yukari cik
X

Şehrin İşgali: Şimdiki Zaman’dan Hayaletler’e

Şehrin İşgali: Şimdiki Zaman’dan Hayaletler’e

82ekran için yazan: Ahmet Toğaç

Bir süredir burada yazdıklarımı köşe yazarlığı edasıyla kaleme aldığımı itiraf etmeliyim. Belki pandeminin başlangıcıyla kaybolmaya başlayan sosyallik ve dolayısıyla sözümün fiziksel olarak bir kulağa çarpmıyor olduğu endişesi, kendimi böyle denemeli/denemesiz metinlerde bulmama neden olmuş olabilir. Arındığımız Twitter’dan ve makyajlandığımız Instagram’dan vakit kaldıkça, edindiğimiz ama cevaplayamadığımız soruları podcast kolaylığında ötelemek günümüzün kaçış ideolojisi olabilir mi? Böyle cüretkar çıkarımlar yapmak yerine memnuniyetsiz ve eski kafalı köşe yazarlığı sıfatına dönmeli ve başlıkta taahhüt ettiğim temaya varmalıyım. Ancak öncesinde günlerdir zihnimde dolaşan bir cümleyi mealen telaffuz etmem gerekecek. “Sinemadan anlayanlar politikadan, politikadan anlayanlar sinemadan anlamıyor!”[1] Daha sonra buna geri döneceğim.

Godard bu sözü Fransa ‘68’ine doğru ilerlerken telaffuz ediyordu. O zamanlardan yeni milenyuma kadar geçen süre, Şimdiki Zaman (2012, Belmin Söylemez)’dan Hayaletler (2020, Azra Deniz Okyay)’e kadar geçen sürenin dört katıydı. Süre neden önemli ya da yalnızca süre önemli mi diye sorabiliriz. Olguları karşılaştırmak ve hayıflanmak için evet, çünkü Hayaletler’in işgal edilen şehrinden Şimdiki Zaman’ın işgaline dönmek, 68’in Fransa’sına dönmekten daha güç. Ya da Zizek’in “dünyanın sonunu hayal etmek, kapitalizmin sonunu hayal etmekten daha kolay” sözünü hatırlatan Fisher da ardından, kapitalizme tutarlı bir alternatif hayal etmenin olanaksızlığından söz eder. [2] İki filozofun da geleceğe dair öngörüsü geçmiş zamanı hatırlamak için işlevsel çıkarımlara yöntem olabilir. O halde bu referanslar ışığında filmlerden bugüne, bugünden filmlere “tutarsız” değerlendirmeleri sıralamaya başlayalım.

Her iki film de görece küçük kitlesi olan platformları üzerinden 2021 Ocak ayında yeniden gösterildi. Hayaletler festivalscope üzerinden Başka Sinema’nın Başka Bir Ocak seçkisinde[3], Şimdiki Zaman da günden güne online sinematek haline gelen Mubi’de seyirciyle buluştu. Şehre dair söyleyecekleri olan bu iki filmi de günümüz koşulları dolayısıyla evlerimizden izlemek bile başlı başına, söylemlerini doğrulayan bir ölçüt olarak alınabilir. Şimdiki Zaman’da, yaşadığı apartmanın otele dönüşecek olmasıyla hanesine sıkışan Mina ile günümüz koşulları üzerinden bağ kurmamak mümkün değil. Zaman zaman kapısı zorlanan, kimliği belirsiz bir bekçi tarafından gözlenen, evine girmek için engelleri aşmak zorunda olan Mina “en az” günümüz insanı kadar sıkışmış durumda. Bir bakıma filmdeki şehrin sokağı günümüz sokaklarına kıyaslaya oldukça mesafesiz. Yine de sıkışıklık baki… Pandemi önlemleri dolayısıyla yürüme hatlarını takip etmek ve kurallara uymak zorunda olan günümüz insanına karşılık Mina da şehrin “değişim” ya da yıkım öncülerinin hatlarını aşamaz. Mina geceleri, çoğunlukla erkeklerden oluşan eğlence tüketicilerinin belirginleştiği tehditkar ve organik sokak hatlarına sıkışır. Gündüzleri ise “boş zaman” gibi görülen bir çalışma temposunda mesaisiz bir masa başı falcılık işindedir. Şehirde yolculuk etmeye kalktığında da organik hattın figürleri değişir ama sıkışıklık daim kalır.

