82ekran için yazan: Ahmet Toğaç
Sinemalarda çok tutulan tür filmlerini seri haline getiren kurt yapımcılar gibi biz de filmlerini online erişime açan kısa film yönetmenlerinin filmini toplayıp Pandemi Kısaları’nın ikinci listesini oluşturmaya karar verdik. Listeyi tamamlayıp yayınladığımız gün dahi “ah şu filmi yakalayamadım şimdi açmış” dediğimi hatırlıyorum. O gün aklıma düşmüştü acaba ikinci bir liste için ne zaman hazır olabilirim diye. Ne de olsa on beş filmlik bir liste yapmak bazen çok da kolay olmuyor. Yalnızca bir senenin filmlerini almıyoruz ancak hali hazırda festival dolaşımını tamamlamış her film de doğrudan ücretsiz online erişime açılmıyor. Ancak şu zamanlarda kısa film online yayında bir enflasyon yaşadığımızı ve her gün çeşitli mecralardan film/belgesel/dizi yayınlarıyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.
Bu enflasyona da BluTV ve Başka Sinema ortaklığı da katılarak sinema alanında belki de Aralık 2018’den başlayan ana akım salon krizi ve streaming kanallarındaki tartışmaları başka bir boyuta getirdi. Uzun metraj sinema filmleri BluTV üzerinden bilet satışları 8 Nisan itibariyle yapılıp kiralama şeklinde erişime açık olacak. Ancak bu tartışmalar kısa filmlerin yıllardır dolaşımda olduğu online erişim kanallarında olmasında bu tartışmanın tabi ki dışında olacaktır. İlerleyen günlerde bu tartışmaların sonuçlarının neleri doğruduğunu göreceğiz. Ancak şimdiki naçizane öngörüm internet eşitliğine rağmen yine büyük ağı elinde tutan yapımların eşitliği kıracağını ve küçük yapımları yine küçük kitle ve mecralarda kalma ihtimali de kuvvetle muhtemel olacaktır.
Listemizin ikinci serisine bazı yeni başlıklar ekledik, bazı başlıkları da devam ettirip içlerine yeni filmler ekledik. Ancak her yeni günümüzün bir önceki benzediği şu pandemi zamanlarında başlıklar aynı kalsa da durağanlıkları bize benzemedi, değişiklik gösterdi. Şimdiden sürpriz kaçırıp hepsinde ne gibi değişiklikler olduğundan söz etmeyelim, başlıklar altına da kurulacak cümlerimiz kalmalı. On sekiz filmlik bu listenin her kategorisinde üçer film yer alıyor. Altı adet kategorinin başlıklarını Bizden Biri, Kayıp İnsanlar Fotoğrafhanesi, Yabancı, Alt Tarafı Dünyanın Sonu, Kendine Ait Bir Yer ve Sihirli Lamba diye sıraladık.
Filmlere geçmeden küçük bir notu paylaşmak istiyorum. Bazı sinemacılar filmlerini online olarfak erişime açmasına rağmen yükledikleri platformlarda linklerini farklı panolara kopyalama seçeneklerini kapattıkları için ancak paylaşılabilir linklere tıklayarak filmlerini izleyebilirsiniz.
[stextbox id=’alert’ ccolor=’d6d6d6′ bcolor=’d6d6d6′ bgcolor=’d6d6d6′ cbgcolor=’d6d6d6′ bgcolorto=’d6d6d6′ cbgcolorto=’d6d6d6′]
Aynı başlıkların farklılaştığından giriş kısmında bahsetmiştim. İkinci serinin Bizden Biri’si pek de “içimizi ısıtan samimi” öykü sıfatına uygun filmlerden oluşmuyor. Ya da Bizden Biri’nin ikinci katmanına geçerek “biz kimiz” sorusunu sormanızı istediğim için böyle karamsar bir açılışla metni hazırlıyor olabilir. Sizler için belli konsept paketleriyle filmleri sunarken bu filmleri hangi kavramlarla değerlendirmemiz gerektiğini baştan düşündürecek şekilde Bizden Biri’ni revize etmemiz gerektiği kaanatine eriştim. Bu yüzden biz kimiz ve hangi biz sorusunu belki de ilk serideki filmlere de dönerek sorabiliriz. Ancak şimdilik bu yeni Bizden Biri’nin üçlüsünü Abla, Benim Yalnızlık Aleti ve Dönüş oluşturuyor.
