82ekran için yazan: Polat Öziş
Tam 6 sene önceydi. Behzat Ç. açığa alınmış, işler bir kez daha arapsaçına dönmüştü. Ne olacağı konusu büyük bir muamma iken, herkesin aklından geçen soru çıkıvermişti Akbaba’nın ağzından: Bu mudur abi, her şey bitti mi şimdi? O an duraksar Behzat Ç. ama yine de kendine has bir cevap vermeyi ihmal etmez: Rakı koy! Evet, Behzat Ç. ve Cinayet Büro’nun ekran yolculuğu böyle sonlanmıştı belki ama herkes çok iyi biliyordu ki, o rakı ne ilk dubleydi ne de son. Günün birinde Neşet Ertaş eşliğinde Behzat Ç. de hayatının anlamı Cinayet Büro da geri dönecekti. Çünkü 3 yıl boyunca dizinin bize öğrettiği yegâne gerçek vardı: Sahici bir sarsıntı, sahte bir dengeden iyidir!
Doğrularıyla, yanlışlarıyla; günahıyla, sevabıyla bir kez daha sahici bir şekilde sarsmaya geldi bizleri Behzat Ç. Aradan çok sular da aktı tabii. En başta da ülkenin değişen siyasi konjonktürü. Bu nedenle dizinin nasıl bir şablonla geri döneceği, ne denli sert bir üslup takınacağı da büyük merak konusuydu. Ancak en başta söylemek de yarar var ki, Behzat Ç. kendine yaraşır bir şekilde lafı gediğine oturtan, kimi zaman sert, kimi zamansa iğneleyici tavrıyla dönmüş durumda. Bu da demek oluyor ki, sahip olduğumuz denge, bir kez daha yerle yeksan olacak!
Doğrusunu söylemek gerekirse, ekran ömrünü tamamlayan ve daha sonrasında yoğun talep üzerine geri dönen işlere baktığımızda, belli bir standardın ötesine geçemediği gerçeği ile yüzleşiyoruz. Bu Türkiye’de de böyle dünyada da. Çünkü buradaki ana problem, sevilen karakterlerin üzerine gereğinden fazla yoğunlaşılması nedeniyle, ana hikâyenin ikinci plana itilmesi. Ancak yeni başlayan Behzat Ç. sezonuna baktığımızda, önceki örneklerin iyi tahlil edildiğini ve dizinin doğru bir şablon üzerine inşa edildiğini görmek mümkün. Keza senarist Ercan Mehmet Erdem, bir yandan 6 yıl ayrı kalınan karakterlerle, izleyicinin özlem gidermesine fırsat tanırken, öte yandan da senaryo matematiğini gizemli bir yapı etrafına kurarak, yeni ve merak uyandıran bir evren yaratmayı başarıyor. Bu da henüz ilk bölümü yayınlanan Behzat Ç.’nin, tadından hiçbir şey kaybetmediğini gözler önüne sererken, üzerine koyarak geri döndüğü yorumunun yapılmasının da önünü açıyor.
Gelelim dizinin ilk bölümüne. Karşımızda 6 yıl boyunca izleyiciden ve Cinayet Büro’dan ayrı kalmış bir Behzat Ç. var. Evet, bu nedenle hikaye, kapılarını açtığı andan itibaren, ayrı geçen zaman dilimini izah etmekle mükellef. Ancak bunu başarıyla icra etmek de öyle her babayiğidin harcı değil. Hem ana hikâyeden sapmayacaksın, hem de karakterlerin izleyiciyle bağ kurmasına ortam hazırlayacaksın! Neresinden bakarsan bak, ustalık isteyen bir iş. Tam bu noktada yönetmen Serdar Akar’a ayrı bir parantez açmak gerekir. Nitekim son yıllarda yaptığı işlerle tartışma konusu olan yönetmenin, kariyerinin ilk yıllarından pasajlar sunarcasına ortaya koyduğu performansı, çarpıcı bir anlatıyı, tadında bir mizahla izleyiciye sunuyor ve kendisine de sıralanacak övgü dolu sözcüklerinin önünü açıyor.
