82ekran için yazan: Polat Öziş
Ayna bir narsisizim göstergesi ve güzellik sektörünün bir oyunudur!
Rastgele karşınıza çıkan bir insana yardım etmezseniz nasıl bir lanetin ortasına düşebilirsiniz hiç düşündünüz mü? Siz zahmet etmeyin. Russian Doll bu durumu olabildiğince eğlenceli bir şekilde bizim yerimize düşünüp, ayakları yere sağlam basan bir duruşla huzurlarımıza getirdi bile! American Pie ve Orange is the New Black gibi geniş kitlelere hitap eden işlerden hatırladığımız Natasha Lyonne’un başrolünde arz-ı endam ettiği dizi, makul süresi ve tek nefeste tüketilen yapısıyla Netflix’in en çıtır işlerinden olmaya şimdiden aday.
Nadia, 36. yaş gününü birkaçı hariç pek de sevmediği dostlarıyla beraber çılgın bir partide kutlamaya hazırlanmaktadır. Tabii partide partidir; uyuşturucu, alkol, seks, rock’n roll… Ne ararsanız bu partide! Üstüne üstlük Nadia’nın sivri dili de cabası. Tabii her şey gecenin konseptine uygun ilerlerken ortamı terk eden Nadia’nın beklenmedik bir anda trafik canavarına kurban gitmesi, olayların akışını bambaşka bir yöne çeker. Bu dakikadan itibaren Nadia’nın tekrar tekrar ölüşüne ve dirilişine tanıklık ederken, Nadia ile benzer kaderi taşıyan Alan’ın hikayeye dâhil olması ise izleyiciyi büyük bir bulmacanın tam ortasına bırakır. İyi de Nadia ile Alan’ın sırrı ne?
Malum, tekrardan aynı güne uyanma mottosu ele alınıyorsa akıllara gelecek ilk iş Bill Murray’ın efsanevi komedisi Groundhog Day’dir. Tarihte iz bırakmış ve akabinde birçok işe öncü olmuş bu filmden esinlenerek ortaya çıkan son iş ise Russian Doll. Ama bu eğlenceli diziye ucuz bir rip-off benzetmesi yapmak feci derecede haksızlık olacaktır. Çünkü karşımızdaki dizi, başından sonuna dek izleyicisini içine çeken ve komedisini, merkezine yerleştirdiği dramasıyla harikulade bir şekilde harmanlayan sıkı bir matematiğin örneği. Keza dizinin en büyük başarısının da önünü arkasını iyi hesaplayan senaryosu olduğunu söylemek de yarar var.
Russian Doll en başta bir komedi. Ama asla sulu zırtlak bir eğlence değil. Aksine, Nadia ve Alan’ın neden aynı güne geri dönmek zorunda oluşunu, insanı değerleri gözeterek ele alan ve birçoklarının çıkarım yapmasına vesile olan bir iş. Evet, hayatta ayrılıklar da var, çocukluk yıllarından süregelen travmalar da… Ama en çok da bencillik var. Keza kendinden başkasını düşünmeyen, yalnızca hayata dev aynasından bakan insanlar, en yırtıcı hayvandan bile daha tehlikelidir. Russian Doll’un özeline döndüğümüzde ise Nadia gibi narsist, gündelik zevklerinden başka derdi olmayan, sivri dilli, yeri geldiğinde ise oldukça tehlikeli olabilecek aykırı bir karakterle karşılıyoruz. Ancak dizi, esasen Nadia’yı her defasında feci şekilde öldürerek onun kötü karakteristik özelliklerinden bir nevi intikam alıyor ve onu yavaş yavaş ehlileştirerek hayatın gerçekleriyle yüzleştiriyor. Bunu yaparken de izleyicisine kör göze parmak sokmadan, bencillikten uzak durun mesajını eğlenceli bir şekilde aks ettiriyor.
