yukari cik
X

LGBT+ Bireylerin Sinemada Temsil Ediliş Biçimleri

LGBT+ Bireylerin Sinemada Temsil Ediliş Biçimleri

82ekran için yazan: Ceren Kurtoğlu

Sinema, yüz yıldan fazla olan geçmişiyle insan tarihini, insanın hayal gücünü ve günlük yaşantısını perdeye yansıtan ve yansıtmaya devam eden yedinci sanat dalı olmuştur. 19. yy sonlarına doğru dünya pek çok gelişim ve değişim yaşamıştır. İlk otomobilin üretilmesi, telsiz telgrafının bulunması, radyumun keşfi, modern çağın ilk olimpiyatının yapılması gibi tarihi anlara tanıklık edilen 19.yy’da, sanat alanında da çok fazla değişim yaşanmıştır. Nietzsche’nin üstinsan görüşü, Çehov’un Martı oyunu, Freud’un ünlü çalışması Düşlerin Yorumu gibi pek çok eser 19.yy’a adını silinmez harflerle kazımıştır. 19.yy, istibdat döneminde olması nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu hariç bütün Avrupa’da buluşlar ve yeniliklerle geçmiştir. Bu yeniliklerin dışında statik görüntüleri hareketlendirme gayesiyle yola çıkan Lumiere Kardeşler sinemanın doğuşuna zemin hazırlayan çalışmalara başlamıştır. Her ne kadar Thomas Edison ve Max Skladanowsk gibi mucitler de sinemanın buluşuyla ilgilenseler de, sinema hep Lumiere Kardeşler’in icadı olarak bilinir. Sinematografi üzerine çeşitli çalışmalar yapan Lumiere Kardeşler, 1895 yılında buluş belgelerini aldıktan sonra ‘’Lyon’daki Lumiere Fabrikasından İşçilerin Çıkışı’’ adlı bir dakikadan uzun olan filmi gösterime sokmuşlardır. Sinemayı bir bilim olarak gören Lumiere Kardeşler’den sonra George Melies, Emile Cohl gibi sanatçılar sinema sektörüne biraz daha sanatsallık katmak amacıyla çalışmalarda bulunmuşlardır.

İlk filmin 1895’te çekildiği, ilk renkli filmin 1902 yılında yapıldığı, ilk sesli filmin 1927 yılında ‘’The Jazz Singer’’ ile akıllara kazındığı sinema sektörü 1895 yılından günümüze dek gelişmeye devam etmiştir. Dram, komedi, gerilim, aksiyon gibi pek çok türü içinde barındıran sinema sektörü, dünya yaşantısı, insan, insan tarihi, insanın hayal gücü ve insan sorunları gibi çeşitli konuları işlemiş ve işlemeye devam etmektedir. Fakat her ne kadar geçmişi 100 yıldan fazla olsa da kendi tarihinden daha eski olan LGBT+ tarihinin sinema endüstrisinde işlenen bu konular arasında istediği yeri bulamadığı görülür.

