Guillaume Giovanetti ve Çağla Zencirci’nin 2018 yılı festivallerinden birçok ödülle dönen filmleri Sibel, 2019’un ilk günü ile Başka Sinema dağıtımı ile beyazperdede seyircisiyle buluştu.
Sibel, soyu tükenmekte olan vahşi ve özgür doğa; vahşi ve özgür kadınlar hakkında doyurucu bir film. Anlatının sinemasal yapısında bazı sıkıntılar olsa da, genel yapısı ve senaryosu dışında oyuncu kadrosunda yer alan Damla Sönmez, Emin Gürsoy, Erkan Kolçak Köstendil, Elit İşcan (Fatma) ve Meral Çetinkaya gibi gayet başarılı isimlerle başarılı bir yapım olarak tanımlanmayı hak ettiğini söylemek mümkün.
Film Karadeniz’de iletişim dili olarak “kuş dili”nin kullanıldığı, Kuş Köy isimli küçük bir köyde geçiyor. Filmin ilk açılış sahnesinden itibaren odağımızda yer alan karakteri Sibel de (Damla Sönmez) 5 yaşında geçirdiği bir rahatsızlık sonucunda konuşma yetisini kaybetmiş bir karakter; köyde kullanılan kuş dili bu bakımdan Sibel’in de tek iletişim aracı. Filmin ana karakterinin konuşma engeli, filmin genel yapısına da yayılmış durumda. Bu bağlamda film, Karadeniz coğrafyasının ve diğer insanların seslerinin, sesin hakimiyetinde, dilin geri planda kaldığı bir yapım olarak öne çıkıyor. Çok ses, az söz. Sibel’in babası ve köy muhtarı olarak karşımıza Emin Gürsoy çıkıyor. Muhtarın filmdeki rolü önemli çünkü kızının en büyük destekçisi babası muhtar.
Sibel köydeki diğer kadınlardan çok farklı; güçlü, vahşi ve özgür bir kadın. Tam da bu özellikleri nedeniyle diğer kadınlar tarafından dışlanmış ve ötekileştirilmiş. Sibel gündelik hayatı içinde, çay tarlalarında çalışan, ormanda özgürce gezinen biri. Fakat ormandaki bu gezilerinin asıl amacı, ormandaki kurdu avlamak. Kurdu avlamak istemesinin asıl nedeniyse, köylüye kendini kanıtlamak ve sevdirmek. Sibel omzundaki av tüfeği, doğayla kurduğu dolaysız ve aracısız ilişkisiyle tam bir mitolojik vahşi kadın arketipi.
Filmin ilerleyen sahnelerinde tanıştığımız Narin (Meral Çetinkaya) karakteri de filmin renkli isimlerinden. Narin yıllar önce sevgilisi Fuat’tan ayrılmaya zorlanmış ve sevgilisinin köylülerce gözleri önünde öldürülmesini gördükten sonra akli dengesini kaybetmiş ve ormanda, köyün dışında, dış dünyadan izole bir hayata terk edilmiş bir kadındır. Narin’in dış dünyayla olan tek bağı ise Sibel. Fakat Sibel ve Narin arasında en önemli bağ aslında filmin sonlarında yakalayacağımız kader ortaklığı, kesişen hayatları ve ortak bir acıyı paylaşacak olmalarıdır.
