yukari cik
X

New York Sokaklarında Çocuksu ve Özgür Bir Ruh: Frances Ha (2012)

New York Sokaklarında Çocuksu ve Özgür Bir Ruh: Frances Ha (2012)

82ekran için yazan: Selen Turna

                                                “Çünkü bazen yapman gerekeni zamanında yapmak güzeldir”

Yönetmenliğini Noah Baumbach‘ın üstlendiği Frances Ha (2012), senaryosunu birlikte kaleme aldığı ve aynı zamanda Frances’e hayat veren Greta Gerwig’in doğal oyunculuğunun yanı sıra etkili monologlarıyla da hafızalara kazınan bir film. Ana oyuncu kadrosunda Mickey Sumner, Michael Zegen, Grace Gummer ve son zamanların parlayan yıldızı Adam Driver yer alıyor. Özel bir dans topluluğunda stajyerlik yapan 27 yaşındaki Frances’in adım adım aşk, arkadaşlık ve kariyeri çerçevesinde şekillenen hayattaki yerini bulma çabasını konu alan film bunu komedi unsurlarıyla da destekleyerek anlatımını güçlendiriyor.

Greta Gerwig, son dönemlerde oyunculuğun yanı sıra Y kuşağını hedef alan Lady Bird, sağlam bir remake örneği Little Women filmleri ile kendini kanıtlaması ve filmlerinde kullandığı “feminist yorum” çizgisini bozmayan duruşu ile Hollywood’un ilgi çekici yüzlerinden biri. Sonraki projelerini izledikçe Frances Ha üzerindeki etkinliğini de net bir şekilde görmemizi sağlıyor. Noah Baumbach ile senaryosunu üstlendiği Mistress America (2015), Frances Ha ile benzer konular üzerinde durularak bu sefer farklı konumlarda iki kadın karakterin birbirine bakış açısı üzerinde yoğunlaşması göze çarpıyor.

Y Kuşağının Sesi Frances

 

   

En yakın arkadaşı Sophie’nin (Mickey Sumner) birlikte kaldıkları evden taşınmak istemesiyle kendi hayatındaki değişikleri kabullenmekte zorlanan Frances, yetişkinliğe adım atmak konusunda da adeta Y kuşağının eğlenceli bir sesi haline geliyor. Başına iyi veya kötü bir şey geldiğinde bunu anlatmak istediği kişi, onu dengeleyerek umarsızca tüm gerçek yanlarını açtığı arkadaşı Sophie’nin bu adımlar üzerindeki etkisi oldukça büyük. Hayaller ve gerçekler arasında sürüklenen karakterimizin yakın arkadaşı ile kurduğu toksik ilişki, olumsuz sonuçları da beraberinde getiriyor. Diğer yandan ona karşı çocuksu sevgisi, yapaylıktan fazlasıyla uzak bir hava yaratıyor. İkilinin dostluk kavramı konusunda belli bir olaydan ziyade diyalog üzerinden ikilinin hislerini ve düşüncelerini anlamak bu havayı yaratması için de etkili bir hamle oluyor. Karakterin bu kadar sevilmesi ve sahiplenilmesi de tam bu noktada devreye giriyor. Söylediği her sözün komedi unsurları ile bezenmesinin yanı sıra yaşattığı gerçeklik ve burukluk duygusunun yoğun oluşu izleyici ile karakter arasındaki bağı ustalıkla yukarı taşıyor.

Sophie sevgilisi Patch’e verdiği önemi ve Frances’in yanından taşınarak daha iyi bir yerde yaşamak istemesinden hemen sonra Frances’in neler yaşayabileceği, hangi evrelerden geçebileceği aslında tahmin edilebilir boyut alıyor. Yine de bu durum hiçbir şekilde izleyicinin filmden kopmasına izin vermiyor. Dikkat çeken monolog detaylarının bunda etkisinin büyük olduğunu söylemek mümkün.

Dans etmeyi sevse de hayatının sonuna kadar stajyer olarak kalamayacağını bir dönemeç yaşaması gerektiğini bilse de bunu ertelemeyi kendisi için hep başka yenilikler arama yoluna gidiyor Frances. Dolambaçları olmayan sadece tüm içtenliğiyle kendini bağımsız bir birey olarak keşfedişini izlediğimiz karakterin inandırıcı işleyişi ile kayda değer bir bütün oluşturuyor.

“Çok utanıyorum. Sorumlu bir yetişkin değilim hala”

Frances’in arkadaşı Lev’e (Adam Driver) söylediği bu replik büyümenin en önemlisi de sorumluluk almanın yükünün kişiden kişiye değişen bir etkisi olduğunu da ortaya koyuyor.  Bu nedenle en çok da bunu istemekten çok hayata karşı içindeki heyecanın yitip gidebileceğinden korkan kitle için değerli hale geliyor. Şunun altını çizmek gerekir ki Frances’in hayatında olan veya hayatına giren karakterlerin hikâyesine tanık olsak da bu sadece Frances’in hikâyesi. New York’da kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan kadın figürünü yansıtırken incelik yaratan noktası karakterin sevdiği şeylerden vazgeçmekte zorlanması.

Tek karakter odağı ve çevresinde gelişen olaylar genel olarak sade ve izleyicide vurucu bir his bırakmak yerine karakterin yolu nereye gidiyor, sonu nasıl olacak, bu yollardan geçerken hangi duygu geçişlerini yaşayacak vb. soruları ve cevapları üzerinde durmayı tercih ediyor. Bunu tercih etmesi ise izleyicinin kendini bir şeyler hissetmek için zorlamayarak filmin vuruculuğunu hazmederek anlaması için de güzel bir neden oluyor.

 “Biriyle birlikte olduğunda, sen onları seversin ve onlar da bunun farkındadır. Onlar seni sever ve sen de bunun farkında olursun. Ama bu bir parti ve diğer insanlarla konuşursun, gülersin, ışık saçarsın, odayı araştırır, diğerlerinin gözlerini yakalarsan ama bu sahiplenici olma ya da kusursuz bir cinsellik yaşaman için değil, senin bu hayattaki kişiliğin ile alakalı bir durumdur. Bu durum hem komik hem üzücü. Ama bu hayat sona eriyor ve tam da orada fark edilmeden herkesin önünde duran gizemli bir dünya oluşuyor ama kimse bunu fark etmiyor. Yani dedikleri gibi etrafımızda başka bir boyut var ama bizde onları algılama yeteneği yok. Yani bir ilişkiye girmeme sebebim işte bu ya da hayata sanırım, aşka…”

Tıpkı arkadaşı Benji’nin (Michael Zegen) söylediği gibi  “Frances, Çıkılamaz”, Frances’in aşka, hayata bakışını özetlediği bu monolog kendi dünyasında büyümesine rağmen henüz aşka ve hayata karşı küçük kalmasının küçük bir anekdotu oluyor.

İzleyen kişide kocaman bir gülümse bırakan diğer yandan üzücü ve düşündürücü karakteri, yetişkinliğe giden yoldaki sancılı süreçlerini en saf şekilde “iyi hissettiren film” kategorisine rahatça giriyor. Y kuşağında bulunan yetişkinliğe geçiş sürecindeki her gencin izlediğinde etkisini bırakarak izlerini taşıyabilecek olmasıyla yerini sağlamlaştırmayı başarıyor.