Toplumsal Ahlâk ve LGBT+

Türkiye de dâhil olmak üzere gelişmiş ve gelişmekte olan çoğu ülkede homoseksüel, transgender, interseksüel olmak kanunen bir suç sayılmıyorsa da, yine en çok hakları ihlal edilen, nefret söylemlerine maruz kalan bireylerin onlar olduğu görülmektedir. Özellikle kolluk kuvvetleri başta olmak üzere, çoğu kurumlar ve bireyler tarafından LGBT+ bireyler sistematik şekilde toplumun dışına itilmeye çalışılmaktadır. Dünyada hâlâ doğru cinsel kimliğin heteroseksüellik olduğu, doğru olanın kadın-erkek ilişkisi ve bu ilişkiden gelen bir çocuk olması gerektiği düşüncesi yadsınamayacak kadar fazla insan tarafından kabul görmektedir. LGBT+ bireylerin kabul görmeyişinin ise elbette belirli gerekçeleri vardır. Çoğu insan dini kurallar gereği LGBT+ kimliklerin günah olduğunu söylerken, kimileri ise LGBT+ kimlikleri bir ahlâksızlık ve bir hastalık olarak nitelendirmektedirler. Kimileri LGBT+ kimliklerin doğaya ters olduğunu kimileri ise LGBT+ bireyleri kendilerinde estetik bir his uyandırmadıkları için reddettiklerini belirtmektedirler. Toplumun bu değer yargıları karşısında da LGBT+ bireyler tarih boyunca ötekileştirilmiştir. Devletlerin aldığı kararlar ve politikalar ise genel olarak ‘’normal ve ahlaki’’ standartlar üzerine kurulmaktadır. Zaten toplumda fazlasıyla oluşan bu önyargı iktidarın aldığı kararlar ile birlikte kendilerine uygun olmayanı dışlama eğilimine dönüşmektedir. Toplum, normal ve ahlaki olanın kendi eylemleri olduğu düşüncesiyle, tersi eylemde bulunanları ötekileştirmeye başlar. Yani toplum heteroseksüel olduğu için normal olanın heteroseksüellik olduğu kabul görmekte ve bu da kendilerinde ‘’anormal’’ olan LGBT+ bireyler üzerinde her türlü söz hakkına sahip oldukları düşüncesini oluşturmaktadır. Örneğin; eşcinsel bir bireye ‘’düzelmesi’’ amacıyla psikolojik tedavi tavsiye edilmektedir. Transgender bir bireyin hormon ilaçları bireyden saklanmaktadır. ‘’Onarım terapisi’’ adı altında LGBT+ çocuklar ve yetişkin bireyler belirli terapileri almaya zorlanmaktadır. Bunların hepsi de LGBT+ kimliklerin ve toplumun iyiliği adına yapıldığı söylenerek meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Fakat İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 2.maddesinde, ‘’Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.’’ yazar. Bu da toplumun hiçbir kesiminin farklı bir kesiminden üstün veya aşağı olmadığının göstergesidir. LGBT+ kimlikler en az heteroseksüel kimliğe sahip olmak kadar normal ve doğaldır. Bu nedenle LGBT+ bireylerin zorbalığa maruz kalması, ötekileştirilmesi hiçbir şekilde kabul edilmemelidir.

Sinema ve LGBT+

Sinema endüstrisi ilk eşcinsel örneklerini sinemanın ortaya çıktığı zamanlarda vermiş olsa da (The Gay Brothers,1895) toplumun ve toplumsal ahlâkın, LGBT+ kimlikleri tarih boyunca ötekileştirmesi, doğru cinsel yönelimi heteroseksüellik olarak kabul etmeleri sinema sektöründe bu kimliklerin tam anlamıyla işlenememesine ve dertlerini anlatamayışlarına sebep olmuştur. Her ne kadar toplumsal yargılar LGBT+ kimlikleri görmezden gelmeye ve ötekileştirmeye çalışsa da önce Avrupa sonra Hollywood sineması LGBT+ temalı filmler ile bu toplumsal normları aşmaya çalışmıştır. Tabii bu filmlerin LGBT+ bireyleri ne kadar temsil ettikleri, sorunlarını ne kadar yansıttıkları tartışılır bir durumdur.

Özellikle teknolojinin gelişmesi ve iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla beraber 20.yy sonlarında seslerini daha çok duyurmaya başlayan ya da bizim seslerine daha çok kulak vermeye başladığımız LGBT+ bireylerin temsilleri beyaz perdede de görünür olmaya başlamıştır. Fakat LGBT+ bireylerin, eski zamanlara oranla karikatür tipler olmaktan çıkıp hayat mücadelesinin içinde kendine yer bulabilmeye çalışan, gerçekçi karakterler şeklinde kurgulanmaya başlanması gibi gözle görülür değişimler olsa da bunlar hâlâ yeterli değildir. Hâlâ çoğu filmde bu karakterlerin cinsel kimlikleri, yaşam tarzları bir tabu olarak görülmekte, haklarında konuşulmamakta ve genelde dertsiz, karikatürize ve komik tiplemeler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. LGBT+ temalarının işlendiği çok fazla film beyaz perdeye yansıtılmış olsa da bunların pek çoğunun gişe stratejisinin mi yoksa gerçekten bu mücadeleyi anlama ve anlatma ihtiyacının ürünü mü olduğunu bilmek pek mümkün değildir. Fakat filmlerin beyaz perdeye yansıtılışını, kimliklerin temsil ediliş biçimlerini irdelediğimizde bazı çıkarımlar yapmak mümkün olabilir. Sonuç olarak teknolojinin gelişmesi ve hayatın her geçen gün modern anlamda bir adım daha ilerlemesi LGBT+ mücadelesini daha görünür kılmaya başlamış ve yine bu mücadele toplumun belirli bir kesiminin de desteğini almaya başlamıştır. Sinema sektörünün de son zamanlarda oluşturulan bu farkındalık hareketinden yararlanmak istemesi de mümkündür. Çünkü kitlelerin talebiyle ortaya çıkan değerler, belirli güçlerin rantiye araçlarına dönüşürler.

