yukari cik
X

Oscar’da Ses Getirmeye Aday Filmler: Nomaland, Minari, Promising Young Man

Oscar’da Ses Getirmeye Aday Filmler: Nomaland, Minari, Promising Young Man

82ekran için yazan: Selen Turna

Altın Küre ve Bafta ödüllerinden sonra düzenlenecek olan  93. Akademi Ödül Töreni geldi çattı.Bu yılın en çok ses getireni ve ödülleri silip süpüren filmi şüphesiz Nomadland. Diğer yandan  2021 Altın Küre’de en iyi yönetmen kategorisinde bir ilk yaşanarak ilk kez üç kadın yönetmen bu kategoride aday oldu ve Altın Küre tarihinde Barbara Streisand’dan  sonra ikinci kez en iyi yönetmen ödülünü  kadın yönetmen Chloe Zhao kazandı.

Minari çeşitli tartışmalara sebep olsa da en iyi yabancı film kategorisindeki ödüle sahip olurken Oscar adaylıklarında da kendini göstermeyi başardı. Eleştirmenler tarafından olumlu eleştiriler alan ve yıl içerisinde  adaylıklarda adını en çok duyduğumuz bu üç film hep birlikte göz atalım.

Nomadland: “Yolda Görüşürüz”

Başrolünde usta oyuncu Frances McDormand’ı izlediğimiz, yönetmen koltuğunda ise Chloe Zhao’nun oturduğu Nomadland, bu senenin en iddialı filmi olarak Oscar ödüllerinde de bir adım öne çıkıyor. Altın Küre ve Bafta Ödülleri’nde en iyi film ödülünü aldığı gibi Chloe Zhao’ya da en iyi yönetmen ödülünü kazandırdı. Film ayrıca 77.Venedik Festivali’nde Altın Aslan sahibi olmuştur. Film kısaca 2008 yılında Nevada kırsalında yaşayan Fern’in eşini kaybetmesi sonrasında şehirdeki ekonomik çöküş sonrası minibüsünü karavana çevirerek bir göçebe olarak hayatına devam etme sürecini konu almaktadır. Fern’in karavanıyla çıktığı yolda kamp yerlerinde tanıştığı insanlarla arasındaki bağı ve kendi içerisinde çıktığı kişisel yolculuğa tanık oluyoruz.

Fern’in hikayesinde dikkat çeken en büyük kısım ise “Evi olmamak ve evsiz olmak arasındaki fark”. Diğer göçebelerin hikayelerine de bu yolculuk içerisinde yer verilirken göçebeleri canlandıran kişilerin oyuncu değil gerçekten kamp alanında yaşayan kişiler olması da güzel bir ayrıntı  olarak göze çarpıyor. Fern (Frances Mcdormand) ve Dave (David Stratheirn) hariç filmin diğer oyuncuları kendilerini canlandırmıştır.

Film sinematografisi, yönetimi ve müzikleriyle yarı belgesel bir noktadan seyirciyi yakalamayı başarıyor. Özellikle Oscarlı oyuncu Frances McDormand ve sektörde emin adımlarla ilerleyen yönetmen Chloe Zhao’nun iyi bir ikili olduğunu söylemek mümkün. Filmin hazırlık aşamasının çok iyi yapıldığı, kendilerini canlandıran göçebelerin hikayeleri yansıtılırken bunun izleyiciye hüzünlü ve kurgusal  bir taraftan değil hikayelerinin anlatıları  tarafından gerçekçi bir şekilde veriyor olması da filmin en büyük avantajlarından oluyor. Çok da bilgi sahibi olmadığımız bir topluluk olan göçebelerin hayatına içeriden bakabilmemiz ve hikayelerine şahit olabilmemizi sağlayan belgesel tadındaki film, Frances Mcdormand’ın usta oyunculuğu ile seyir zevkini en üste taşıyor.

İlk sahnesinden itibaren filmin içine girerek adeta Fern’in yanında onun yolculuğunda bulunuyor hissi yaratarak hatıralarına tutunmaya çalışan ve kendi içerisinde çıktığı bu manevi yolculuğa bizi de filmi izlerken beraberinde götürebiliyor olması ile kendi türünde ayrıcalıklı bir alan yaratıyor. Fern’in Bob ile olan sohbetinde söylediği gibi “Hatırlanan Şey Ölmez” Nomadland’in izleyicide yarattığı bu hisle bir film olarak izleyicide işte tam olarak böyle bir his bırakıyor. Böylece yılın en iyi filmlerinden biri olmasının yanında Oscar’ın en iyi film kategorisinde de iddialı olacağı şüphesiz.

