82ekran için yazan: Deniz Ali Tatar
Kimi zaman yaşamak istemediklerimizden kaçtığımız ve unutmak istediklerimizi arkamızda bıraktığımız; ama kimi zamansa istediğimize kavuşmaya heyecanlandığımız, yeni başlangıçlara ‘merhaba’ diyeceğimiz bir huzur yolculuğudur tren… Bazı şeyler geride kalır, bazı şeyler ise yeniden başlar… Trenin sinemada yarattığı dinginlik ise, paha biçilemez bir zevktir. Aşk, macera ve merak ise bu zevkin olmazsa olmaz yolcularıdır.
Netflix’in ülkemizde gerçekleştirdiği dizilerin ardından, bir yerli filmi de uzun süredir bekliyorduk. Netflix Türkiye’nin yakın zamanda gerçekleştirdiği lansmanda duyurulan ve haberdar olduğum zamandan bu yana heyecanla beklediğim Yarına Tek Bilet, yönetmeniyle de oyuncularıyla da ayrıca bir merak uyandırıyor. İsveç yapımı Hur man stoppar ett bröllop / How to Stop a Wedding (2014) adlı bağımsız filmden uyarlanan Yarına Tek Bilet’te; Ankara’dan İzmir’e çıktıkları bir tren yolcuğunda birbirleriyle ‘tesadüfi’ bir şekilde tanışan Ali ve Leyla’nın, yolculuk sırasında kendilerini açmalarını, kendileriyle yüzleşmelerini, duygularını izlerken, bir yandan da aralarında oluşan elektriklenmenin yolculuğuna da çıkıyoruz. Hur man stoppar ett bröllop / How to Stop a Wedding’i (2014) izleyebilecek herhangi bir kaynak bulamadım, sadece fragmanını izleyebildim. O yüzden orijinalinden ne kadar uyarlandığı, ne kadarının yakın olduğu konusunda çok fazla bilgim yok. Ancak filmin bağımız bir festival filmi olduğunu gördüm ve nitelikli çalışmaların ülkemizde de farklı bir bakış açısıyla karşımıza çıkışı da oldukça sevindirici.
Trenin var olduğu yani daha güzel bir tanımla ‘içinden tren geçen’ filmlere karşı ayrı bir sempatimin olduğunu kabul etmeden geçemem.2017 yılının en iyi yerli filmi olduğunu düşündüğüm İşe Yarar Bir Şey, yerli filmler içerisinde ‘en iyi tren filmi’ olduğunu kanıtlar şekilde bir yapımdı. Yarına Tek Bilet için de; iki oyuncunun ön planda olduğu, bolca konunun konuşulduğu ‘gevezelik’ ve üstüne tren fonunda geçen bir yolculuk filmi, tabii ki de zevkli olacaktı. Filmin hikâyesi oldukça ilgi çekici; senaryosu bolca merak, şaşırtıcı tesadüfler ve ihanete uğramış aşklarla dolu. Hikâyenin genel çatısı iyi kurulmuş olsa da, senaryodaki bazı boşluklar mantık hatası oluşturmuş durumda. Özellikle keyifli bir sahne olan taksi sahnesinde anlatılan hikâyedeki o ufak boşluk, genele yayılınca sorun durumuna gelmiş. Ancak taksicinin amcaoğlunun kız kaçırma hikâyesine kahramanlarımızın da merakla dalışını sevdiğimi de belirtmeden geçemem. Biraz bizden yani geleneksel bir hikâye tadı almak güzeldi. Bir de hap ilacın adına ‘Hüseyin’ adının konulması da güldüren bir unsurdu. Filmde trenin çıkış noktası Ankara olarak söylense de, Ankara hissini pek alamıyoruz. Ben naçizane, çıkış noktası olan Ankara’dan da biraz esintiler görmek isterdim filmde. Varış noktası İzmir ile ilgili bir sorun yok, gar ve Kordon’u görmek bolca yetiyor izleyene.