Toplumsal Ahlâk, LGBT+ Sinemasını Nasıl Etkiliyor?

Bu gelenekselleşmiş olan toplumsal ahlâk hayatın her alanında olduğu gibi sinemada da belirleyici olandır. Toplumun her alanında ve her sektöründe olduğu gibi sinema endüstrisi de toplumun çoğunluğunun isteklerine ve düşüncelerine uyacak şekilde filmografilerini genişletmeye çalışmışlardır. Çünkü her zaman azınlığı ötekileştirmek ve yok saymak daha kolaydır. Özellikle cinsel devrim ve LGBT+ mücadelesinin ses getirmesinden ve LGBT+ bireylerin görünürlük kazanmaya başlamasından sinema sektörü de kendi payına düşen dersi çıkarmıştır. Fakat her ne kadar LGBT+ bireylerin beyaz perdede temsil ediliş biçimleri değişmeye başlamış olsa da sinema endüstrisinin bu dönemde bir çekincesi her zaman olmuştur. Bu çekince toplumsal ahlâktan başka bir şey değildir. Başta Avrupa ve Amerika sineması olmak üzere sektör her ne kadar LGBT+ temalı filmlerle farkındalık yaratmaya çalıştığını hissettirse bile bu senaryolara, çekimlere, karakterlere bir süreden sonra karar verenin toplumsal normlar olduğu fark edilmektedir. Yani LGBT+ kimliğiyle ilgili çekilen filmde söz sahibi LGBT+ değil geleneksel ahlâktır. Ataerkil bir düzenin hüküm sürdüğü toplumlarda erkeğin her konuda görüşünün daha dikkate alınacağını düşünecek olursak; sinema sektöründe de erkeğin tatmini için LGBT+ temalı filmler de dâhil çoğu filmlerde kadının bedeni metalaştırılmış ve birer cinsel obje olarak gösterilmiştir. Fakat aynı zamanda ‘’erkeklik algısından’’ çekinildiği için erkek eşcinselliği temalı filmlerde temsiller daha muhafazakârlaştırılmıştır. Bu konuyla ilgili verilecek çok fazla örnek bulmak mümkündür. The Way He Looks (Daniel Riberio, 2014) adlı filmin başrol erkek karakteri ile Blue Is the Warmest Color (Ghalya Laxroix, 2013) adlı filmin başrol kadın karakterini incelediğimizde; iki filmde de başroldeki bu karakterlerin lise çağında, cinsel kimliklerini yeni keşfetmeye başlayan ergen bireyler olduğunu görmekteyiz. The Way He Looks’ta konu, aile bireylerinin korumacı tavrından sıkılmış, özgürlük arayışında olan Leonardo adlı öğrencinin, sınıfına gelen erkek birey Gabriel ile olan ilişkisi üzerine kurulmuştur. Yine Blue Is the Warmest Color adlı film ise bir lise öğrencisi olan Adele’in sıradan ergen hayatıyla başlamış ve yaklaşık on yıl boyunca yaşadığı cinsel ve içsel kimliğini tanıma süreci anlatılmıştır. Öncelikle bu iki filmin ortak özelliklerine değinecek olursak, ikisinin de yaşadığı cinsel kimlik karmaşası gözle görülür biçimde ortadadır. Bunun sebebi ise toplumun değer yargılarının zaten onlara çoktan birer cinsel kimlik belirlemiş olmasıdır. Adele’in, kimliğini tanıyana kadar yaşadığı süreçte hep emin olduğu iki şey vardır; Adele bir kızdır ve kızlar erkeklerle ilişki yaşar. Aynı şekilde Leonardo’nun da yanına hep kız arkadaşları yakıştırılmaktadır. Zaten ergenlik çağlarında olan bu iki bireye toplumun yardımcı olmaması ise ikisinin de aileleri üzerinden anlatılmaktadır. Ailelerinin tahakkümleri altında olan karakterler kendilerini keşfetme sürecini anlatacak birilerini bulamadıkları için bir süreden sonra varoluşsal sancılar çekerler. Bunların dışında ise iki filmin mukayesesini yaptığımızda göze çarpan en önemli farkın karakterlerin ve ilişkilerinin perdeye yansıtılış biçimleri olduğunu söylemek mümkündür. Yani gey ilişkisinin anlatıldığı The Way He Looks’da, Blue Is the Warmest Color’a kıyasla filmin cinsellikten uzaklaştırılarak, romantik duygular üzerinden işlenmeye çalışılması bunun bir oto sansür olup olmadığı ve toplumun estetik yargılarına göre şekillendirilip şekillendirilmediği üzerinde tartışmaya yol açabilir. Çünkü neredeyse aynı tema ile işlenen sadece karakterlerin lezbiyen olduğu Blue Is the Warmest Color adlı film erotik sahneleriyle hafızalara çoktan kazınmıştır bile.