Hayaletler’in işgali ise Mina’nın yaşadığına benzemez. Belki de bu yüzden hem daha vurgulu hem de daha “hayaletlidir”. Her ne kadar filmin ismindeki hayaletler, filmin başrolündeki kadınları çağrıştıran bir sıfatsa da işgalin kendisi de hayaletlidir. Şimdiki Zaman’ın işgalcileri gibi artık şehirde dolaşmaz Hayaletler’in işgalcileri. Hayaletler’de işgal, çoktan yerleşmiş ve kendi dünyasını kurmaktadır. Çoktan var olanı yıkıp, yerine kendi ikonlarını dikmektedir. Sokakta dolaşan temsilcileri ise ancak sıradanlaşmış ve yerleşememiş piyonlarıdır. Bu yüzden Şimdiki Zaman’da şehre gelenler güruh, Hayaletler’de şehirde kalanlar fail olarak kodlanır. Yani Hayaletler’in işaret ettiği düşman, yalnızca bir yanılsamadır. İşgalin koruyucuları olarak temsil edilen polisler de yıkım ekibinin temsilcisi olan Raşit (Emrah Özdemir) de gerçek değildir. Şimdiki Zaman’ın Mina’sı işgalden kurtulmak ya da endişesinden kaçmak isterken, Hayaletler’in kadınları (Didem, Ela, İffet; Dilayda Güneş, Beril Kayar, Nalan Kuruçim) doğrudan işgalin içinde yaşarlar. O yüzden Raşit de ölse, polisler de atlatılsa işgal “yaşayacaktır”. İşgalin sahipleri olarak kodlanan kimselerin üstesinden gelinse de sistem, onlar yerine yenilerini türetecektir. Bu yüzden Şimdiki Zaman’da işgale ayak diremek ve “suyunu bulandırmak” yöntem ve ihtimalken, Hayaletler’de her ihtimal çoktan yok olmuştur.

Burada yine Fisher’a dönüp birçok şeyi açıklayabilen kavramını referans alacağım: Otomatik iktidarsızlık. Fisher yeni milenyumun ilk yıllarında İngiltere’deki öğrencileri, 60-70’li yılların Fransa’sıyla kıyaslıyordu. Değerlendirmesinde de güncel sorunun ne kayıtsızlık ne de sinizm ile açıklanabileceğini söylüyordu. Günümüz genç protestocuları diyordu, “her şeyin kötü gittiğini biliyor ama bu konuda bir şey de yapamayacaklarını biliyorlar.”. [4] İki film arasındaki temel ayrım da buradan başlıyor. Mina henüz hareketsiz kalmamıştır, kaçışı/bağımsızlığı hayal edebilir ve bunun için çabalar. Didem ise çoktan yenik, Fisher’ın depresif haz diye tarif ettiği bir duygu durumundadır. Daha dans yarışmasına giderken dahi kazanamayacağının bilincedir ve dans etmeyi bile neredeyse denemeyecektir. Beckett’in slogan haline gelmiş “Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil.” cümlesi Hayaletler’in dünyasından çoktan silinmiş vaziyettedir. Burada çoktan zarfı özelikle vurgulanmalıdır. Çünkü yazının başında belirtilen “geçmişe dönüşün” hayalinin yitimi bu zarfta gizlidir. Didem’in yenilgisi hatırlayamayacağı kadar eski bir zamandan kalmıştır. Kalmıştır diye belirtiyorum çünkü gerçekleştiği zamanı tespit etmek imkansızdır. Tıpkı şehrin işgali gibi ne zaman “o eski mahalle” yok olmuştur bilinmez. Suriyeli göçmenler ne zaman şehre gelmiştir, İffet’in oğlu ne zaman içeri girmiştir, Didem ne zamandır beri dans etmektedir? Çoktan yerleşmiş bir işgal, tüm geçmişi de beraberinde yok etmiştir. Şimdiki Zaman’ın geçmişle kurduğu ilişki ise farklıdır. Mina bile isteye geçmişinden uzaklaşmaktadır. Geçmişin yanı başında olduğunun farkındadır ve tüm fallarda kendi geçmişini görmektedir. Ancak onu unutmak ve geçmişinden uzaklaşmak için çaba sarf eder. Çoktan kaybetmiş bir Didem’e göre Mina, henüz yenilmekten yılmamıştır.