Abla (2018) Yönetmen: Kenan Diler
Kenan Diler’in Abla’sı yirmi yılı aşkın süredir Türkiye’deki hafriyat alanında tek kadın tır şoförü olan Hatice Akgün’ün hikayesini anlatıyor. Akgün diğer şoförler için erkekler dünyasında ancak erkekleşerek tutunabileceği önerilen bir kadın motifi olarak Yeşilçam’ın ikonik karakterlerinden Şoför Nebahat gibi tanımlanıyor. “Erkeklerin bile” korktuğu virajları dönebilen, “sen işini bilirsin abla hayırlı işler!” hem zayıflık hem delilik atıflarıyla birlikte Abla, mutlak ötekilikle mücadele eden güçlü bir kadın hikayesiyle içimizde görmek istediğimiz biri oluyor. Ancak grup başlığından hareketle filme yeniden bakmamız gerekirse biz kimiz ki Hatice Akgün’e bizden biri diyoruz?
Benim, Yalnızlık Aleti (2017) Yönetmen: Can Eren
Epidemide yaşadığımız karantina günleri vesilesiyle dertlerimize belki de en yakın filmlerden birine dönüşüyor Can Eren’in Benim, Yalnızlık Aleti. Günden güne Bizden Biri olanın da değişeceğini öngöremediğimiz zamanlarda evde yalnız kalan Hasan Ali’nin de rutinleri değişmeye başlamıştır. Simülasyon aleti bozulduğu için pet insan siparişi veren karakterin yaşadığı yarı distopik dünya günümüz insanının kolaylıkla bağ kurabileceği bir hikayeyi ortaya koymuş oluyor. Filmin yayınladığı Ehemm Prodüksiyonun The. Co. Immunity adlı Youtube kanalında yönetmenin daha fazla filmine de erişebilirsiniz.
Dönüş (2017) Yönetmen: Nesli Özalp
Bizden Biri’nin bir başka belgesel filminde Nesli Özalp, cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan mübadele dönemiyle Türkiye’ye gelmiş olan ailesi ve kendi geçmişine dönerek bir yolculuğa çıkıyor. “Ben aslında nereliyim, buraya yani Denizli’ye nereden gelmiştik?” soruları bu yolculuğun başlatıcıları oluyor. Göçmenliğin tüm hüznüne rağmen filmin stop-motion animasyonlarla kurduğu çocuksuluğu nostalji duygusun da ortaya çıkmasında etkili oluyor. Dönüş, başlangıçta ve diğer filmlerde sormuş olduğumuz “biz kimiz?” sorusunu daha büyük puntolarla kendine ve yeniden bize yönelterek soruyu yenilemiyor mu?
[/stextbox]
[stextbox id=’alert’ ccolor=’d6d6d6′ bcolor=’d6d6d6′ bgcolor=’d6d6d6′ cbgcolor=’d6d6d6′ bgcolorto=’d6d6d6′ cbgcolorto=’d6d6d6′]
Nasıl filmler yapmak istersin diye sormuştu bir arkadaşım, “kaybolmuş insanlar üzerine galiba” diye cevap vermiştim. Yalnızca polisiye veya gizem içerikli öyküler değildir kayıp insanların fotoğrafhanesi. Kaybolmak sadece gözden uzaklaşma ya da izi sürülememek de değildir. Görünmez kalan ya da unutulan insan da kaybolur. Belki fotoğraf çektiren mesut insandır ancak sinema, kaybolan insanların zamanlarının peşine düşüyor. Bu listenin yeni kategorilerinden olan Kayıp İnsanlar Fotoğrafhanesi üçlüsünü Arin, Fotoğraf ve Yeryüzündesin Bunun Tedavisi Yok filmleri oluşturuyor.