Blue Is the Warmest Color, Carol, Below Her Mouth, The Danish Girl gibi lezbiyen ilişki temalı filmlerin lezbiyen karakterlerinin hep toplumun kabul gördüğü güzellik standartlarına uygun olması da sanki filmi en azından bedenen ‘normalleştirme’ girişimi gibi göstermektedir. Bu ve bu türde filmlerin çoğunda karakteri oynayan kadınların pek çoğunun kabul edilen fizik standartlarında olması özellikle erkek seyirci başta olmak üzere izleyenin cinsel uyarılmalarını tatmin etmek amacıyla yapılmış hissi uyandırmaktadır. Pornografi ile sanat eseri arasındaki ince çizgide duran erotik sahnelerin, lezbiyen temalı filmlerde biraz daha pornografi tarafına kayması, kadın bedeninin açık bir biçimde gösterilmesi ve hatta genelde ağır çekimlerle detaylara girilmesi toplumun büyük bir kesimi tarafından rahatça izlenebilmektedir. Fakat gey temalı ilişkilerde olayların cinsellikten çok romantik bir çizgide işlenmesi, iki erkek bedeninin yan yana gösterilmekten çekinilmesi, öpüşme sahnelerinin sürelerinin kısa tutulması gibi detaylar yer almaktadır. Genel olarak homoseksüel kadının cinsel organı ve bedeni çıplak şekilde seyirciyle buluşurken, homoseksüel erkeğin cinsel organı bir şekilde kamera hilesiyle saklanmakta ve seyircinin rahatsız olmayacağı şekilde sahne açısı ayarlanmaktadır. Burada da aslında seyircinin iki erkeğin cinsel ilişkisini görmekten haz duymadığı ve buna hazır olmadığı düşüncesinin çıkarılması çok doğaldır. Bu durumu The Way He Looks, Moonlight, Kill Your Darlings gibi gey temalı filmlerde yakalamak mümkündür. Tabii heteroseksüel ilişkilerin anlatıldığı filmlerde bu duruma daha az rastlanmaktadır. Bu tarz filmlerde genel olarak kadın ve erkek çıplak bir şekilde, bedenlerinin detaylarına da girerek gayet açık bir şekilde gösterilebilmektedir. İşte tam da burada ‘’erkeklik algısı’’ dediğimiz durum açık bir şekilde kendini ele vermektedir. Seyirci yani toplum, zaten doğasında heteroseksüel ilişkinin normal olduğu kanısını kabul ettiği için bir erkeğin cinsel anlamda bir kadın üzerinde aktif rol oynamasını ve bunun açık bir şekilde sunulmasını sorun etmiyorken; bir erkeğin başka bir erkek karşısında cinsel anlamda pasif rol oynaması toplumu rahatsız etmektedir. Ayrıca Türk sinema sektörü de dâhil olmak üzere farklı ülkelerin sinema sektörlerinde özellikle transseksüel bireylerin geçim kapıları seks işçiliği, dolandırıcılık, hırsızlık olarak gösterilmektedir. Güneşi Gördüm, Dönersen Islık Çal, Boys Don’t Cry, Breakfast on Pluto, Alef gibi yapımlarda trans veya homoseksüel bireyler ya hırsız ya seks işçisi ya katil ya da dolandırıcı olarak gösterilmektedir. Bu durum da toplumun, LGBT+ kimlikleri ahlâksız, toplum düzenini bozmaya çalışan, kötü bireyler olarak görmesine yol açmaktadır. Hâlbuki kendini geliştirebilmiş, toplum lehine faydalı işler yürütebilmiş pek çok LGBT+ birey saymak mümkündür. Belki de cinsel kimliğini bilmeyenlerin bile sıkça adını zikrettiği eşcinsel bir birey olan Alan Turing’in, icat ettiği evrensel makine 20. yüzyılın en büyük İngiliz buluşu seçilmiştir. Lynn Conway ise çip tasarımı üzerine önemli bir rehber kitap yazan ve MIT’e bilgisayar kursu veren ünlü bir trans bireydir. Fakat sinema sektörünün LGBT+ kimliklerin bu yönünü görmezden gelmesi bilinçli mi bilinçsiz mi tartışılır. Ayrıca LGBT+ kimliklerin sadece trajik ve cinsel hayatları varmış gibi gösterilmesi de bu kimliklerin doğal bir şekilde perdeye yansıtılmasını engelliyor. Hâl böyle olunca da yine sinema sektörünün LGBT+ kimlikler arasında yaptığı bu bilinçli veya bilinçsiz ayrımcılık onların bu konu üzerindeki duyarlı kişiliklerinden ziyade LGBT+’yi birer kazanç kapısı olarak gördüklerini düşünmemize sebep olmaktadır.