Filmlerin ve karakterlerinin geçmişle olan bağlarını anlamak için bir paragraf boyunca “kafa patlatmak” yerine yalnızca filmlerin isimlerine bakmak belki de yeter analize ulaşmak için elverişlidir. Hayaletler/periler dünyadaki işlerini tamamlayamadan öldüğü için dünyaya geri döndüğü ya da hiç “ölemediğine” inanılan doğaüstü varlıklardır. Hatta bazı filmlerde görüldüğü üzere hayaletler, bazen neden dünyada kaldığını unutacak kadar arafta kalmış olabilirler. Hayaletler’in kadınları işgal edilen şehirde bu durumdadırlar. İşgalin kendini nasıl daha fazla hissettirdiğini görürler ancak neden diyerek endişelenecek sorguya erişemezler. Tıpkı hayaletlerin/perilerin yoksunluğu gibi materyalist olana karşı etkisizdirler. Didem arkadaşlarına nasıl taciz edildiğini anlatabilmesine rağmen tacize karşı tepki gösterememesinin altında her ne kadar durumun şoku olsa da hayaletliğinin etkisi de gözden kaçırılmamalı. Şehirde neden elektriklerin kesilmiş olduğunun cevapsızlığı da buradan değerlendirilebilir. Ancak ondan önce, Şimdiki Zaman’ın ismi dolayısıyla gelen çağrışımlara dönelim. Hayaletler’in çoktan kopmuş geçmişine karşılık Şimdiki Zaman geçmişi asla unutturmaz. Belki hayatlarımızda “şimdiki zaman” asla tayin edilemez bir imleçtir ancak şimdiki zamandan kaçmak da mümkün değildir. Hayal kurmak da nostalji de şimdiki zamandan bağımsız gerçekleştirilemez. Ancak kişinin ölümü ve belki delilik hali bu şimdiki zamanı aşabilir. Şimdiki zamanın kendini her alanda gösteren somut nesnesi dolayısıyla geçmişi de peşinde getirdiği için film geçmiş zamanı asla unutturmaz diyebilmekteyiz. Hayaletler’in kopuşuna karşılık, Şimdiki Zaman’ın kaçışı… Belki yakın anlamda görünen bu iki kelimenin filmlerin dünyalarıyla çok farklı parametreler üzerinde şekillendiği gözden kaçırmamalı.

