82ekran için yazan: Furkan Erkan
Dünyada, film izlemek sizin için zevkli hobilerden biriyse, bu deneyimden daha zevkli olan şey, bazen bir filmle bağlantılı bir belgesel ya da diziyi izlemektir. Çünkü zaten öncesinde izlenmiş bir içeriği başka yerlerden devam ettiren ya da onların arka planlarına dair bilgiler içeren yapımları izlemek daha bir mest eder. Örneğin Karate Kid’in sıkı takipçilerinin, Youtube dizisi Cobra-Kai’yi izlerken alacağı zevki buna benzetebiliriz. Hal böyleyken son zamanlarda Netflix’te seyir zevki yüksek, sinemayla ilşkili birçok belgesel serisi mevcut. Ancak bunların çoğu ana sayfada yer almadığından, onları bulmak için biraz uğraşmak gerekiyor. Ben de bu konuda kayda değer bulduğum 6 yapımı sizler için gömülü yerlerinden çıkardım ve listeledim.
The Movies that Made Us, yine bir Netflix yapımı olan The Toys that Made Us’ın aynı yaratıcı ekibinden çıkmış bir belgesel serisi. İlk sezonu 4 bölüm halinde yayınlandı ve bu 4 bölüme konu olan her bir film, 80 ve 90’lara damga vurmuş ve oldukça ikonik yapımlar. Peki bizi biz yapan filmler neden bu dönemden? İşte bu belgesel serisi onun cevabını veriyor. Tabii ayrıca o son sahnede binadan düşerken ‘’Alan Rickman’ın yaşadığı korku gerçek miydi?’’, ‘’Home Alone neden bu kadar özel bir Noel filmi?’’, ‘’Dirty Dancing’in senaryosunu çöpten alıp kurtaran neydi?’’, ‘’Dan Aykroyd olmasaydı Ghostbusters ortaya çıkar mıydı?’’ gibi ilginç bilgilerin de yanıtını alıyoruz. Akıllara zarar prodüksiyon süreçlerini ve bizdeki önemlerini yansıtmasının yanı sıra The Movies That Made Us, bu filmleri ortaya çıkaran ve biraz underrated kalmış Harold Ramis, John Hughes, Ivan Reitman, John McTiernan gibi yönetmenlerin de teknik ve sinematik dehasının hakkını teslim ediyor.
Özellikle Guguk Kuşu ve Amadeus’u ile tanıdığımız, yakın zamanda kaybettiğimiz başarılı yönetmen Milos Forman’ın Man on the Moon filminin kamera arkası sürecine ve bilhassa kulisteki yaşananlara odaklanan Jim ve Andy belgeseli, filmin başrolü Jim Carrey’nin hayata, kariyerine dair bakışı ve komedyen Andy Kaufman’la kurduğu özdeşimini anlatıyor. Belgeselde Carrey’nin düşüncelerini kendi ağzından bir röportaj havasında dinlerken diğer yandan, çekim sürecinde de Andy Kaufman’ı oynamayıp bizzat o olup, kelimenin tam anlamıyla sette dehşet saçtığına, yer yer belgeseli, mockumentary (sahte belgesel) havasına soktuğu anlara da şahit oluyoruz. Üstelik bu görüntüler zamanında yasaklanmış. Ama artık elinizin altında. Yani özetle, hem hüzünlü hem eğlenceli hem de Jim Carrey’nin ne kadar sıradışı bir aktör olduğunu görebileceğiniz bir belgesel Jim ve Andy. Tabii bir de Milos Forman’ın ne kadar titiz ve sabırlı bir yönetmen olduğunu…
Yaklaşık 2 saatlik bu Netflix belgeseli, adından anlaşılacağı üzere dövüş sanatları ve onu meşhur eden filmler üzerine. Çeşitli stunt sanatçıları, kuratörler, dublörler, oyuncular, ses teknisyenleri hatta Youtuberlar, Shaw Brothers’ın Hong Kong sinemasında yarattığı sansasyonel etkiden Bruce Lee’nin sinemadaki yükselişine hatta oradan da bu ‘’vurdulu kırdılı’’ sanatın Amerika (Matrix), Endonezya (The Raid), Uganda (Wakaliwood) gibi ülkelere olan sıçramalarını anlatıyor. Röportajlar, filmlerden kesitler, çılgın efektler, kopan uzuvlar ve fışkıran kanların eşlik ettiği Iron Fists and Kung Fu Kicks, özellikle çocukken mahalledeki tüm arkadaşlarını tekme manyağı yapmış, kaplan vuruşunu hayatından hiç eksik etmemiş ya da bacağını kafasına kadar açabilmiş o efsane nesilden yetişenlere ilaç gibi gelecek.