LGBT+, Toplumsal Ahlâk ve Nietzsche

Hristiyan ahlâkı ile birlikte Kant’ın ahlâkına da eleştiri oklarını yönelten Nietzsche, dönemine dek süregelen geleneksel dini ve ahlâkı eleştirmek için ‘nihilizm’ kavramını kullanmıştır. Batı düşüncesini bir çürüme olarak gören Nietzsche, sanatı alt ederek yaşamı kendisine zorunlu kılan felsefenin iyi bir yaşamı mümkün kılan tüm Dionysosçu içgüdüleri yok ettiğini belirtmiştir. Hatta ona göre çağının nihilizmiyle mücadelede sanat felsefeden daha güçlü bir yol gösterici ve araç olmuştur. Burada Nietzsche üstinsanı güç istencinin nihilizme meyil eden anlamıyla birleştirerek bir varoluşçu düşünce çıkarır.  O, insanlığın nasıl yaşayacağını belirleyen belirli a priori ilkelerin olduğu ve bu ilkelere ahlâklı ve iyi biri olarak yaşamak için uyulması gerektiği görüşüne şiddetle karşı çıkmıştır. Çünkü Nietzsche için insan, sadece bir akıl varlığı değil aynı zamanda içgüdüsel bir varlıktır. Yani nasıl yaşayacağımızı, ne hissedeceğimizi, neye yöneleceğimizi belirleyen şey sadece insan aklı değildir; aynı zamanda insanın doğasında yatan eğilimdir. Öyleyse insan sadece aklını kullanmaya devam ettiği sürece doğasında yatan bu eğilimi bastırmaya devam eder. Örnek olgularla ilerleyecek olursak konuya daha hâkim bir bakış açısından yaklaşabiliriz. LGBT+ bireylerin toplum içerisinde yaşadığı belirli zorluklar ve sıkıntılar vardır. Peki, bu zorlukların kaynağı olan ahlaki normların sebebi nedir? Toplumsal zihindir. Bir akıl kıskacından kurtulamayan bireyler bir toplumu oluşturup kurtulan kesimi kendi hâkimiyetleri altına almayı başarmışlardır. Bu insanlar değişen doğada kendi doğrularını, kendi değerlerini ve kurallarını kabul ettirmeye çalışmıştır. Bu toplumun tahakkümü altına giren bireyler de bu yasaklara ve değer yargılarına uyarak içgüdülerini köreltmiş ve sadece akıllarını kullanmaya devam etmiştir. Buna günümüzde de sıklıkla karşımıza çıkan bastırılmış cinsel kimlik arayışını örnek gösterebiliriz. Bu, insanın kendine yaptığı en büyük kötülük olmuştur. İnsan içgüdüleri köreldiği için her geçen gün başka fedakârlıklarda bulunmuş ve kendini riske atmıştır.