Nadia ile Alan’ın karşılaşması ve aralarında bir bağ olduğunun ortaya çıkışı ise dizinin en büyük dönemeci. Bu noktadan sonra Nadia, kendisinden çok Alan’ı düşünmek zorundadır. Çünkü içine girdikleri bu kara delikten çıkmanın tek yolu Alan’ı anlamak ve onun da neden aynı günü yaşamak zorunda olduğunun farkına varmasıdır. İşte, dizinin vanaları açtığı noktayız. Evet, doğrusunu söylemek gerekirse bu ana kadar Russian Doll nispeten ağır bir tempo ile ilerlese de ilgi çekici aurasıya izleyicisini büyüsüne ortak etmeyi başarır. Ancak ne zaman ki işin içine Alan da dahil olur, işte o zaman gizem dozajı doruk noktasına çıkar ve ortaya çıkan bulmacanın arkasındaki matematik daha gözle görülür bir şekilde belirir. Nitekim Alan da Nadia’nın da bu büyük “bug”a düşmelerinin tek sebebi, her şeyin başladığı o gece, o ilk ölüm anında birbirlerine yardım etmeyişleridir. Bir başka deyişle, bencilliklerinden taviz vermemeleri yüzünden bu kara deliğe saplanmışlardır. Sahi, aynı güne geri dönmek, hem de defalarca kez vahşice ölerek, bir bencile verilebilecek en müthiş ceza değil mi?
Dizi bir yandan Groundhog Day mottosunu kendine has iğneleyici içeriği ile birleştirirken, öte yandan ise ekran başına geçenlere harikulade bir seyirlik sunmayı ihmal etmiyor. Eğri oturup doğru konuşalım; Nadia gibi sıra dışı biri ile düzen delisi Alan’ın kader birliği yapması, tezatlıklardan doğan müthiş bir arkadaşlığı da huzurlarımıza getiriyor. Nadia’nın her defasında üste çıkmak için çabalayışı, Alan’ın ise terk edilme acısı derken, ikilinin macerası abartıdan uzak bir mizahı da kucağımıza bırakıyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse karşımızdaki iş, diziden ziyade uzunca bir sinema filmi görüntüsü çiziyor. Her biri ortalama 25 dakika olan ve 8 bölümden oluşan Russian Doll makul süresiyle zaten tek oturuşta bitirilmeye müsait. Kaldı ki, oyuncuların uyumu, dizinin anbean kahkahayı beraberinde getiren duruşu ve heyecan dozajını diri tutmayı başarabilmesi, izleyiciyi koltuğa çivileyen en önemli nedenlerin başında geliyor. Tabii bu noktada parantez açılması gereken değişken de Nadia’ya tüm ihtişamı ve retro saçlarıyla hayat veren Natasha Lyonne’un ta kendisi! Böylesine aykırı bir karakteri dahi sempatik bir haleti ruhiyeye yerleştirmeyi başaran yetenekli oyuncu şüphesiz ki dizinin en büyük artısı. Hele hele o nodüllü sesi yok mu, onu duymak, Russian Doll’un özelinde o sesi işitmek tebessümü beraberinde getiren bir hadiseye dönüşüyor. Olumlu-olumsuz yönleriyle doğru tasarlanmış ve karakter değişimine giden yolu emin adımlarla ilerleyen Nadia’ya kusursuz bir şekilde hayat veren Natasha Lyonne’u izlemek sahiden de büyük keyif!
Groundhog Day temasından beslenen ve her ölümün ardından aynı güne dönmek zorunda kalan Nadia ve Alan’ın girdikleri sarmalın içinden çıkma sürecini ele alan Russian Doll, izleyicisini bilmecelerle örülü sıkı bir maceranın içine bırakırken, bir yandan da kahkaha attırmayı es geçmiyor. Özellikle kendimizi tanımak ve kötü özelliklerimizden arınmak adına, kimi zaman sıkı bir yolculuğa çıkmamız gerektiğinin mesajını ince bir şekilde veren dizi, izleyicisini koltuğa çivileyen şık bir Netflix orijinali.