82ekran için yazan: Polat Öziş
-İnsanlar niye bize şemsiye tutuyor?
-Onun işi o.
-Ama onların başına da güneş geçebilir.
-Gizmo maalesef setlerde hiyerarşi var. Sen başrolsün; senin başına güneş geçip düşersen set durur. Ama onun başına güneş geçerse sevinir. Eve gider, çoluk çocuğunu görür. Burada iyi insan olmaya çalışmayacaksın; burada herkes her şeyin farkında…
BluTV, tüm yaz boyunca dikkatleri, ilk yerli vampir dizisi olarak lanse edilen Yaşamayanlar’ın üzerine yoğunlaştırırken, Tolga Karaçelik ve Bartu Küçükçağlayan işbirliğinde sessiz sedasız bir dizi çıkıverdi ortaya; Bartu Ben. İkilinin beraber çalıştığı ve Sundance’ten ödülle dönen Kelebekler’in ardından yeniden buluşmasını müjdeleyen dizi, esasen beklentiyi de ziyadesiyle arşa çıkarıyordu. Peki, 10 bölüm olarak tasarlanan ve nihayetinde final yapan dizi, beklentileri karşılayabildi mi? Dilerseniz hep birlikte göz atalım.
En başta söylemekte yarar var. Bartu Ben, ülkemizde daha önce örneğine pek rastlanmayan bir durum komedisi. Keza bu durum anlatıyı cesur olarak nitelendirmemizin de önünü açan yegâne husus. Ancak tabii ki yapılmayanı yapmak, bir başarı kriteri değil. Bu noktada diziyi dikkate değer kılan en önemli yapı taşı, Bartu Küçükçağlayan’ın kaleme aldığı marjinal mizah ve onu en iyi şekilde yorumlayan Tolga Karaçelik’in bakış açısı. İkilinin bu parmak ısırtan uyumu, dizinin samimi bir tavırla karşımıza gelmesinin de önünü açan en önemli detay.
Peki, 10 bölümün ardından Bartu Ben bize neler verdi? Dizi, kariyeri düşüşte olan bir oyuncunun tesadüf eseri karşılaştığı kuzeni ve bir anda hayatına dâhil olan “Dayı”sı üzerinden gelişen olaylar silsilesini ele alıyor. Tabii tüm bunları yaparken, Moda-Cihangir tayfasına kendine has bir eleştiri getirirken, sektörün de dinamiklerine ince göndermeler yapmayı es geçmiyor. Esasen bu durum, Bartu Ben’in mizahını nitelikli hale getiren ve muadillerinden ayıran en önemli detay olarak öne çıkıyor.
Evet, daha öncesinde sektöre dair eleştirel yaklaşan ve bunu oldukça başarılı şekilde icra eden yapımlara rastladık. Ancak Bartu Ben’in türevlerinden farkı, bunu tamamen bir karakter üzerinden ilerletmesi ve kıvrak bir zeka ortaya koyması. Diziyi izlerken hiçbir olay olmuyor, sadece diyaloglara tanıklık ediyormuş hissine kapılmak fazlasıyla mümkün. Ancak 10. bölümün ardından geriye baktığımızda, Bartu Küçükçağlayan’ın düşüşüne ve nispeten finalde vuku bulan yükselişine tanıklık ettiğimizi görmek mümkün. Bu da bir hikâye anlatmak ya da derdini geniş kitlelere aktarmak için dinamik bir anlatıya gerek olmadığını ve yaratıcı bir zekânın her şeyin üstesinden gelebileceğinin en önemli kanıtı olarak karşımıza çıkıyor.
Bartu Ben, sektöre dair bir taşlama gibi gözükse de aslında toplumda karşılığı olan bir anlatıya sahip. Özellikle bunu finalden sonra idrak etmek daha da basit bir hal alıyor. Evet, hangimiz istediğimiz işte çalışıyor, istediğimiz hayatı gönül rahatlığıyla yaşıyoruz ki? Bir başka deyişle, yeri geldiğinde, sırf hayatımızı idame etmek için hangimiz saçma sapan işlere maruz kalmıyoruz ki? İşte Bartu Ben’in farkı ve izleyiciyi içine çeken albenisi de tam olarak burada filizleniyor. Dizi, bir yandan Bartu vesilesiyle sektöre tüm göndermesini cesur bir şekilde dile getirirken, diğer yandan da kapitalist sistemin acı ama ne yazık ki gerçek yüzünü mizah sosuyla servis ediyor.