Tabii, Behzat Ç.’nin geri dönüşünün BluTV’de olmasının da diziye geniş bir hareket özgürlüğü tanıdığı aşikâr. Evet, Behzat Ç. bir gün geri dönecekti ve bu da dijital bir platformda olacaktı. Bunu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Ancak her şeye rağmen, diziyi böylesine özgür bir ortamda seyretmek, bu hikâyeye katı kurallar olmadan eşlik etmek tarifsiz bir duygu. Bu, oyuncusundan yönetmenine; senaristinden, yapım ekibine kadar herkesin iş yapma şekline yansımış durumda. Olay, yalnızca, küfür, alkol gibi televizyonun yasaklı listesi değil. Olay, Behzat Ç. ve anlatım dilinin, artık baskıdan uzak oluşu. Hal böyle olunca dizi, arka kapı aramadan, günümüz siyasi konjonktürüne rahatlıkla lafını söyleyebiliyor. Nargile ile rakı arasındaki fark gibi, eski ile yeninin ayrımını net bir şekilde ortaya koyuyor. Ancak bunu yaparken kimseyi ötekileştirmiyor ve işini doğru yapan bireyin de hakkını teslim ediyor. Bu da Behzat Ç.’nin yayın hayatına başladığı ilk gün olduğu gibi, hala vicdanlı duruşunu koruduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Malum, Behzat Ç. karakterleri ve sıra dışı hikâyesiyle izleyicisiyle bağ kursa da, temelde bir polisiye; hem de “Ankara Polisiyesi”. Dizinin ilk bölümünden bir niyet okuması yapmak gerekirse, Ercan Mehmet Erdem ve Serdar Akar anlatının temeline bu gerçeği konumlandırmış durumda. Bir yandan Ankara’nın yerelliğinden beslenirken, öbür yandan da polisiye janrına uygun bir dil ortaya konuyor. Evet, her ne kadar ilk bölüm, karakterler ile hasret giderme seansı olsa da gelecek bölümler adına fazlasıyla umut vadeden cinsten. Özellikle birbiri ardını izleyen gizemli hadiselerin meraklı gözleri Behzat Ç.’nin üzerine çektiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Üstüne üstlük, yer yer adrenalin dozajını yukarı çeken aksiyon sekanslarının da dizinin ritmini pozitif etkilediği aşikâr.
Dile kolay, 6 koca yıl geçti aradan. Her şeyin, herkesin değişmesi için oldukça makul bir süre. Ancak hakkını teslim etmek gerekir ki, Behzat Ç. 96 bölüm boyunca koruduğu samimiyetini hala terk etmiş değil. Esasen diziyi asıl izlenir kılan da bu. Evet, Ercan Mehmet Erdem sıfırdan “Yeni Türkiye”ye uygun bir dünya tasarlamış, Serdar Akar da bunu harikulade resmetmiş olabilir. Ancak izleyicinin bam teline dokunan o içtenlik, her şeyin ötesinde… Tabii, bunun birtakım zararları da yok değil. Erdal Beşikçioğlu’nun Behzat Ç.’yi, Behzat Ç.’nin de Erdal Beşikçioğlu’nu çok özlediği ortada. Ancak izleyici, bu kadar gülen, kendi tabiriyle “sırıtan” bir başkomisere alışkın değil. Evet, 6 yıl herkesin değişmesi için yeterli bir süre. Ancak 96 bölüm boyunca gülmediği kadar gülen bir Behzat Ç.’nin haleti ruhiyesi ilk bakışta göze çarpan en büyük değişkenlerden. Kim bilir, belki de “Amirim” Savcı Esra ile aradığı mutluluğu, cinayetten uzak bir şekilde, hayallerinde bulmuştur.
Rakı koy diyerek veda ettiği ekranlara, litre litre rakı yaparak geri dönen Behzat Ç. bir kez daha samimi ama bir o kadar da kaotik yapısıyla arz-ı endam etmiş durumda. 9 bölüm olarak tasarlanan 4. sezonun birçok sürprize gebe olduğunu ve sahici sarsıntıları huzurlarımıza getireceğini söylemek şimdiden mümkün. Ama asıl önemli olan, Behzat Ç.’nin ayrı kalınan ehl-i keyif dostları, özlenen muhabbetleri ve daha da önemlisi vicdan muhakemesini tekrardan gün yüzüne çıkarması. Ne diyelim, senin de dediğin gibi Amirim: Yanlış yolda yürümek, doğru yolda beklemekten iyidir. Yolun yanlış da olsa sen yürü. Çünkü Behzat Ç.’nin tüm albenisi o yolda!