Şöyle arkamıza yaslanıp, ülkede yapılmış en iyi gençlik dizilerini sıralasak, birçoklarının listenin üst sırasına yazacağı iki iş var: Lise Defteri ve Koçum Benim. Basketbolu odağına alan ve lise çağındaki gençlerin gündelik dertlerinden filizlenen hikâyeleri ile oldukça benzerlik taşıyan bu iki dizinin yönetmen koltukları da bir o kadar parıltılı. Bir tarafta dönemin yükselen sinemacısı Serdar Akar, diğer tarafta ise çektiği filmlerle adından söz ettiren Mustafa Altıoklar… Peki, şimdi soralım. Televizyon tarihinde yayınlanmış en iyi lise dizisi hangisi? Koçum Benim mi Lise Defteri mi?
Malum, 90’ların sonu ve 2000’lerin başında TRT mükemmel bir yayın politikasına sahipti. Yedi Numara, Yedi Tepe İstanbul, Şaşıfelek Çıkmazı, Gülşen Abi gibi diziler ile izleyicisini hayli memnun eden kanalın o dönem ki son hamlesi, Tarık Akan’ın başrolünde yer aldığı ve birçok genç simaya yer vermesiyle dikkat çeken Koçum Benim idi. Esasen dizinin pek de yabancısı olduğumuz bir hikâyesi yoktu. Nitekim bir dönem ülke televizyonlarında da yayınlanan Beyaz Gölge’nin yerli ve milli versiyonuydu Koçum Benim. Tabii dönemin TRT’si gücünü Yeşilçam’ın naif anlatısından aldığı için, Koçum Benim de bir o kadar Yeşilçam soslu naif bir melodram olarak arz-ı endam ediyordu. E tabi Tarık Akan’ın tüm endamı da cabası!
Tabii Koçum Benim yayınlandığı süre zarfı içerisinde fazlasıyla dikkat çekince gençlik dizilerine de kapı ardına kadar aralandı. Önce Kampüsistan gibi ilk üniversite dizimiz geldi, akabinde ise Lise Defteri. Esasen biçim olarak Lise Defteri, Koçum Benim’den fazlasıyla uzak olsa da ele aldığı hikâyeyle Koç Can ve onun “Dümbelek Kafalılar”ını fazlasıyla andırıyordu. Hatırlayalım; Lise Defteri, büyüme çağındaki bir grup genci ele alırken, merkezine basketbolu yerleştiren, bunu yaparken de okula yeni gelen bir koç vesilesiyle değişen ve olgunlaşan hayatları izleyicisine aktaran bir diziydi. Olaya bu gözden bakınca Lise Defteri için, Koçum Benim’in karbon kopyası demek bile mümkün. Ancak işin aslı hiç de öyle değil.
Lise Defteri’ni Koçum Benim’den ayıran en büyük fark şüphesiz ki Mustafa Altıoklar ve onun realist anlatısı. Evet, bir lise anlatısını ele alırken gerçekçi bir üslup takınmak neredeyse imkânsız. Ancak Mustafa Altıoklar’ın dönemin formda yönetmenlerinden olduğunu düşünürsek ve onun Koçum Benim’i doğru analiz edip, dizinin düştüğü hataları tekrarlamadığını göz önüne alırsak, Lise Defteri’nin ayakları yere sağlam basan bir haleti ruhiyede karşımıza geldiğini de söyleyebiliriz.
En başta Lise Defteri, basketbolu odağına yerleştiren bir diziymiş gibi dursa da esasen bu sporu bir fon olarak kullanmayı tercih eden bir dile sahip. Bir başka deyişle dizi, bir yandan merkezine aldığı gençlerin sancılı büyüme sürecine odaklanırken, onların hikâyesini basketbolla desteklemeyi tercih eder. Ancak bunu yaparken basketbola ve özellikle başrole yerleştirdiği oyuncuların sportif kabiliyetlerine de detaycı yaklaşarak da anlatısının gerçeklik dozajını yükseltir.
Düşünelim, dizinin başrollerinden biri Sarp Levendoğlu. Eski bir basketbolcu ve iri cüssesiyle de bu spora gayet yakışan biri. Şimdilerde sağlık sorunlarıyla gündeme gelen Arda Kural‘ın da hiç fena olmayan bir bileğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Keza Mehmetcan Mincinözlü’nün sahadaki duruşu da gayet başarılı. Tabii Lise Defteri bununla da yetinmeyerek, okul takımı içerisine birkaç gerçek basketbolcu ekleyerek esasen işin saha tarafını gayet şık bir şekilde izleyicisine sunar.