Fotoğraf (2018) Yönetmen: Ozan Takış
Memento Mori… Fotoğrafı izleyip de bu deyişi hatırlamamak işten bile değil. “Ölümü hatırla” Ozan Takış’ın Fotoğraf filmi içinde “ölümlüyü de hatırla” bağlamına kavuşuyor. Belli ki bir savaş sonrası göç etmek zorunda kalan insanların sırayla fotoğraflarının çekilmesiyle ilgili olan film, hem nostaljik hem ontolojik tartışmaları beraberinde getirebilen bir yapım. Fotoğrafı çekilen insanlar kendi fotoğraflarını göremeyecekse kim onlar yerine nostalji yapacak? Fotoğraflara bakanlar bu kayıp insanlar vardı diyebilecekler midir? Hüzünlü insanlar da mesutlar kadar fotoğraf çektirir derken grubun başlığına esin kaynağı olan filmin Fotoğraf olduğunu da söylemek liste bazında malumun ilamından ötesi olmayacaktır herhalde.
Yeryüzündesin Bunun Tedavisi Yok (2016) Yönetmen: Umut Beşkırma
Daha önce festivallerde yakalayamadığım, ancak bu online paylaşımlarla izleyebildiğim filmlerden biriydi Yeryüzündesin. Film, çözülmekte olan aile bağları öyküsünü iki kayıp ceset arasına sığdırıyor. Aile hem varlığıyla hem yokluğuyla baş etmek zorunda olunan bir birliktelik olarak karşımıza çıkıyor. Kayıp dönemler ilerliyor ancak değişen tek şey Emek sinemasının biletinden bowling anılarına geçiş oluyor.
Arin (2017) Yönetmen: Mizgin Müjde Arslan
Mizgin Müjde Arslan’ın Arîn’i toplu mezardan çıkan bir kol saati ile Londra sokaklarındaki herhangi bir saat kulesi arasında izini sürmeye çalışıyor. 17. !f Film Festivali’nde sonra online erişime açıldığında yeniden seyretme şansı bulduğum film Londra sokaklarında kaybolan ve yalnızca bir saat kulesini tarif edebilen bir baba ile onu arayan kızının öyküsünü konu ediniyor. Zamanından ve mekanında koparılmış bu kaybolma öyküsü sadece Kayıp İnsanlar Fotoğrafhanesi içinde değil tüm liste kapsamındaki kişisel favorilerimden bir tanesi. Çok az enformasyonla çok net duygular uyandırabilen bu senaryo belki başka bir yönetmen elinde kötü bir melodramaya dönebilecekken Arslan’ın gerçekçi yaklaşımıyla kategoride içindeki yerini alıyor.
[/stextbox]
[stextbox id=’alert’ ccolor=’d6d6d6′ bcolor=’d6d6d6′ bgcolor=’d6d6d6′ cbgcolor=’d6d6d6′ bgcolorto=’d6d6d6′ cbgcolorto=’d6d6d6′]
Bu kategoriyi yine bir önceki seriden bildiğiniz üzere çeşitlilikte filmleri kapsadığımız bir bölüm halinde oluşturduk. Yani bir deneysel, ki festivallerin bu kategorilerinde yarıştığı için deneysel olduğunu söylüyorum, bir animasyon ve bir de belgesel filmi bu listenin üçlüsünü oluşturuyor. Tabi çeşitlilikten önce tematik olarak yabancı olanın önceliğini de bozmadan “uzaklardan gelmiş olan mı yoksa en yakınımızda ama görmediğimiz olan mı” ikiliği üzere filmler seçtik. Keşke daha detaylı tartışsak diyerek sözü tanıtım yazılarına geçirmeden bu kategorideki üç filmin Darı, Homur Homur ve Mavi Kelebek olduğunu söyleyerek bitirelim.