Sibel, ormanda kurdun izini sürdüğü bir gün Ali’yle (Erkan Kolçak Köstendil) karşılaşır. Ali; yaralı ve vahşi oluşuyla sahneye ilk çıktığı andan itibaren filmdeki kurt ile özdeşleştirilir. Fakat ilerleyen süre içinde Ali’nin asıl kurt olmadığını da göreceğiz. Sibel ormandaki barakada Ali’nin yaralarını iyileştirir ve ona bakar. Bu olaya eş zamanlı olarak da köye, babasının yanına jandarmalar gelmiştir ve bir teröristi aramaktadırlar. Ali’nin asıl kimliği filmde asla doğrudan söylenmese de bir gerilla olduğu ima edilir. Günler gelip geçerken Sibel’in kız kardeşi Fatma nişanlanır, Sibel kurdun peşinden koşmaya, ormanda kurda ait olduğuna inandığı kemikleri toplamaya devam ederken, Ali ve Sibel arasındaki ilişki de değişmeye başlar. Bu değişim Sibel’i de etkiler ve Sibel köylü kadınların arasına katılmaya, onlar gibi olmaya çabalar. Fakat köylü tarafından hatta kendi kız kardeşi Fatma tarafından dahi asla kabul edilmez. Tüm bunlar yaşanırken, Sibel’in ormanda Ali’yi gizlediği, onunla olan ilişkisi de köylüler tarafından duyulur. İşte filmin temel kopuşlarının yaşandığı nokta tam burasıdır. Sibel’in en büyük destekçisi olan babası da köydeki dedikodular yüzünden kızına cephe alır. Fatma’nın nişanı bozulur ve Ali birdenbire ortadan kaybolur. Sibel ormanda onu arar fakat Ali gitmiştir. İşte Narin ve Sibel’in hayatlarının kesiştiği yer burasıdır. İkisi de gitmiş sevgililerini bekleyen, onların bir gün döneceklerine inanan iki kadındır; fakat beklenen o sevgililer asla gelmeyeceklerdir.
Sibel günler geçtikçe içine girdiği kabuktan çıkmaya başlar, onu yargılayan köylülerle ve babasıyla yüzleşir. Artık ormana gitmez olmuştur, kurdun peşinden de koşmaz. Ve Ali’nin geri dönmeyeceğini kabullenir. Sibel onu ve Fatma’yı namussuzlukla suçlayan köylülerle yüzleşir, bu yüzleşme için Fatma’yı da cesaretlendirir. Kanımca filmin en etkileyici sahnesi de burasıdır: Sibel, Fatma’nın elinden tutar ve onu köylülerin hakaretlerini susturarak köy içinden geçirip okul servisine bindirir. Tüm bunlar olurken babaları da kızlarının arkasındadır. Filmin finali Sibel’in köydeki genç kadınlarca anlaşılması, takdir edilmesiyle yapılır. Yazıyı bitirmeden önce yazının başındaki kurt metaforuna geri dönüp, kurdun bir erkeği değil, bir kadını – kadınları temsilen kullanıldığını da söylemeliyiz. Kurtların ve kadınların, kendilerini yanlış anlayanlar ya da asla anlamayanlar tarafından yok edilmesi çarpıcı bir benzerliktir. Kurtlar ve kadınlar, aynı kaderi paylaşırlar; ikisi de sürekli avlanır, taciz edilir ve obur, sapkın, saldırgan ve değersiz olarak tanımlanırlar.
Sibel en başından beri aslında kendi kendisinin peşinden koşmaktaydı. Onun kurtla kurduğu bu ilişki kendi mücadelesinin ve hatta onunla ortak acıları paylaşan tüm köy kadınlarının mücadelesinin hikayesiydi. Filmin en büyük başarısı, Sibel karakterinin ta kendisi. Karakter üzerinden kurulan vahşi kadın arketipi ile inşa edilen feminist oyunbozanın ta kendisidir. Feminist oyunbozan, içeri bakabilen bir gözdür ve içerideki tüm acıları anlar.
Filmden psikanalitik bir öğüt ister misiniz?
Gidin kemik toplayın. Kendi mücadelenizi vermekten korkmayın, sizin özgürleşmeniz herkesi etkileyecektir. Ve film bize unutmamamız gereken bir şey söylüyor; nerede ve kim olursak olalım arkamızdan gelen bu gölge, içimizde yürüyen bu güç kesinlikle dört ayaklı!
82ekran için yazan: Merve Gizem Uğur