Günümüzde neden sorusunun cevapsızlığıyla bu nedenin getirdiği dinamikler arasında nasıl yaşayacağımızı tayin etmenin zorluğu Hayaletler’in elektrik kesintisiyle dışavuruluyor. Asla sorunun nedenini öğrenemeyen karakterler ve biz seyirciler, işgalciler tarafından şüpheden ve sorgudan yalıtılıyoruz. Nedenini bilmediğimiz veya çoktan unuttuğumuz bir gerçeklikte nasıl hayatta kalırız sorusunun pratiklerini geliştirmeye çalışıyoruz. İşgale karşı alternatifin olanaksızlığı da bu yüzden hissediyoruz. Hayaletler’in otomatik iktidarsızlıkla hareketsizleşen karakterleri işgale karşı ancak kayboluş ile tepki verebilmektedirler. Ruhani hayaletlerden cismani hayaletlere dönüşerek işgale musallat mı olacaklardır, orası film içinde muallak bırakılır. Feride Çiçekoğlu Şimdiki Zaman’ın finalini, kuşatılmışlık için bir sığınak ya da yok olan hayaller olarak iki uçlu değerlendirerek geleceğin bilinmezliğini “yarı tehlikeli yarı cazip” olarak yorumlar.[5] Bu denemenin eşzamanlı analiziyle, Şimdiki Zaman’nın finalini işgale karşı eyleme geçmenin bir önermesi olduğunu söyleyebiliriz. Sistemin zihnini bulandıran ve ona endişe veren bir son… Hayaletler de bu mirasın fluluğunu besler niteliktedir. Nasıl ki şehrin işgalcileri ikonlarla ve piyonlarla sosyal alanda yanılsama yaratıyorsa, Hayaletler’in kadınları da görünmezlikleriyle buna cevap verirler. Madem işgalin piyonları öldüğünde yerine yenileri gelebiliyorsa, Didem, Ela ve İffet de kaybolursa “ölümsüzleşecektir”. Çünkü yine Fisher’ın bu sefer Derrida’dan aktardığı gibi “Bir hayalet asla ölmez, her zaman geri gelmeye devam eder.”.[6] Dolayısıyla kayboluş, göründüğü kadar eylemsizlikle bağdaşmayabilir.

Bir köşe yazısı taahhüdüyle yola çıkan bu yazının referanslarıyla fazla sofistike görünümüne aldırılmamalı uyarısını, belki giriş paragraflarında yapmalıydım. Ancak aklıma geldikçe kitapları karıştırdığım bu yazının neredeyse çalakalem olduğunu itiraf etmeliyim. Yazarlardan kullandığım alıntıların metne dayanak olmaktan çok, yeni okumalar için kendime hazırladığım kanallar olduğunu belirtmeliyim. Bu yüzden yazının başında Godard’ın zihnimde çınlayan sözünü hatırladıkça tüm yazdıklarımı yırtıp atmak da istiyorum. Birbirinden bağımsız bu filmleri yayınlandıkları tarih dolayısıyla eşzamanlı okuma girişiminin tutarsızlığını en iyi açıklayan yine Godard’ın bu sözü oluyor. “Sinemadan anlayanlar politikadan, politikadan anlayanlar sinemadan anlamıyor!”. Fisher’dan geç-kapitalizm çağına dair yakın zamanda okuduklarımı daha iyi özümsemek için denediğim bu kritik eğer iyi bir araştırmacının kaleminden doğru kodlanmış eşzamanlı bir tarihselcilikle analiz edilseydi, Boğaziçi Üniversite’sindeki rektör atamasını ve ardından gelişen öğrenci eylemleri muhakkak konu edilirdi. Godard’ın işaret ettiği ayrıklık, henüz mazhar olamadığım bir birikim seviyesinin ta kendisidir. Halbuki filmlerde ve gündelik hayatta şehrin işgaliyle karşılaşmadığımız tek bir günümüz bile geçmiyorken, geçmişin izlerini artık daha sıkı takip etmemiz gerekecek.

[1] Godard, Jean Luc. (2014). İki Cephede Birden Savaşmak – 1967. Godard Godard’ı Anlatıyor. (A. Derman, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları, 119.

[2] Fisher, Mark (2020). Kapitalist Gerçekçilik – Baka Alternatif Yok Mu?. (Gül Ç. Güven, Çev) İstanbul: Habitus Kitap, 8.

[3] Film 17-19 Aralık 2020 tarihlerinde İstanbul Modern’in Biz De Varız seçkisinde de online olarak yayınlanmıştı. Ancak gösterimlerin “fazla kısıtlı” kontenjanı dahilinde bu seçki içindeki diğer on filmi de seyredebilmek pek kolay değildi.

[4] a.g.e., 31.

[5] Çiçekoğlu, Feride. (2015). Şehrin İtirazı. İstanbul: Metis, 116.

[6] Fisher, Mark (2020). Hayatımın Hayaletleri – Depresyon, Hauntoloji ve Kayıp Gelecekler Üzerine Yazılar.. (Gül Ç. Güven, Çev.) İstanbul: Habitus Kitap, 28.