Promising Young Woman: İntikam Almak Hiç Bu Kadar Yetenek Gerektirmemişti

Yönetmenliğini ve senaristliğini Emerald Fennel’in üstlendiği başrolünde ise Carey Mulligan’ı izlediğimiz Promising Young Woman,  5 Altın Küre adaylığından eli boş dönse de Bafta ödüllerinde en iyi orijinal senaryo ödülünü almayı başardı. Gerçekleşecek olan Oscar ödüllerinde de en iyi film dahil olmak üzere 5 adaylığı bulunuyor. Film, kısaca küçük yaşlardan itibaren en yakın arkadaşı olan Nina’nın üniversitede tecavüze uğraması sonucu erkeklere karşı öfke dolu olan Cassie’nin kendi yöntemleriyle onlardan intikam alma serüvenini bize sunuyor. Eleştirmenler tarafından olumlu eleştiriler alsa da özellikle seyirciyi bu konuda ikiye bölen bir tarafının olduğunu söylemek de mümkün. Özellikle filmin sonunun eleştirilerin odağı olduğu bir gerçek. Bunun nedeninin hikayenin alışık olduğumuz intikam hikayelerine nazaran farklı bir işleyişi seçmiş olmayı tercih etmesi.

Hassas bir konunun  izleyicide rahatsızlık uyandırıcı bir şekilde yazılması hakkında  Emerald Fennal’ın Variety’e verdiği röportajlarda istediğinin bu olduğunu ve izleyicide uyandırmak istediği hissi uyandırabildiği için film adına memnun olduğunu da eklemiştir. Tüm bunlara rağmen film boyunca izleyici ile sürekli karşılıklı diyalog halinde ilerlemesi ilginç bir tecrübeyi de beraberinde getiriyor. Kimi zaman komedi kimi zaman gerilim unsurlarının belirdiği film de hikayenin en büyük parçasının Nina’nın nasıl tecavüze uğradığı konusu oluşturuyor. Cassie bu durumu dillendirdikçe izleyicideki intikam hissi de o derece yoğunlaşıyor.

Çeşitli belgesellerde de konu olarak işlenen Amerika’daki üniversite kampüs partilerinde yaşanan tecavüz vakaları ve tecavüz mağdurunun alkol ya da uyuşturucu madde  kullanmışsa bunun mağdur kişiyi zor durumda bırakması gibi önemli bir konuya değinmesi filmin can alıcı noktası. Özellikle üniversitedeki üst birimlerin bu konuda iyi bir ses olması gerektiğini bilinci yerinde olmayan birine yapılan cinsel saldırının tecavüz olarak nitelendirilmesi ve mağdur kişinin yanında olması gerektiğininin altını da çiziyor.

Cassie’nin intikam planı da üçe ayrılmış partlar halinde kendi içerisinde bu şekilde ilerliyor. Cassie’nin giyim tarzına da bu sırada küçük bir parantez açmak lazım. Cassie’yi genel olarak pembe ve açık tonlarda tatlı bir kız imajı ile betimleyeceğimiz şekilde kostümler içerisinde görüyoruz. Bu görünümünün altında içindeki öfkeyi sürekli körükleyen bir kişiliğinin olması da bu açıdan filmde bir farklılık yaratıyor. Her şeyin toz pembe göründüğü ve karakterin yol ayrımında olduğunu sandığımız anda ise küçük bir ters köşeyle karakterin asıl kırılma noktası oluyor. Bununla filmin asıl sonuna yaklaşıyor ve diğer yandan izleyicideki merak unsurunu arttırıyor. Film, hakkındaki tüm farklı görüşlere rağmen yine de kendi türü içerisinde farklılıklara yer veren ve seyircisine yaşatmak istediği hissi tam anlamıyla yaşatan bir yönetmenlik ve senaristlik tecrübesini de en güzel şekilde sunmayı başarıyor. Oscar’ın En iyi kadın oyuncu kategorisinde ismini gördüğümüz Carey Mulligan’ın da Cassie rolünde başarılı bir performanla kendini kanıtlamayı başarıyor. Şimdiden orijinal senaryo ve kadın oyuncu kategorisinde osscar adaylıklarında seçenekler arasında güçlü bir yerinin olacağını söyleyebiliriz.