Bartu Ben’in başarılı duruşunun bir diğer sebebi ise, meselesini kör göze parmak sokmadan aktarabilmesinde gizli. Nitekim diziyi izlerken, arka planda seyreden trajikomik olaylar yerine ön plandaki eğlenceye fütursuzca eşlik etmek mümkün. Tabii bu noktada da senaryoya doğru serpiştirilmiş yapı taşlarına parantez açmak gerekir. Olayların akışından karakterlere yüklenen misyona kadar tıkır tıkır işleyen bir şablonla karşımıza gelen Bartu Ben, boşluğa mahal vermeyen yapısıyla da eğlencesini anbean katlamayı başarıyor. Ancak bu noktada değinilmesi gereken asıl bileşenler hiç kuşku yok ki oyunculuklar.
Eğer ki yaptığınız bir durum komedisiyse ve durağanlıktan besleniyorsanız, buradaki en büyük yük her daim oyuncunun sırtına biner. Ve o role bürünen oyuncu, yeri geldiğinde sizi rezil de eder vezir de! Aynı Müfit Kayacan’ın, “Dayı” karakteriyle diziyi vezir edip, mizahı göklere çıkardığı gibi! Ne zaman ki Bartu Ben ritim kaybedecek olsa, küçük çaplı bir kısır döngünün içine girse, kurtarıcı olarak beliren Dayı, açık ara dizinin de en büyük şansı. Amiyane tabirle feleğin çemberinden geçmiş, ilerleyen yaşına rağmen ele avuca sığmaz yapısıyla arz-ı endam karakter, göründüğü her bir sekansta kahkahayı beraberinde getiren tavrıyla da fazlasıyla sempatik bir hale bürünüyor.
Peki, dönelim en başta sorduğumuz soruya. Bartu Ben beklentiyi karşılayabildi mi? Eğer ki bir komedi dizisinin işlevi, eğlendirmek ve beraberinde peşi sıra kahkaha attırmaksa dizi bunu ziyadesiyle gerçekleştiriyor. Üstüne üstlük Bartu Küçükçağlayan gibi, farklı ama bir o kadar da içten bir kişilik vesilesiyle lafı gediğine yerleştirmekten de kaçınmıyor. Bu da diziyi başlı başına, ayakları yere sağlam basan bir hüviyete kavuşturuyor.
Dizinin sırtını yasladığı asıl gücü ise hiç kuşku yok ki senaryosu. Bu noktada da Bartu Küçükçağlayan’a ayrı bir parantez açmak gerekir. Evet, her ne kadar onu oyuncu kimliği ile tanısak da Büyük Ev Ablukada ile ortaya koyduklarını da göz ardı edemeyiz. Kaldı ki, Bartu’nun müzisyen tarafına aşina olanlar için, Bartu Ben’in ele avuca sığmaz senaryosu pek de sürpriz değil. Eğri oturup, doğru konuşalım. Tayyar Ahmet’in Sonsuz Sayılı Günleri’ni yazan kalemden, başka türlü bir mizah çıkabilir miydi? İşte, tam da bu yüzden Bartu Ben’in mizahı takdire şayan; cesur, marjinal ve ziyadesiyle özgün…
10 bölüm olarak tasarlanan ve sade duruşuyla fark yaratan dizi, tadına doyulmaz eğlencesi sayesinde izleyicisi ile sıkı bir bağ kurarken, öte yandan ise sektöre dair yaptığı ince göndermelerle de mizahını nitelikli hale getirmeyi başarıyor. Gizmo, Dayı, Mercimek, Şaban Bey ve tabii ki Bartu gibi nevi şahsına münhasır karakterleri bizlere sunan ve şimdiden unutulmazlar arasına girmeye aday olan Bartu Ben, beklentiyi karşılamakla yetinmiyor ve gülmeye hasret kalan bünyelere de deyim yerindeyse ilaç gibi geliyor. Son kertede itiraf etmekte yarar var. Evet, nihayetinde kendini sektörün kucağına da bıraksan; sarı çoraplarını ve ehlileşmemek için sonuna kadar direnmeni asla unutmayacağız Bartu. Eyvallah!