Darı (2017) Yönetmen: Ömür Yıldırım
Gösterildiği birçok festivalde deneysel kategoride değerlendirilen Ömür Yıldırım’ın Darı’sı için yapılacak en kesin yorum listenin ilginç filmlerinden biri olduğunu söylemektir. İmajların tekinsiz pastoralliği ve seslerle takip edilen hikaye akışı ile film finaline kadar çevremizi hüznüyle saran bir atmosfer kuruyor. Uzaklık, çocukluk ve hasret duygularının yöntemsel olarak yeni bir deneysellik değil de kurmaca kalıpları içinde güçlü bir estetik yarattığı rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak filmin kapanış sözünün, bir tartışma yaratacak açık kapı mı bıraktığı yoksa tüm anlatıyı çöpe mi attığını belirtmek gerektiğini bu tanıtım metninde ortaya koymak pek mümkün değil. Tüm bu cümleler bile filmin “ilginç” sıfatında ne derece yerinde olduğunu gösteren ve cezbeden bir seyirlik sunduğunu göstermelidir.
Homur Homur (2017) Yönetmen: Simay Çalışkan, Nergis Karadağ
Ara ara kontrol ettiğim, ne zaman online olarak erişime açılacağını beklediğim bir film olan Homur Homur listenin tamamı stop-motion animasyon olan tek filmi. Rasyonel olan insana anlam dışı ve şiddetli tepkiler üreten korkular fobi olarak nitelendirilir. Fobik ekiyle tanımlanmaya başlayan ayrımcılıkların belki de en köklülerinden biri olan homofobiklerin homur homur homurdandığı film tüm etiketli yabancı olanları mizahi bir dille bir araya getirmeye başarıyor. Yuvarlanıp giden hayatlarımız tüm çocuksuluğuyla basit ama etkili bir farsla anlatılıyor.
Mavi Kelebek (2019) Yönetmen: Okan Erünsal
Film, Güney Koreli iki ressam olan Lee Choeng Cho ve Kim Moon-Tae’in sanatlarını dünyaya yaymak için çıktıkları yarı spiritüel yolculuğu konu ediniyor. Ressamların Türkiye’yi başlangıç noktaları olarak seçmesi de muhakkak ki belgeselin yaratıcısı Okan Erünsal için kelebek etkisini başlatacak bir süreç oluyor. Ressamın birleşen ve ayrılan yolları klasik bir belgesel anlayışıyla kayda alınıyor olsa da görsel ve işitsel materyallerin yolculuğun spiritüelliğiyle harmanlanıyor. Böylece anlatı çizgi dışına kayıp seyircileri tanıdık oldukları dünyalar içinde dahi ütopyalara götürüyor. Seninle uçalım ütopyaya kelebek diyerek.
[/stextbox]
[stextbox id=’alert’ ccolor=’d6d6d6′ bcolor=’d6d6d6′ bgcolor=’d6d6d6′ cbgcolor=’d6d6d6′ bgcolorto=’d6d6d6′ cbgcolorto=’d6d6d6′]
Dünyanın sonu mu yoksa Alt Tarafı Dünyanın Sonu mu? Ne fark var bu iki deyiş arasında. Biri tanesi büyük felaket anlatılarının vazgeçilmezlerinden ve dünyanın sonu gelirken herkesi kurtaran bir kahramın hikayesini anlatırken biri sıradan insanların sıradan sorunlarına karşılık kendi dünyası yıkılan ama diğer gün işe gitmek zorunda olan insanın hayatını mı paylaşır bizimle? Yoksa öleceğini haber vermek için yıllar önce terk ettiği ailesinin evine dönüp hiçbir şey olmadan yeniden çekip gitmeyi tercih eden Louis’in karmaşası mı anlatılır, alt tarafı dünyanın sonu gelecek derken. Pandemi günlerinde yetkililer bir yandan aman eve kapanın diye televizyonlardan eksilmezken bir yandan da çalışmak zorunda olanlara dipnot geçerek kendilerine dışarda mukayet olmaları gerektiğini tembihlerken onlara “Alt Tarafı Dünyanın Sonu” demeyi unutuyor olmalılar. Bu kategorinin filmlerini sırasıyla Kara Fırın, Ronaldo ve Satlık oluşturuyor.