Filmin yönetmeni, daha önce Silsile’de (2014) mekân kullanımına, oyuncu yönetimine ve yönetmen gözüne hayran olduğum; Annemin Yarası (2016) filminde dramatik bir hikâyeye gönül açtırıp yönetmenliğine artılar koyan ve Aile Arasında (2017) filmiyle de komedi filmi çekebileceğini de kanıtlayan Ozan Açıktan. Açıktan’ın her zaman çok iyi bir yönetmenlik gözü olduğunu düşünüyorum. Belki tekli kadrajlardaki ‘zoom’ efektinin fazla kullanımı olmayabilirdi, ama hareketli kamera kullanımlarının başarısını, kadrajların sinematik yapıya uygunluğunu ve oyuncularla kurduğu dili anlayabilmek mümkün. Metin Akdülger ile ‘Atiye’ dizisinde de çalışan Açıktan’ın Akdülger ile kurmuş olduğu kuvvetli bağı, oyuncunun performansından da anlayabiliyoruz.
Medcezir, Şahsiyet ve Atiye dizilerindeki üstün performanslarıyla aklımızda güzel bir yerde kalan ve Bensiz (2014) ile Kırık Kalpler Bankası (2017) filmlerinde de keyifle izlediğim Metin Akdülger, yeniden oldukça başarılı bir performansla izleyicinin karşısında. İlk başta ürkek ve çekingen davranışlarıyla tanımlayamadığımız Ali’nin, bir süre sonra merakından kuduran ve asi adama dönüşümünü yani o yolda kendi içinde de dönüşümler yaşamasını, Akdülger’in performansında nefes ala ala hissediyoruz. Daha çok dizilerde izlediğimiz Dilan Çiçek Deniz ise; ilk film başrolüyle izleyici karşısında. Gizemli ve her an ne duygusunu göreceğimiz belli olmayan Leyla karakteri, her oyuncunun ağzını sulandırabilecek adar güzel bir rol aslında. Dilan Çiçek Deniz de kendini git gide geliştirmeye başlayan bir oyuncu olduğunu gösteriyor filmde, ancak daha da iyi olabilmesi için biraz daha yolu olduğunu söyleyebilmek mümkün. Özellikle öfke boşalması sahnelerine dikkatleri çekmek gerekli. Trenin bir çayırda durduğu ve çayırdayken Ali’nin Leyla’yı kayda aldığı sahne filmde bir doruk noktası bir bakıma. Her iki oyuncunu o sahnedeki performansı da, hikâyenin sürüklendiği yerin ‘kırılma noktası’ bir bakıma gösteren bir durum. Aslında Akdülger ve Deniz, görsel anlamda bir ikili olarak güzel bir uyum yakalamış yan yana. Ve performans olarak sahnelerde de birbirlerinin üstüne de çıkabilmişler. Bu iyi midir kötü müdür ya da yönetmen tercihi midir bilemem. Ama bazı sahnelerde diğer oyuncuyu daha öne çıkarmış.
Filmin dokusuna uygun, bolca göndermeli müzik kullanımı da ayrı bir hayranlık unsuru. Yer yer basite kaçılmış diyalogların ufak sıkıntısında, müzik imdada koşmuş. Don Cavalli’den “Me and My Baby” ile daha başlamadan bizi bir yolcuğa hazırlayan filmde, Nil Karaibrahimgil’den Büyük Ev Abluka’ya, Athena’dan Sena Şener’e, Sophie Hunger’dan Jabbar’a kadar farklı akımlara bir rapsodi yaşıyorsunuz. Ali ve Leyla’nın birbirlerine müzikle gönderme yaptıkları Ümit Besen’den ‘Nikah Masası’ ile başlayan sahnenin, Ercan Saatçi’den ‘Sayenizde’ ile güzel bir evrimle yaşamasına şahit olmak zevkliydi. Tabi bir yandan karakterlerin raydan çıkıp biraz da keyfi ‘delirmeleri’ de Yasemin Mori’den “Karambol” ile oluşu da ayrı bir tatlılık katmış…
Yarına Tek Bilet sinemalarda da olmayı hak eder konumda bence. Tabii ki ufak tefek mantık hatalarının olmadığı ve kaliteli ama yer yer havada kalma hissini hissetmeyeceğimiz bir senaryoyla, durduğu yerden çok daha üst bir seviyede olabilirdi. Ama bence Netflix’in ilk yerli filmi olarak güzel bir başlangıç olduğunu kabul etmek gerek. Umarım yakın zamanda daha üstüne gelebilecek yerli filmlerle buluşacağız Netflix’te. Ayrıca Yarına Tek Bilet vesilesiyle, bir kez daha “Sinemada tren hep var olsun!” diyebilmenin mutluluğu da var. Aşkla trenin kıvamını yakalayabilen senaryolar, daha çok yazılsın!