 Minari: Fedakarlıklarla Büyüyen Bir Aile Hikayesi

Lee Issac Chung’ın kendi hikayesinden yola çıkarak senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiği film, 1980’li yıllarda Kore kökenli bir ailenin Amerikada Arkansas adlı bir kasabaya yerleşmesini ve babanın çiftlik kurma hayaliyle aile dinamiğindeki değişimleri izleyiciye sunuyor. Dünya prömiyerini 2020 Sundance Film Festivali’nde yaparak Jüri Büyük Ödülü ve seyirci ödülünü kazandıktan sonra Altın Küre, Bafta ve Oscar adaylıklarında da adını ciddi bir şekilde ön plana çıkarmayı başarmıştır. Altın Küre ödüllerinde en iyi yabancı film kategoresinde yarışarak bu ödülü kazandıktan sonra Bafta ödüllerinde  anneanne (Soonja) rolünde izlediğimiz  Yoon Yeo-jeong, Bafta ödüllerinde de en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünün sahibi oldu. Düzenlenecek olan Oscar ödül töreninde en iyi film ve en iyi erkek oyuncu kategorisinde de adaylık elde ederek 2019’un ses getiren ve Oscar tarihinde bir ilke imza atarak en iyi film ödülünü alan Parazit’ten sonra ikinci kez yabancı dilde bir filmin bu kategoride yarıştığını da görüyoruz. Bu konuda  A24 yapımı olan filmin Altın Küre ödüllerinde “En İyi Yabancı Film” kategorisinde yarışması da en başta tartışmalara neden oldu. Çünkü filmde Kore kökenli oyunular bulunsa ve Korece konuşulsa da Amerikan yapımı bir film olduğu için bu dalda yarışması tartışmaların odağı oldu. Bu tartışmaların yanında bu ödülün sahibi olduğu gibi Oscar’daki adaylığını da kesinleştirmiş oldu. Son olarak iyi bir performasla karşımıza çıkan “Burning” filminde görme fırsatı yakaladığımız Steven Yeun’u filmde ailenin babası Jacob rolünde izliyoruz. Eşiyle fabrikada Civciv cinsiyet seçme işi yapan Jacob Kore’den Amerika’ya büyük bir çiftlik kurmak hayali ile gelen ve bu hayaline körü körüne bağlı olduğu için eşi ile çatışmaya giren bir aile babasını yansıtıyor. Aile dinamiklerinin asıl değişmesi ise anne ve baba çalıştığı için evde  olmadığı sürede çocukların bakımını üstlenmek için Kore’den gelen anneanne’nin gelmesi ile oluyor.

Filmin seyircisini yakalayan asıl noktası ise şüphesiz 7 yaşındaki David rolünde izlediğimiz Alan Kim oluyor.  Ailedeki yerini, kendini, yeni bir ülkede yaşamak keşfini ve en çok da anneannesi ile zaman geçtikçe büyüyen ve yeşeren ilişkisini öyle tatlı bir yerden yansıtıyor ki oyunculuk açısında da bir çocuk oyuncu olarak gayet iyi bir performansa imza atıyor. Öyle ki “Film Eleştirmenleri Ödüllerinde” en iyi genç oyuncu ödülü ile de bunu taçlandırmayı başardı. Filmin gidişatında bir noktadan sonra anneanne ve David’in ilişkileri o kadar samimi ve gülümsetici bir çizgi yaratıyor ki  daha fazla sahnelerinin olmasını istiyorsunuz. Minari en başta gurbet ve göç hikayesini, kıta değiştirilse de  sorunların her yerde beraberinde gelebildiğini ama ailenin önemli bir kavram olduğunu yumuşak ve naif dokunuşlarla  anlatıyor. Sürprizli bir film olmasa da yönetmenin otobiyografik hikayesinde değindiği tema ve kavramları doğal oyunculuklarla süsleyerek seyirciyi bu açılardan yakalayabilmesi açısından iyi bir iş çıkartıyor.