yukari cik
X

Leyla ile Mecnun’u Neden Çok Özlüyoruz?

Leyla ile Mecnun’u Neden Çok Özlüyoruz?

82ekran için yazan: Polat Öziş

Hadi itiraf edelim. Hepimiz Leyla ile Mecnun’u, onun absürt mizahını çok özlüyoruz! Televizyon ekranlarına gelmiş en spesifik projelerden biri olan ve yalnızca eğlencesiyle ile değil, aynı zamanda aşıladığı samimiyet duygusuyla da muadillerinden ayrılan bensiz bir yapımdı o. Burak Aksak’ın zekası ve Onur Ünlü’nün üstün yeteneği ile birleşerek huzurlarımıza gelen Leyla ile Mecnun, aradan geçen yıllara rağmen hala gönüllerdeki hakimiyetini sürdürüyor. Peki, üç sezon boyunca ekranlara gelen ve 7’den 70’e birçok kişiyi kendisine hayran bırakmayı başaran bu absürt mizahı neden çok özlüyoruz, sebepleri neler? Gelin hep birlikte inceleyelim.

Leyla ile Mecnun’u bize sevdiren ana unsur Kireçburnu Çakalları‘dır. Bir başka deyişle, Mecnun, Erdal Bakkal, İsmail Abi, Hırsız Yavuz ve İskender’in oluşturduğu voltran, adeta dizinin omurgasını meydana getirir. Onların birbiri arasındaki uyuma tanıklık etmek, daha da önemlisi içtenliklerine ayak uydurmak, televizyon ekranında pek de görmeye alışık olduğumuz bir durum değil. Adeta 90’ların mahalle komedilerinden çıkagelen ve bunu kendi absürt mizahı ile birleştirmeyi başaran Leyla ile Mecnun, merkezine yerleştirdiği Kireçburnu Çakalları sayesinde de samimiyetini doruk noktasına çıkarmayı başarır.

Hazır dizinin omurgasını meydana getiren karakterlerden bahsetmişken, onlara ev sahipliği yapan çayın başkentinden söz etmeden geçmek olmaz. Evet, “Çay Erdal Bakkal’da İçilir” söylemini mıh gibi zihnimize kazıyan, pazarlığın ve cingözlüğün ata sporu olduğunu bize ezberleten ve daha da önemlisi, bakkalın mahallenin kalbi olduğu gerçeğini bize hatırlatan Erdal Bakkal’ın ta kendisinden bahsediyoruz. Eğer Leyla ile Mecnun’dan bir efsane olarak söz edebiliyorsak, bundaki aslan paylarından biri de Cengiz Bozkurt‘un tüm yeteneği ile hayat verdiği Erdal Bakkal’a ait. Hele hele onun para ile olan yakın münasebetini düşündükçe, “Şimbilli” diye Erdal’a seslenmekten adeta kendimizi alamıyoruz. Çayı ve muhabbeti tatlı hale getiren, ekranların gördüğü en özel karakterlerden olan Erdal Bakkal, yalnızca dizinin mizahını göklere çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda Leyla ile Mecnun’u gönüllerde unutulmaz kılan yegâne detaylardan biri olarak da belirmiştir.

Leyla ile Mecnun’u neden çok özlüyoruz sorusuna verilebilecek en doğru cevaplardan biri de; İsmail Abi’nin genleri olacaktır. O, on parmağında on marifet olan, kati suretle iş ayrımı yapmayan bir yetenek abidesidir. Ola ki İsmail Abi’ye “Bu işi becerebilecek misin?” sorusunu yöneltirseniz, “Senin ağzından çıkanla kulağının duyduğunun tuttuğunun bir olmadığının farkında mısın acaba?” minvalinde ütopik bir cevapla karşılaşabilirsiniz. Hemen akabinde de onun benzersiz genleri ile tanışmak pekâlâ mümkün. Nitekim karşımızda duran karakter Pisagor’dan tutun da Graham Bell’e kadar tarihe adını altın harflerle yazdırmış birçok önemli şahsiyetin torunudur. Bu da İsmail Abi’nin naif kişiliğinin yanı sıra, ona hayranlık beslememize olanak sağlayan ve hem onu hem de diziyi unutulmaz kılan en önemli detaylardan biri olarak öne çıkmaktadır.

İsmail Abi’nin genlerine değinip de, Yavuz’un “Performans Sanatçısı” kişiliğinden bahsetmeden geçmek olur mu hiç? Nitekim karşımızdaki insan, ilk hırsızlığını dahi fırından televizyon çalarak yapmış biri. Ancak ona hırsız demek hataların en büyüklerinden biri olur. Çünkü Yavuz, kendisine “Hırsız” diyenlere karşı çok net bir tutum sergiler: “Ben öyle bir insan mıyım!”. Evet, onun adı Hırsız Yavuz’dur belki ama o hiç de göründüğü gibi biri değildir. O, yalnızca her kapıyı açma yetisine sahip bir televizyon aşığıdır, hepsi bu! Tabii Yavuz yalnızca hırsız kişiliği ile anılamayacak kadar romantik bir âşıktır da. Şarkı söyler, kendi müziğini besteler, karşısındaki insani büyüleyecek tonda şiirler seslendirir. Çünkü Yavuz, her kapıyı nasıl açacağını bildiği gibi her gönüle nasıl sızacağı konusunda da ustadır. Bu da Osman Sonant’ın hayat verdiği karakteri, hep bir elden çok sevmemize olanak sağlar.

