yukari cik
X

Ne Umduk, Ne Bulduk: The Last Dance (2020)

Ne Umduk, Ne Bulduk: The Last Dance (2020)

Takım sporlarının en dominant oluşumlarından biri olarak kabul edilen Chicago Bulls’un 1997-1998 sezonunu merkezine alan The Last Dance, basketbolseverlerin uzun süredir yolunu gözlediği bir yapım. ESPN ve Netflix ortak yapımıyla izleyicisi ile buluşan diziyi bu denli önemli kılan yegane yapı taşı ise basketbolun tüm dünyada popüler olmasına öncü olan ve bu sporun tartışmasız bir numarası Michael Jordan.

Tüm dünyayı etkisi altına alan virüs salgını nedeniyle yayın tarihi erkene çekilen ve basketboldan hayli uzak kalan sporseverler için adeta altın değerinde olan The Last Dance, şüphesiz ki evde geçen bu süre zarfı içerisinde seyredilmeyi hak eden önemli işlerden. Özellikle basketbolla yeni yeni yakınlaşan genç sporseverler için Michael Jordan ve Chicago Bulls hanedanlığını tanıma fırsatı sunan dizi, aynı zamanda basketbolun görece amatör bir spordan profesyonelliğe, sonrasında da endüstrileşmeye uzanan çalkantılı dönemine de parantez açarak kompleks bir spor belgeseli halini alıyor. Peki, bu denli merak uyandıran ve ilk iki bölümüyle izleyicisi ile buluşan The Last Dance beklentileri karşılıyor mu? İlk defa ortaya çıkan görüntüleriyle birlikte görsel bir şölene dönüşebiliyor mu? 82ekran ekibi olarak, ne umduk, ne bulduk sorusu altından dizinin ilk iki bölümünü değerlendirdik.

Gürhan Kırımlılar: Dünyaya Bu Sporu Tanıtan En Büyük Karakter Tartışmasız Michael Jordan

Basketbolun tarihi 1891’e kadar dayanıyor. O günden beri farklı aşamalardan da geçti. Ama dünyaya bu sporu tanıtan en büyük karakter tartışmasız Michael Jordan. The Last Dance belgeseli ise Jordan gibi bir oyuncu ve Chicago Bulls gibi spor tarihinde ender görülen bir takımın bilinen dağılma süreci içerisinde bizzat Phil Jackson’ın ismini koyduğu bir sezonu anlatmasıyla dikkat çekiyor. Michael Jordan, Dennis Rodman, Scottie Pippen, Phil Jackson gibi karakter olarak uyumsuz insanları barındıran bir takımın kahramanlarına yer vermesi bile yeterince merak uyandırıcı bir hikaye oluşturuyor.

Basketbolseverler içinse dizinin önemi daha büyük. 80 öncesinde tam profesyonel olamamış bir spor olan basketbol, Larry Bird ve Magic Johnson’dan sonra yükselişini Jordan ile taçlandırıyordu. Aynı zamanda Tex Winter ve Phil Jackson ile birlikte taktiksel olarak da değişiyordu. Dizide taktik olarak pek bilgi verilmese de endüstriyel spora geçiş ve yıldız odaklı takımların oluşarak, taraftarların ilgisini çekecek yapılara öncü olduğunun anlatılması bakımından oldukça faydalı bir belgesel.

Polat Öziş: Tarihin En İyi Spor Belgesellerinden Biri Olarak Anılmaya Şimdiden Aday

Adı ilk lanse edildiği günden bu yana merak uyandıran bir proje The Last Dance. Keza Michael Jordan gibi spor dünyasının en ikonik figürlerinden birini ve takım sporlarına adını altın harflerle yazdıran Chicago Bulls’u merkezine alması da başlı başına bir olay. Hal böyle olunca da diziyi dair beklenti de maksimize oluyor. En başta söylemek gerekir ki The Last Dance ilk defa ortaya çıkan görüntüleri, ritmi arttırmada adeta işlevsel kullanılan kurgusu ve arka planda cereyan eden iç savaşı çarpıcı bir şekilde yansıtması hasebiyle bu beklentiyi fazlasıyla karşılıyor. Yalnızca Michael Jordan’ın savaşçı yapısı ile yeşermeyen, aksine yeri geldiğinde Jordan’ın narsist kişiliğini de objektif bir şekilde izleyicisine aktaran dizi tam anlamıyla dönemine damga vuran Chicago Bulls hanedanlığının nasıl başlayıp, nasıl sona erdiğini hiçbir ayrıntı gözetmeden aks ediyor. Bu da basketbolseverlerin zihnine efsane olarak kazınan Bulls organizasyonunun eğrisiyle doğrusuyla masaya yatırılmasına olanak tanıyor. Henüz ilk iki bölümü yayınlasa da, halihazırdaki mayanın sağlam oluşu ve bu mayayı ustaca yoğuruşuyla The Last Dance, tarihin en iyi spor belgesellerinden biri olarak anılmaya şimdiden aday.

Ömer Aytimur: Beklenenden Fazlasını Karşılıyor

The Last Dance, Michael Jordan ve Chicago Bulls hanedanlığının son sezonu olan, 1997-1998 sezonunu daha önce görmediğimiz görüntüler ve özel röportajlarla birlikte detaylı bir işçilikle anlatarak izleyenlere benzersiz bir seyir zevki sunuyor. “İzledikten sonra kötü bir insan olduğumu düşüneceksiniz” demesine rağmen tüm olumsuzlukları sineye çekebileceğimiz kalitede bir sporcu Michael Jordan. Bolca kaos, kötülük vadeden belgesel, daha önce görmediğimiz görüntüleri, en iyi takım arkadaşım dediği Scottie Pippen’dan, o zamanların Chicago sakini Obama’ya kadar kendi ağızlarından Jordan etkisiyle büyüyen, hayranı olduğumuz Bulls hanedanlığını izliyoruz. Harika geçişler barındıran belgesel, yeraltı müziğiyle, büyük video arşiviyle beklenenden fazlasını karşılıyor. Gelecek bölümlerini sabırsızlıkla beklemek kaçınılmaz.