Nietzsche’nin ‘’Übermensch’’ (üstinsan) kavramı bu doğrultuda bize pek çok fayda sağlar. Oruç Aruoba, ‘’Nietzsche: Temel Görüşü, Temel Kavramları’’ adlı yazısında üstinsanı şöyle tanımlar: Değerleri yeniden değerlendiren bir kişi, yani yaratıcı bir kişidir üstinsan. Aktöreyle alışverişi kalmamış. İyi ile kötünün ötesinde bir kişidir; kendini aşmış.

Aktöre dışı kalarak özgür olmaya ilk adımını atmış, kendi kendisi olmuş bir kişidir. Böyle kişiler, her tarih ve çağda, her toplumda hep bulunageldiler, hep de bulunagelecekler. (Yazı, 1978. 3.sayı). Nietzsche, insanın kendi aklındaki bu hapishaneden kurtulmasını ve bu aktöreyi aşmasını ister çünkü bu şekilde bu toplumsal normların da yıkılacağını düşünür. Bu normlar da yıkılınca insanlar LGBT+ bireyleri ötekileştirmekten çok onları benimseye başlarlar. Fakat insanlar bunu yapmak yerine sadece zihinlerini kullanarak inançlarını benimsemeyi tercih ederler. Bireysel normlarını bırakıp bu inançlara göre yaşamaya başlarlar. Tam bu noktada Nietzsche, insanın akıl kıskacından kurtulması gerektiğini, insanların kendi özgürlüklerini ele almalarını gerektiğini savunur. Burada belki de Nietzsche’nin âşık olduğu kadın LouSalome’nin büyük etkisi vardır. Çünkü Salome de bağımsız ve özgür bir kadındır. Bu yüzden Nietzsche’nin ‘’übermensch’’ kavramını şöyle yorumlayabiliriz: Her insan kendi benliğini kendi içinde taşır. Akıl kıskacından kurtulan her insan da kendi özgürlüğünü kendi benliğini bulur. Özgürlüğüne ulaşan kişinin kendine olan inancı artar ve kendine inanan bir kişi de Tanrı’ya inanmaz. İnsan için tek bir dünya vardır o da bu yeryüzüdür. Öyleyse ne dini değerler ne kurallar ne ahlaksal olaylar vardır. Sadece olayların ahlaksal yorumları vardır ve bunları da yaratan insanlardır. Bu nedenle birinin cinsel kimliğini ötekileştirmek, yok saymak sadece aklını kullanan bireylerin yarattığı genel geçer yargılardır.

Dünya yaratıldığı andan itibaren değişmektedir. Binlerce din, toplum, geleneksel yargılar geçmiş ve gelmeye de devam etmektedir. Değişen dünya düzeninde kesin doğruların yanlış olduğu, kesin yanlışların da doğru olduğu gibi pek çok örnekle karşılaşılmıştır. Çünkü bunların hepsi insan tarafından yaratılmıştır. Çünkü doğa ve doğal olan insanın yarattığı şeydir ve sürekli yaratılan estetik bir fenomen olarak devam etmektedir. İnsanlar zamanında putlar yapmışlar ve bunlara tapmaya başlamışlardır. Kendileri yaratmış ve tapmaya devam etmişlerdir. Çünkü insan inanmaya ihtiyaç duymuştur. İnanç türleri, sistemleri tarih boyunca değişmiştir ama insanın kendi benliğine inancı dışındaki her şeye inanma sevdası hiç değişmemiştir. Bu inançlar dünyanın her yerinde farklılık gösterse de ortak olan tek bir şey olmuştur. Bu inançları geleneksel yargılar oluşturmuştur. Bu inançlar ve geleneksel yargılar arasındaki ortak nokta ise ikisini de insanın yaratması olmuştur. Ayrıca insan yine kendinden olmayanı, kendi gibi hissetmeyeni ötekileştirme düşüncesini eski çağlardan bu yana hiç değiştirmemiştir.

