü sıradan iki Amerikalının döşemeye bulaşan kanı iki bulaşık süngeriyle çıkarmaya çalışmaları akıl dışı bir eylemden sonuç beklemektir. Ancak bu irrasyonel yaklaşım gerçeğin öngörülemeyen yapısıyla ve şok sonrası sarsıntılı zihnin davranışıyla uyum halindedir. Buna uyumsuzlukların uyumu diyebiliriz.
Film olağan uyumsuzlukları kitsch durumlara sokarken hiçbir inandırıcılık sorununu da beraberinde getirmiyor. Hollywood gangsteri olmayan ve alt orta sınıfa mensup olan iki karakter zaten o kiri ancak bir bulaşık süngeriyle çıkarmaya çalışacaktır. Film suçtan kurtulmanın ne Hollywood’un yarattığı kültteki kadar sıradan ne de o kültü yıkan Pulp Fiction’da olduğu kadar absürt ama yine de gösterişli olup olmadığıyla ilgilenmiyor. Neticede Norman Bates’in arabası da gölden çıkarılır, Vincent Vega da vurulur. Bu film yöntemin sunumuyla ilgilenir. Beceriksizliğin veya uyumsuzluğun, karizmatik ama yapay olanı yıkmasının ötesinde, ancak kitsch olanın gerçeğin en yakın temsili olabileceğini söylemektedir. Ki The Death of Dick Long’un finali karakterlerin uğraşlarının aslında bir hiç uğruna yapmış oldukları gerçeğiyle sonlanırken bir bakıma kitsch olanı da abartıp, suçun dahi işlenemeyeceği bir dünya kurar. Abartılan kitsch’in daha da güçleneceği düşünüldüğünde film kendi bağlamına daha sıkıya bağlanmış bir biçimde kapanmış olur.
Pulp Fiction örneği üzerinden yöntemin kitsch sunumunu başka tekil referans örneklerinden Psycho ve Fargo ile genişletebiliriz. Psycho kronolojik olarak diğer referanslardan daha eski olsa da sinemanın modern dönemi içinde değerlendirilecek örnekleri arasında olmasından ötürü ikonoklastik motivasyon içerikli olduğunu söyleyebiliriz. Norman Bates’in sahte tatminlerini ve güvenli alanlarını bir an olsun karakterlerine hissettirmeyen The Death of Dick Long, uyumsuzun güldürüsü yanında karakterlerini içine soktuğu tekinsiz anlarıyla gerilimler de yaratmaktadır. Bir çocuğun babasını, suçtan habersiz polislerin yanında ele vermesi gibi Hitchcock vari bir gerilim yaratan film aynı anda bir çocuğun bile kandırılamadığı blöflerin bir bir ortaya çıkışıyla komedisini üretmektedir. Bu nedenle film için yapılabilecek en öz yorumlardan biri de talihsiz bir kazanın felakete sürüklediği hayatların trajikomedisi oluyor. Karizmatik polis karakterinin aksine beklenmedik bir kadını ortaya çıkaran Fargo gibi bu filmde Marge Gunderson’u ikiye katlar ve alışıldığın dışında iki kadın polis ortaya koyar. Amirin vurdumduymazlığı ve yardımcısının amatörlüğünü birleştirerek daha başarısızı karakterlerle polisleri iki katı kadar kitschleştirir. Sarhoş amirinin karşısında gece kiş yemenin planını yapan bir amatörün abartısı yine uçlara taşınan davranış modellerinin otorite karakterlerinin dahi sosyal rollerinden yoksun olduğunu gösterir. Yazının kitsch bağlamında değerlendirildiğinde polislerin kaderi de oldukça trajiktir.
Tekrardan iki ana karaktere dönecek olursak, yüz kızartıcı bir alışkanlığın ortaya çıkardığı kazayla arkadaşını kaybeden bu iki adamın karmaşası birbiri ardına gelen yanlış seçimlerle daha da körükleniyor. Yukarıda sözü edilen yöntemin sunumdaki kitsch de bu eylemlerin öğrenilmiş oldukları kaynaklarla uyumsuzluğundan ortaya çıkıyor. Kanlı döşemeye oturmaması gereken bir çocuğun babasının jestine karşılık yanlış zamanda trafik kurallarına uyarak arka koltuğa oturmasından başlayın da kana bulanmış kıyafetleri tutuşturmaya çalışırken bir yandan esen rüzgar bir yandan yağan yağmur bir yandan yere düşen kibritlerle çileden çıkan adamın ani reaksiyonu arkasına gelen pişmanlığı planların düzensizliğini sürekli olarak biraz daha sınırı zorlayan düzeye getirmektedir. Bu anların yoğunluğuyla filmin yalnızca ikonoklastik diye tabir edilen filmler dışında suç janrının kodlarını da baş aşağı ediyor. Bu iki kanadı aynı anda yapıbozuma uğratıyor olması da daha önceden söz edilen post-modernin ötesine geçerek tüm bir yapıyı kitschleştirme çabasını yoğunlaştırıyor.
Sinemanın sömürdüğü klişede artık hissedemez olduğumuz trajedi bu denli uçlara taşındığı ve komediyle bulanarak beklenmeyeni ortaya koyduğundan film üzerinde yıkımın değerini taşıyor. Kitsch’i değerli kılarak yine yapıbozumcu bir şekilde bağıntısız ve bağlantısızlığı yöntem olarak belirlemiş oluyor. Bu yolunu kaybetmiş bağıntısızlık içerisinde film, yöntemi vasıtasıyla seyirci algısını kadime döndürerek hikayenin temeline dair bir soruyu akıllara getirebilir. Gerçek bu denli yansıtılamaz kuvvetteki kitschleri içeriyorsa, her kitsch de bu film için gerçeğin yaratımına bizi bir adım daha yaklaştırıyorsa binlerce yıldır gerçeğin içinde yaşayan ve anlam dünyamızı oluşturan trajediler de bir kitsch midir ya da kitsch olan mı trajiktir? Filmi çözümlerken aşırı bir yöntem ele alınmış da olsa bağlam bakımından aslında bu cevaplanması gereken bir soru değil. Karakterlerin finalde vardığı uğraşın hiçliği, bu karmaşaya dair bir şeyleri dolaylı olarak ima ediyor. Ne yıkılan ne de tam olarak yaratılabilen olduğu için tanımlayamasak da gördüğümüz an tanıdığımız kitsch’in[1] varlığı trajiktir.
[1] Scruton,R. (2015, 03 Ocak). Kitsch’in Dayanılmaz Çekiciliği (Çev: Ayşe Boren). E-skop. https://www.e-skop.com/skopbulten/kitschin-dayanilmaz-cekiciligi/2273 [Erişim: 16.09.2016]