Tüm dünyada ‘’master of suspense’’ olarak tanınan ve gerilim türünün usta yönetmeni kabul edilen Alfred Hitchcock’un belki de kendisinden daha meşhur Psycho filminin nasıl çekildiğini merak ettiniz mi? Peki ya filmdeki o defalarca göndermesi yapılan ikonik duş sahnesinin nasıl kurgulanıp çekildiğini biliyor muydunuz? İşte 78/52, size bunun cevabını veriyor. Hem de tek bir sahne için 90 dakika gibi bir süreyi ayırarak. Yani toplamda 78 çekim, 52 kesmeyle, ortaya çıkan bir başyapıtın hafızalara kazınmış 2 dakikalık bir sahnesi için. Sinema camiasının tanıdık simalarından Guillermo Del Toro, Eli Roth, Walter Murch (kurgu), Peter Bogdanovich gibi isimler, bu sahnenin hem kendi hem de filmleri üzerindeki etkilerini anlatmalarının yanı sıra aynı zamanda da bir ülkenin, dönemine göre sosyo-ekonomik tarafının sadece tek bir sahneyle nasıl şekillendiğine de tanık oluyoruz. Ayrıca Alfred Hitchcock’un kavun ve et parçasından doğal ses efekti oluşturacak kadar ince dehasını da bu belgeselde belki de ilk kez deneyimliyoruz. Hitchcock’u ve sinemayı seviyorsanız kesinlikle kaçırmamanız gerekiyor bu belgeseli.
1985 Romanya’sındayız. Nikolay Çavuşesku’nun komunist rejiminin 20. yılı. Ülkenin birçok alanında özellikle medyada yoğun bir baskı ve sansür mekanizması işliyor. Televizyonda gösterilen tüm programlar ya propaganda içerikli ya da bir kurul tarafından güzelce kesilip biçilmiş filmlerden oluşuyor. Üstelik Romanya halkı her an izleniyormuş hissiyle de paranoyak bir hale bürünmüş durumda. İnsanların sığındığı yegane limansa kaçak yollardan ülkeye giren video kaset filmler. Bunların çoğu Chuck Norris, Jean Claude Van Damme, Sylvester Stallone gibi isimlerin başını çektiği aksiyon filmleri. Geri kalanlarsa o yıllara damga vurmuş popüler filmler. O filmlerle umudu, özgürlüğü bulup, dünyayı tanıyan, modayı ve pop kültürü takip etme şansına erişen insanların anılarını içeriyor Chuck Norris vs. Communism belgeseli. Sadece onların da değil. Onlara bu fırsatı yakamalarında büyük payı olan seslendirme sanatçısı Irina Nestor’un başkaldrışının da öyküsü aynı zamanda. Chuck Norris vs. Communism, sinemanın birleştirici gücü ve büyüsüne dair ilham verici ve muhteşem bir belgesel.
Şimdi birazdan okuyacağınız isimler karşısında, cümleleri tane tane okumanızı tavsiye ediyorum. Çünkü bu kadar ismi bir Wes Anderson filminde bile görmemişsinizdir. Üstelik ciddi anlamda büyük ama çok büyük isimler. Meryl Streep. Bu belgeselin anlatıcısı mesela. Guillermo Del Toro, Steven Spielberg, Paul Greengrass, Francis Ford Coppola ve Lawrence Kasdan da ayrı ayrı, kendilerinden önceki kuşağın 5 önemli yönetmeninden bahsediyorlar. O yönetmenler de Frank Capra, John Huston, William Wyler, John Ford ve George Stevens’den oluşuyor. Onları bu belgeselde buluşturan hadiseyse İkinci Dünya Savaşı. Az önce bahsini ettiğimiz bu efsanevi 5 yönetmenin, savaşın gerçek yüzünü ve vatanseverliklerini göstermek adına orduya katılıp, savaşın her bir anını kaydetmeye çalıştıkları, tematik filmler çekme süreçlerini izliyoruz. Ve işin en ilginç kısmı bunlar ham kurgusuyla duran salt propaganda filmleri değil. Gerçek anlamda teknik kurgusu da yapılmış, dramatik etkisini belgesel estetiğiyle aynı potada eritmiş filmler. Üstelik her biri savaş temasını farklı bir tür etrafında inceliyor. Bununla da kalmayıp birtakım yenilik ve gelişmeleri de beraberinde getiriyorlar. Örneğin içlerinden birinin sayesinde, Akademi Ödülleri’ne (Oscar) ilk kez ‘’En İyi Belgesel Film Ödülü’’ kategorisi ekleniyor. 3 bölümlük bu Netflix belgesel serisi, sinemanın muazzam gücüne tekrar tekrar tanık olmanın dışında tarihe meraklı olanların da kaçırmaması gereken bir yapım.