yukari cik
X

Bir Komediden Fazlası: The Kominsky Method (2018)

Bir Komediden Fazlası: The Kominsky Method (2018)

82ekran için yazan: Polat Öziş

Cıvık komedilerden ziyadesiyle sıkıldınız mı? Hayatın içinden çıkagelen doğal bir eğlence mi arıyorsunuz? O zaman The Kominsky Method tam size göre bir iş! Başrolünde usta oyuncular Michael Douglas ve Alan Arkin’in yer aldığı dizi, her bir anıyla samimiyet vadederken, hüznü ve neşeyi tek bir potada eritebilmesiyle de tadına doyulmaz bir seyirliğe dönüşüyor.

Eskilerin oyuncusu, şimdilerin oyuncu koçu olan Sandy, ilerleyen yaşına rağmen karizmasından ödün vermeyen bir çapkındır. Onun en yakın arkadaşı Norman ise, Hollywood’un en önemli menajerlerinden biri olmasının yanı sıra, ölüm döşeğindeki eşi Elieen’e de kör kütük âşık bir kocadır. Ancak daha da önemlisi, Norman ile Sandy dostluk kelimesinin kanlı canlı tezahürüdür. Keza dizi de bu ikili arasında vuku bulan olayları ve birbirlerinden aldıkları güçle hayata tutunmalarını konu alıyor.

En başta söylemekte yarar var. The Kominsky Method, sulu zırtlak komedilerin oldukça uzağında seyreden, olgun ve ağırbaşlı bir mizah. Keza bu da dizinin en büyük cazibe merkezini oluşturuyor. Özellikle bayağılıktan nasibini almış bünyelere ilaç mahiyetinde gelen dizi, bir yandan samimiyetiyle izleyicisinin içine işlerken öte yandan ise tebessümü beraberinde getirmeyi ihmal etmiyor. Yer yer attırdığı kahkahalar da cabası! Ee hal böyle olunca da ilk bölümden itibaren ekran başına geçen herkesin, The Kominsky Method ile sıkı bir bağ kurması da kaçınılmaz bir süreç halini alıyor.

The Kominsky Method bir yandan duru mizahı ile antidepresan etkisi yaratırken öte yandan da izleyicisini hayatın tam merkezine bırakmayı ihmal etmiyor. Eğri oturup doğru konuşalım; diziler insanlara hayal dünyası satar. Kendince küçük görünen gündelik rutinleri, hatta sorunları bile kapı dışarı eder. Hangi dizi karakterinin koşa koşa tuvalete gittiğini ya da prostattan muzdarip olduğunu görebiliriz ki? İşte Kominsky Method’u farklı kılan değişkenle karşı karşıyayız. Dizi, hayatın tam merkezinde olan gündelik problemleri izleyicisine aktarırken, bir an olsun çizgi dışına çıkmıyor. Aksine, hikayesine enfes bir şekilde entegre ettiği yaşlılık problemlerini mizah sosuyla servis ederken, anlatısının cazibesini doruk noktasına çıkarmayı başarıyor.

Diziyi bu denli seyre değer kılan bir diğer ana etmen ise arkadaşlık ve ölümsüz dostluğa biçtiği paye. Yaşadığımız fani bir dünya. Ve bunu hakkıyla yaşamamız için yalnızca bir şansımız var. The Kominsky Method, belki kusursuz bir hayatın parolasını altın tepside sunmuyor ama son ana kadar kendimizi şanslı hissedebilmemizin tüyosunu veriyor: Arkadaşlık! Dizi, Sandy ile Norman arasında vuku bulan ilişkiyi, öylesine içten bir şekilde bir aktarıyor ki, bir yandan bu harikulade dostluğa hayran gözlerle bakmak mümkün hale gelirken öte yandan ise çıkar ilişkisinin kapı dışarı edildiği arkadaşlığın ne denli büyük bir nimet olduğunu da açık bir şekilde gözler önüne seriyor. Hadi itiraf edelim. İster yaşamın son dönemecinde olalım, isterse gençliğin baharında; hangimiz böylesine hesapsız bir dostluğa sahip olmak istemez ki?

