yukari cik
X

Rüzgar Yükseliyor, Domuzlar Uçuyor

Rüzgar Yükseliyor, Domuzlar Uçuyor

82ekran için yazan: Selin Çatak

Hayao Miyazaki’nin hemen her filminde savaş karşıtı söylemlerini ve uçma tutkusunu bir arada görmek mümkün. 1941 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında dünyaya gözlerini açan Miyazaki, hem savaş dönemini hem de savaşın ardından gelen çaresizlik dönemini yaşamış birisi. Bu durum onu tıpkı Alman asıllı yazar Kurt Vonnegut gibi her eserinde savaşın manasızlığını anlatmaya itiyor. Aynı zamanda savaş döneminde havacılık mühendisi olan babası da uçaklara olan tutkusunun artmasında büyük bir rol oynuyor. Uzun metrajlı filmlerinin çoğunda ya uçaklara ya da bir şekilde uçma gücü kazanmış karakterlere yer veriyor. Aslında bu durum çok sevdiği ülkesinin yine çok sevdiği uçaklar tarafından yerle bir edilişine tanık olan Miyazaki için oldukça çelişkili. Savaş sırasındaki bombardımanlar doğduğu kasabayı terk etmesine neden oluyor. Henüz dört yaşındayken Utsunomiya’nın alevler içinde kalışını gören Miyazaki’nin hatırladığı ilk anısı da bu alevlerin içinden babasının elini tutarak kaçışı oluyor. Savaşın ardından hızlı bir iyileşme sürecine giren Japonya’yı yakından görmesi, filmlerinde sıkça karşılaştığımız çevre temasına da değinmesini sağlıyor. Bu iki temayı ise Nausicaa of the Valley of the Wind (1984) adlı post apokaliptik filminde bir araya getiriyor.

Miyazaki’nin uçaklara olan tutkusunu en iyi anlatan iki film ise 1992 yapımı Porco Rosso ile 2013 yapımı The Wind Rises filmi. Özellikle The Wind Rises ile bir uçağın nasıl yapıldığını anlatan sekanslara yer veren Miyazaki, tozlu raflara itilmiş Porco Rosso filminde ise teknik detayların üzerinde daha az, uçabilen bir domuz üzerinde daha fazla durmayı tercih ediyor.

Bir faşist olmaktansa domuz olmayı tercih ederim

Japonya Hava Yolları için kısa film olarak düşünülen Porco Rosso, gizemli bir lanetin ardındaki faşizmle mücadele hikâyesine evriliyor. Birinci Dünya Savaşı yıllarında İtalya’da hava kuvvetleri, ödül avcıları ve hava korsanları arasında geçen bu öyküde alışılmışın dışında bir başkahraman bizi karşılıyor. Bir büyü sonucu domuza dönüşen Marco veya yeni adıyla Porco Rosso, ordudan ayrıldıktan sonra kırmızı uçağıyla ödül avcılığına soyunur. Peşindeki korsanlara, İtalyan hava kuvvetlerine ve baskıcı rejime rağmen boyun eğmeyen Porco Rosso, yine Miyazaki’nin her filminde karşılaştığımız güçlü bir kadın karakter tarafından da desteklenir. Zamanının büyük bir kısmını ödül avcılığı peşinde geçiren Porco Rosso’nun en büyük rakibi Amerikan pilot Donald Curtis’tir. Üstelik Curtis yalnızca bir pilot olarak değil, güzeller güzeli Gina’nın aşkı için de en büyük rakiptir. Curtis ile arasında geçen bir hava dalaşında uçağı hasar gören Porco soluğu İtalya’da, tamircisinin yanında alır. Burada tamircisinin torunu olan genç, idealist ve yetenekli Fio ile tanışır. Fio’nun uçağı tamir etmesinin ardından Porco’nun peşinden gitmesiyle birlikte yeni bir aşk üçgeni kendini hissettirmeye başlar.

Miyazaki, Porco Rosso’da fantastik unsurlar üzerinden anlattığı uçakları yirmi bir yıl sonra The Wind Rises ile gerçek bir hikâye üzerinden anlatıyor. Bir yanda savaş sonrası İtalya’nın politik durumunu ele alırken öte yanda iki savaş arasındaki Japonya’nın durumunu gözler önüne seriyor. Filmleri arasında bağlantılar kurmaktan geri durmayan Miyazaki, uçakları uzun uzadıya anlattığı bu iki filmini de usta rolündeki karakterler ile birbirine bağlıyor. Porco Rosso’da Fio’nun büyükbabası olan uçak tamircisi Piccolo’nun bir benzeri The Wind Rises’ta İtalyan uçak mühendisi Giovanni Caproni olarak canlandırılıyor. Uçak tutkusunu son uzun metraj filmi The Wind Rises’ta, İkinci Dünya Savaşı’nda Japon uçaklarını tasarlayan başmühendis Jiro Horikoşi’nin hayaline odaklanarak anlatan Miyazaki, bu filmde masalsılıktan uzak durmaya çalışsa da rüyaların peşinden koşmaktan vazgeçmiyor. Bir pilot olmak için yeterince sağlıklı gözlere sahip olamayan Jiro, başkalarının bu hayale ulaşabilmesi için rüyalarında ünlü uçak tasarımcısı Giovanni Caproni ile buluşuyor. 1932 yılındaki büyük Kanto Depremi ile başlayan filmde; Japonya’nın büyük buhran dönemine, tüberküloz salgınına ve ardından gelen savaş yıllarına da tanık oluyoruz. The Wind Rises hem çocuksu temadan uzaklaşmasıyla hem de biyografik bir film olmasıyla Miyazaki filmografisinde ayrı bir yere sahip.