O zaman şunu söyleyebiliriz ki LGBT+ her ne kadar insanlığın doğuşundan itibaren var olan kimlikler olsa da akıllarının yanında eğilimlerini ve içgüdülerini yönlendirmeyi bilmişler ve kendi içlerindeki hapishaneden kaçmayı başarmışlardır. Fakat tam da benliklerinin özgürlüğe kavuşacağı anda salt aklın etkisi altında kendilerini bulmuşlar ve bu şekilde gerçek kimliklerini bastırmak zorunda kalmışlardır. İşte bu yüzden bu düzeni iyileştirecek tek şey olsa olsa Nietzsche’nin üstinsanı olur. Bu üstinsan da bu özelliklere sahip olmalıdır ki kendi değerlerini yaratabilsinler. Belki bazen stratejik belki de bencil olmalıdır. Fakat zaten bencillik Nietzsche için çok da kötü bir kavram değildir. Nietzsche, ‘’Yeryüzünün anlamı olacak üstinsan! Yalvarırım size, kardeşlerim, yeryüzüne bağlı kalın, inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz edenlere!’’ der ve dinsel bağlılıklara, Platon’un ‘’idealar dünyası’’ gibi kavramlara itimat edilmemesi gerektiğini savunur.

[stextbox id=’info’ bwidth=’#c4c4c4′ ccolor=’c4c4c4′ bcolor=’c4c4c4′ bgcolor=’c4c4c4′ cbgcolor=’c4c4c4′ bgcolorto=’c4c4c4′ cbgcolorto=’c4c4c4′]

KAYNAKÇA

Rekin TEKSOY, Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi, Oğlak Yayıncılık, 2005

NIETZSCHE, Friedrich W. Putların Alacakaranlığı- Hasan Ali Yücel Klasikleri, İş

Bankası Kültür Yayınları, 2010

NETZSCHE, Friedrich W. Böyle Buyurdu Zerdüşt, Say Yayınları, 2006

NIETZSCHE, Friedrich W. Tragedyanın Doğuşu- Hasan Ali Yücel Klasikleri, İş

Bankası Kültür Yayınları, 2016

ARUOBA, Oruç, Nietzsche: Temel Görüşü, Temel Kavramları, Yazı Dergisi,1978

Kaos GL Derneği, LGBT+ Hakları İnsan Haklarıdır, Ayrıntı Basımevi, 2011

Kaos GL Derneği, Anti-Homofobi Kitabı/3, Ayrıntı Basımevi, 2011

COMMITTEE, Draft, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, 1948

GÖREGENLİ, Melek, LGBT+ Bireylerin Gündelik Yaşamda Karşılaştıkları

Ayrımcılık, Ayrıntı Basımevi, 2011

KÜÇÜKALP, Derda, Nietzsche’nin Ahlak ve Politika Felsefesi, Dora Yayınevi, 2017 KECHICHE, Abdellatif ve LACROIX, Ghalya, Blue Is TheWarmestColor, 2013

JENKINS, Barry ve McCRANEY, Tarell Alvin, Moonlight, 2016

RIBEIRO, Daniel, TheWay He Looks, 2014

HAYNES, Todd, Carol, 2015

MULLEN, April ve FABRIZI, Stephani, BelowHer Mouth, 2016

KAYIŞ, Emre Alef, May Yapım, 2020

OĞUZ, Nuray ve ŞAN, Cemal, Dönersen Islık Çal, 1992

HOOPER, Tom, TheDanish Girl, 2016

JORDAN, Neil, Breakfast on Pluto, 2005

PEIRCE, Kimberly, Boys Don’t Cry, 2000

KIRMIZIGÜL, Mahsun, Güneşi Gördüm, 2009

KROKIDAS, John, Kill Your Darlings, 2013

DUYMUŞ,     Kerem,           Sinemada       Nietzsche’yi   Anlamak,       2015,

https://www.filmloverss.com/sinemada-nietzscheyi-anlamak/  

ADUGİT, Yavuz, Özgürlüğün İki Uğrağı Kant ve Nietzsche, 24.11.2015 http://www.yavuzadugit.net/ozgurlugun-iki-ugragi-kant-ve-nietzsche/  

GÜNEŞ,          Ahmet,           İlk        Eylemden       Bugüne           LGBTİ             Hareketi,        2019,

http://platform24.org/objective/365/ilk-eylemden-bugune-lgbti-hareketi   

[/stextbox]