Tabii diziye adını veren, umarsız âşık Mecnun‘u da es geçmemek lazım. Leyla’nın, Leylaların peşinden gitmeyi kendine görev edinmiş, matematik ile sorununu hala çözememiş, babasının deyimiyle tam bir “Faydasız”dır o. Ancak Leyla ile Mecnun’u hakkında bu denli methiye düzebiliyorsak eğer, Ali Atay’ın tüm neşesiyle hayat verdiği Mecnun’un payı bu noktada tartışılmayacak derecede büyüktür. Yeri geldiğinde, “Ben bu oyunu çözerim” diyebilecek kadar yürekli, yeri geldiğinde ise “Baba göm beni buraya” diyebilecek kadar âşık bir karakterdir Mecnun. Bir miktar da atlara karşı takıntısı vardır. Ancak her şeyden öte, mahallenin, yani Kireçburnu’nun üzerine titrediği yegâne kişiliktir. İskender’in tek varlığı, İsmail Abi’nin kardeşten de öte gördüğü, Ak Sakallı Dede’nin hayat gailesidir. Bir başka deyişle Mecnun Ç. olayların tam merkezidir ve bu da diziyi böylesine cazibeli kılan ana etmendir.

Tabii, Leyla ile Mecnun’u çekici ve unutulmaz kılan sebepler, yalnızca Kireçburnu Çakalları’nın bize bahşettikleri ile sınırlı değil. Keza dizi, yarattığı her bir karakteri izleyicisinin gönlüne nakşetmeyi başarır. Burada da kullandığı absürt öğeler, hikayenin cazibesini adeta zirveye çıkarır. Metin Amca’nın kendi cumhuriyeti Metonya‘yı kurup krallığını ilan etmesi, Nurten’in Almanya’dan gelen yeğeni Leyla’nın altyazı seçeneğinin her daim açık oluşu, Az Sakallı Dede’nin her koşulda yemek yiyebilme yetisi, bakışlarıyla bam telimize dokunan Melül ve gizemi hiçbir zaman çözülemeyen “Paranın köpeği olmuş” Telatabi… Bahsi geçen bu karakterler Leyla ile Mecnun’u efsane statüsüne çıkaran detaylar olarak da dikkat çeker.

Evet, Leyla ile Mecnun üç sezon boyunca yayınlanıp birçok unutulmaz karakteri, absürt olaylar çerçevesine izleyicisine sunmuştur. En başta da dediğim gibi, Leyla ile Mecnun’u çok özlüyoruz. Vadedilen samimiyeti, harikulade bir mizahın takip etmesi ve bunun fazlasıyla kaliteli bir şekilde sunulması, kolay kolay hafızlardan çıkabilecek bir husus değil. Eğer ki şimdilerde dahi, “İsmail Abi” haykırışını duyar duymaz “Hoooop” diye bağırıyorsak, çalışmayan bir araba gördüğümüzde Kireçburnu Çakalları gibi onu vurduruyorsak ve hala çayın Erdal Bakkal’da içilmesini savunuyorsak, bu diziyle kurulan aidiyet duygusunun ta kendisidir ve açık bir özlem belirtisidir.

Üç sezon boyunca devam eden ve Gezi Parkı Direnişi bahane gösterilerek yayından kaldırılan Leyla ile Mecnun,  izleyicisine anbean kahkaha vadeden, bununla da yetinmeyerek samimiyetiyle gönülleri fetheden bir dizi. Evet, Leyla ile Mecnun’u çok özlüyoruz. Ama yalnızca bize doyumsuz bir eğlence vadettiği için değil. Tam da içinde yaşlanmak istediğimiz mahalle olan Kireçburnu’nu bize sunduğu için, hayallerimizde yaşayan “Abi” figürünü, İsmail Abi’yi bize armağan ettiği için, her kapıyı açabilecek eşsiz bir dost olan Yavuz ile bizi tanıştırdığı için, mahallenin çıkarcı esnafı Erdal Bakkal’ın çayını içme hayali kurdurduğu için… Kısacası Leyla ile Mecnun, hayatın merkezinden çıkagelen absürtlüklerin vücut bulmuş hali olması hasebiyle, ekranların gördüğü en özel ve unutulmaz dizilerden biri olarak hatırlanmaya devam edecektir. Şimdi, o geminin bir gün geleceğine hepimizi inandıran ve umut kavramını her daim diri tutan Leyla ile Mecnun’u nasıl özlemeyelim?