The Kominsky Method, tam anlamıyla bir his dizisi. İzleyicisine samimi bir anlatı aktarmayı kendine pusula edinen ve bunu da başarıyla yerine getiren bir iş. Nitekim diziyi izlerken, bu doğal eğlenceye kendimizi kaptırmak nasıl mümkünse, Sandy ve Norman vesilesiyle hayatın tam da merkezinde yer alan; aşk, arkadaşlık, ölüm, hastalık gibi kavramlara da eşlik etmek mümkün hale geliyor. Ancak dizinin asıl başarısı tüm bu kavramları ele alırken eğlence ile hüznü tek potada başarıyla harmanlayabilmesi. Doğrusunu söylemek gerekirse, dizide göze batan, aşırıya kaçan hiçbir kavram yok dersek hata etmiş olmayız. Dozunda bir eğlence ve ona aynı ölçüde eşlik eden hüzün, diziyi tam anlamıyla bir melodram havasına sokuyor ve izlemeyi de fazlasıyla keyifli hale getiriyor.

Dizinin kolay izlenebilir olması ve bunu süresiyle desteklemesi de The Kominsky Method’u sakız gibi uzayan ve hiçbir yere varmayan dizilerden ayıran en önemli etmen. Ortalama 25 dakikalık süresi ile rahatlıkla tüketilebilen ancak bu zaman dilimi içerisinde etkisini de aynı orada diri tutan dizinin asıl sırrı ise şüphesiz ki doğallığı. Neşesini de dramını da gündelik hayatta karşımıza çıkması muhtemel bir şablonda sunan dizi, böylelikle hem sade yapısını güçlendiriyor hem de vadettiği hikâyeyi en basit şekilde izleyicisinin gönlüne nakşetmeyi başarıyor.

Tabii bu noktada dizinin yaratıcısı, Chuck Lorre da özel bir parantez açmak gerekir. Two and a Half Men, The Big Bang Theory gibi ölümsüz dizilerin altına da imzasını atan başarılı ismin, komedi dalındaki ihtisası dizideki ilk göze çarpan hususlardan. Nitekim The Kominsky Method’un ele avuca sığmaz mizahından ve bunu duru bir şekilde aks ettirmesinden bahsedebiliyorsak, Chuck Lorre’un izleyicinin nabzını iyi okuyan vizyonunun payı burada yadırganmayacak derecede büyük. Keza, altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken diyaloglar ve hayatın her daim yaşamaya değer oluşuna açtığı parantezin mizah ile harikulade birleşimi de Chuck Lorre’un ne denli başarılı bir işe imza attığının yegâne göstergesi.

Gelgelelim dizinin izleyicisine bahşettiği bir diğer güzelliğe: Michael Douglas ve Alan Arkin. Amiyane tabirle şarap misali yıllandıkça değerlenen bir imaj çizen ustalar, o kadar uyumlu bir ikili olarak arz-ı endam ediyor ki, göründükleri her bir sekans da bir o kadar değerli hale geliyor. Alan Arkin’in hüznü anbean yaşayan halet-i ruhiyesi, Michael Douglas’ın ilerleyen yaşına rağmen karizmasından ödün vermeyen tavrı derken, dizi bir anda oyunculuk resitaline dönüşüyor. Keza anlatının oyunculara özgürlük tanıyan biçimi de ikilinin performansını doruk noktasına çıkarmasına vesile oluyor. Bu da hem Douglas’ın hem de Arkin’in bir kez daha zirve performanslarından birini huzurlarımıza getirmesi anlamına geliyor.

Hayatın tüm keşmekeşine beraber göğüs geren, kâh zıtlaşan kâh uyumlu bir görüntü çizen Norman ile Sandy’nin hikâyesini konu alan The Kominsky Method, çene kaslarına jimnastik yaptıracak kadar komik ve aynı zamanda hayatın kendisi kadar da hüzünlü. Sıradan bir komediden fazlası olan ve bunu da doğallığına borçlu olan dizi, biçiminden içeriğine kadar, her bir detayıyla gönülleri fethetmeye aday. Olgun bir komedi nasıl olmalı sorusuna verilecek cevap niteliği taşıyan dizi, hiç kuşku yok ki 2018’in son günlerinde çıkagelen en benzersiz işlerden biri. Eğer hala izlemediyseniz, kendinize bir iyilik yapın ve bu iki ihtiyarın hikâyesinin içine kendinizi bırakın. Çünkü ağdasız samimiyet, hayatta bahşedilen en benzersiz hediyedir!