Gelelim dizinin en büyük sürprizine. En başta da belirttiğim gibi; dizi, okula yeni gelen bir basketbol koçunun olaylara müdahil oluşun ele alır. Peki kim bu koç? Koray Mincinözlü’nün hayat verdiği karakter, her ne kadar bir Tarık Akan etkisi yaratmasa da kendine güvenen duruşu ve akıl hocası kimliği ile dizinin çizgisini fazlasıyla yukarılara çeken bir isim. Ama burada asıl dikkate değer nokta, Koray Mincinözlü’nün gerçekten bir basketbol koçu olması! Diziden hemen önce Galatasaray’ı çalıştıran, diziden birkaç sene sonra ise tekrardan Galatasaray teknik ekibinde yer alan Koray Mincinözlü, Cemal Nalga’nın meşhur forma skandalında da benchte olan isimlerden. Tabii, işin içinden gelen ve bu sporun dinamiklerine ziyadesiyle hâkim bir profesyonelin Lise Defteri bünyesinde olması, dizinin gerçekçilik ile olan ilişkisini de fazlasıyla yukarılara taşıyan etmenlerden.
Tabii Lise Defteri’ni Lise Defteri yapan, yalnızca Koray Mincinözlü ve onun dilinden dökülen müthiş replikler değil. Dizi, İstanbul’un en güzel noktalarından biri olan Kabataş Erkek Lisesi’ni başrole yerleştiren, bu vesileyle de izleyicisine harikulade şehir manzarası sunan bir anlatıya sahip. E durum böyle olunca da yaşanan tüm olaylara yakinen şahitlik etmek ve arka fondaki güzeller güzeli İstanbul’u seyre dalmak da ayrı bir keyif olarak huzurlarımıza gelir.
Lise Defteri biçim olarak izleyicisini oldukça tatmin edici bir şablon sunarken öte yandan da genç ama bir o kadar da ilginç karakterleri vesilesiyle dikkat çekmeyi başarır. Keza dizinin asıl albenisinin de burada gizli olduğunu söyleyebiliriz. Ediz, Nil, Kerim, Mehmet, Alp, Erol, Ayça, Güney, Dombili, İkizler ve daha nicesi… O kadar gençliğimizden bir parça ki onlar. Kimi, büyümeyi reddeden tarafımız, kimi ise daha küçük yaşta olgunlaşan benliğimiz… Ama ne dersek diyelim, şunu da kabul etmek gerekir; Lise Defteri’nin her bir karakteri, o yılların dur durak bilmeyen gelgitlerini yansıtmak için tasarlanmış ve bunu da oldukça başarılı bir şekilde izleyicisine aktarmış bir dizi.
Aşk, arkadaşlık, gelecek kaygısı hepsi ama hepsi hayatımızın bir döneminde var olan, bizleri kah neşelendiren kah ise derin bir üzüntünün içine saplayan kavramlar. Lise Defteri’nin asıl başarısı ise doğasına uygun bir şekilde bu kavramları doğru bir şekilde işlemesi ve melodramdan uzak bir tatta realist şekilde sunması. Evet, karşımızda duran dizi bir lise hikâyesini ele alıyor. Ancak, oldukça gerçekçi ve yaşanması pekâlâ mümkün bir lise yaşantısını odağına yerleştirerek bunu yapıyor. Bu da dizinin ayakları yere sağlam basan bir tavırla karşımıza gelmesine olanak tanıyor.
Peki, Lise Defteri’nin hiç mi negatif yönü yok? Tabii ki var. Özellikle geriye dönüp baktığımızda diyalogların fazlasıyla yapay olduğu gerçeği ile yüzleşmek mümkün. Evet, dizi her ne kadar biçim olarak gerçekçi bir tat sunsa da yer yer kendini fazla ciddiye alan replikleri de anlatının kalitesine gölge düşürüyor. Tabii bir de 33 yaşında liseye geri dönen Emre Altuğ faktörü var ki evlerden ırak! Onun hayat verdiği Kerim (Kaptan) tüm bu evrenin ağırbaşlı, erken olgunlaşan kişisi. Ancak Kerim yeri geldiğinde öylesi insanüstü cümleler kuruyor, öylesine tanrısal bir işlevle karşımızda beliriyor ki, bir lise öğrencisinden öte doğaüstü bir varlığa evriliyor. Bu da haliyle anlatının tüm aurasını baltalayan en önemli değişken olarak öne çıkıyor.
2000’lerin başında fırtına gibi esen iki lise dizisiydi Koçum Benim ve Lise Defteri. İkisinin de kendisine göre bir albenisi, çekici yapısı vardı. Bir tarafta Yeşilçam’dan çıkagelmişçesine arz-ı endam eden Tarık Akan’lı Koçum Benim, öte yandan Galatasaray benchinden setlere geçiş yapan Koray Mincinözlü’nün Lise Defteri. Hangisi daha iyi diye soracaksak, benim cevabım biçimiyle, detaylara önem veren yapısıyla, yer yer takındığı eleştirel tavrı ve nispeten ciddi duruşuyla Lise Defteri olacaktır. Ne diyelim. Keşke daha iyisi yapılabilse de bu iki lise dizisiyle kıyaslayacak bir işimiz daha olsa, ama nerdeeee!
82ekran için yazan: Polat Öziş