yukari cik
X

Netflix’ten Dişe Dokunur Bir Gerilim: Kidnapping Stella (2019)

Netflix’ten Dişe Dokunur Bir Gerilim: Kidnapping Stella (2019)

82ekran için yazan: Polat Öziş

Hakkıyla yapılmış bir gerilim filminin olmazsa olmazı “şimdi ne olacak?” sorusunun daima gündemde olması ve izleyicisine anbean merak duygusunu aşılamasıdır. Keza git gide bir bilinmezliğin ortasına sürüklenen anlatılar, dakikalar ilerledikçe heyecan dozajını yukarı çeker ve meraklı gözlerin pür dikkat kesilmesine olanak tanır. Aynı Kidnapping Stella’da olduğu gibi… Alman gerilim sinemasının son örneklerinden olan ve puslu atmosferini usta işi biçimiyle süsleyen film, orijinal Netflix yapımlarının da son dişe dokunur işlerinden.

Thomas Sieben’ın yönetmenliğini üstlendiği film, esasen sıradan gibi görünen bir fidye olayını merkezine alıyor. Tabii bu demek değil ki, anlatı tamamıyla bayağı. Asla! Nitekim Sieben, en başta kurduğu klostrofobik atmosfer ile ekran başına geçen herkese izlemesi pek de kolay olmayan ve fazlasıyla zorlayıcı bir anlatı sunuyor. Bu durum, Kidnapping Stella’nın duygusunu daha kanlı canlı bir şekilde aktarmasına vesile olurken, gerilimi de had safhaya çıkarıyor. Tabii bu noktada yönetmen Sieben’in olabildiğince tek mekân dışına çıkmama tercihi de tüm karakterlerin içinde bulunduğu hapsolmuşluk hissinin realitesini doruk noktasına çıkarıyor ve filmin vurucu yapısını taçlandırıyor.

Kidnapping Stella’nın en dişe dokunur kısımlarının başında ise, tüm dramatik çatısını 3 ana karakter etrafına kurmasında yatıyor. Özellikle karakterler arasındaki bağın, uzunca bir süre gizemini koruması anlatının ilgi çekici yapısını daimi kılıyor ve merak unsurunun her an göz önünde olmasına fırsat tanıyor. Bu da her bir saniyesiyle gerilim dozajını arttırma gayesi taşıyan bir film için, oldukça doğru atılmış bir hamle olarak beliriyor.

Kidnapping Stella’nın teknik anlamda da harikulade bir işçiliği huzurlarımıza getirdiğini söylemek de yarar var. Yerinde ve işlevsel kullanılan müzikler, anlatının ritmini yukarı çekmedeki en önemli araç. Hatta en az 3 ana karakter kadar başrol hüviyetinde. Tabii bu noktada eğri oturup doğru konuşalım. Gerilim janrında ortaya çıkan birçok filmde, müziğin duyguları harekete geçiren yapısına bel bağlandığını ve hikâyenin ikinci plana itildiğine çokça şahit olduk. Ancak Kidnapping Stella, tüm hikayesi boyunca müziğin göz boyayan yapısına sıkıca sarılmıyor. Aksine,  gerilimi had safhaya ulaştırmak istediği anlarda müzik kullanımına başvurarak, usta işi bir tavır sergiliyor. En az müzik kadar övgüyü hak eden bir diğer konu ise şüphesiz ki filmin kurgusu. Özellikle izleyicisinin bir an olsun rahat bir nefes almasına fırsat vermeyen ve yükseğe konumlandırdığı dinamizminden taviz vermeyen yapının en önemli dayağının ince elenip sık dokunan kurgusu olduğu aşikâr.

Gelelim filmin hikâyesine. Esasen Kidnapping Stella, basit bir fidye anlatısıymış gibi başlasa da senaryo içerisine yerleştirilen şık ayrıntılarla evrim geçiriyor ve boyutlanmayı başarıyor. Özellikle Tom ve Stella arasındaki geçmişe dayanan ilişki, bu sıradan fidye hikâyesini çeşitlendiren ana detay. Keza Tom’un kendi içerisinde yaşadığı çatışma ve doğru ile yanlış arasında gidip gelmesi de hem anlatının gerilim dozajını yukarı çekiyor hem de filmin temelini iyiden iyiye sağlamlaştırıyor. Evet, film bize ilk dakikasından itibaren Stella’nın kurban olduğunu betimliyor ancak dakikalar ilerledikçe asıl kurbanın Tom olduğu gerçeği ile yüzleştirmeyi de es geçmiyor. O, yaşadığı çevrenin onu getirdiği noktada tonlarca hata yapmış; vicdan muhakemesini çoktan rafa kaldırmış “kötü” insanlar vesilesiyle “kötü” insan olmaya zorlanmış sıradan bir birey. Ancak Kidnapping Stella’nın başarısının sırrı da burada gizli. Film, bu bebek yüzlü caniyi bir an olsun aklamaya kalkmıyor. Aksine yaptığı yanlış tercihlerin esiri olan Tom’a her bir saniyesinde suçlu gözüyle yaklaşıyor ve hayatta yapılan tüm tercihlerin insanların karakterini hatta geleceğini oluşturacak yegâne kavram olduğunu tekrar tekrar yüzümüze vuruyor. Bu da Kidnapping Stella’yı sıradanlıktan çıkaran ve gerilimini sağlam senaryosuyla süsleyen başarılı bir film olarak addedilmesinin önünü açan en önemli detay olarak beliriyor.

Filmin eleştiriye açık tek noktası finali. Tüm hikâye boyunca gerilimi anbean arttıran ve finalde fırtınalar kopacağı izlenimi yaratan Kidnapping Stella, nispeten hızlı ilerleyen ve düşük tempoyla geçen bir sonla izleyicisine veda ediyor. Evet, böylesi tam gaz ilerleyen bir anlatı için, finalin tatmin etmediği aşikâr. Ancak ortada Vic gibi, zekadan yoksun, yalnızca tüm vücuduna sirayet etmiş kin ile hareket eden bir karakter varken, olayların böylesine hızlı gelişmemesi için de hiçbir neden yok. “Aptal” yerine konduğunu düşünen ve geleceği konusunda şüpheye düşen böylesi bir karakterin kontrolsüz davranmasından daha doğal hiçbir şey yok. Nitekim filmin, bu noktada tutarlı davrandığını ve izleyicisine sunduğu karakterlerin doğasına uygun hareket ettiğini söylemek en doğrusu olacaktır. Evet, belki final soğuk duş etkisi yaratmıyor ama hikayenin gerektirdiği şekilde nokta koymayı başarıyor. Bu da senaryo matematiğinin doğru işlediğinin en büyük kanıtı olarak karşımıza çıkıyor.

Netflix’in başarılı olarak addedilebilecek nadir filmlerinden olan Kidnapping Stella, senaryosuna serpiştirilen vurucu detaylar ile meraklı gözleri üzerine çeken oldukça başarılı bir gerilim sineması örneği. Özellikle tek mekana sığan anlatısını, puslu sinematografisi ile birleştiren film, kendi içerisinde yarattığı çatışma noktaları ve dakika dakika yükselen gerilimiyle izleyicisine bir an olsun rahat nefes aldırmayan bir iş. Ne diyelim, Netflix’te hala dişe dokunur bir yapım arıyorsanız, Kidnapping Stella an itibariyle verebileceğiniz en doğru kararlardan biri olacaktır!