Kara Fırın (2018) Yönetmen: Oğuzhan Boz
Sıcak ve kara fırın… Oğuzhan Boz’un dedesinin öyküsünden esinle ürettiği ve şu günlerde hala sistemin görmezden geldiği dışarda çalışmak zorunda işçileri hatırlatan bir kara fırın çalışanın Ercan’ın öyküsüdür. Ercan kendi deyimiyle “babası öldüğünde bile ekmeği pişirip daha sonra cenazeye giden” bir yandan özverili bir yandan sömürülüye maruz kalan bir işçidir. Sıcakta çalışan şekerkamışı işçileri, pamuk ve mısır tarlarında oldukça görülen kronik böbrek hastalığı Ercan’da da baş göstermiştir. Ancak Ercan hikayesi kendi başına bırakılan ve “şimdi kızgın fırınların saati…” diyemeyen ancak Sabahattin Ali’nin şiiri olduğu gibi “Ekmeğim bahtımdan katı / Bahtım düşmanımdan kötü / Böyle kepaze hayatı / Sürüklemekten yoruldum.” bir buhrana düşüp alt tarafı dünyanın sonu demeye mahkum edilmiş bir adamın melodraması olarak karşımızda.
Ronaldo (2017) Yönetmen: Recep Bozgöz
Bir bisiklet dünyanın sonuna getirebilir mi? Eğer Anadolu’nun uzun bozkırlarla çevrili bir köyünde yaşayan bir çocuksanız, kendi dünyanızı arkada bırakmanıza neden olan şey bir bisiklet olabilir. Bu dünyada Ronaldo olma ihtimaliyle heyecanlanırken kendinizi bir bisikletin peşinde koştururken bulabilirsiniz. İbrahim saçlarını toprağa gömen gelenekle ya da babasının enerjisini emen fabrikayla henüz bir savaş verip vermemesi gerektiğini bilmiyordu ama sınıf atlama öykülerini çoktan içselleştirmiş bir şekilde ya Ronaldo’nun ya bisikletin peşinden koşmak zorunda olduğunu çok kısa sürede öğrenecekti.
Satlık (2018) Yönetmen:Selin Aktaş
“Bir Allah’a bir de devletimize güveniyok. Ama devletimizi de bazı görüyok, bazı görmüyok.” bu alıntı, Adana’nın Yüreğir ilçesine bağlı 19 Mayıs Mahallesi’de yaşanan tehlikelerden ve güvensizliklerden kurtulmaya çalışan insanların sesini aktaran Selin Aktaş’ın Satlık’ın içinden, belki de filmi en iyi tanımlayan cümledir. Ev olmanın yuvada olmanın hissi yerine tüm tehlihe ve şiddetten bıkmış bir mahalle halkı gözler önüne seriliyor ki devletten bekledikleri şey evlerinin yıkılması oluyor. Her gün belki de dünyanın sonuna uyanan insanlar için satılacak ev, kurtuluşu işaret ediyor. Mahalleli “Burada ölü yaşıyok.” derken dahi içinde hüzünle yoğrulmuş yaşamı görmek bile ümitsizce hem yıkımı hem evinin biri tarafından satın alınmasını bekleyen halk için “belki bir ihtimal” duygusunu hissettiriyor.
[/stextbox]
[stextbox id=’alert’ ccolor=’d6d6d6′ bcolor=’d6d6d6′ bgcolor=’d6d6d6′ cbgcolor=’d6d6d6′ bgcolorto=’d6d6d6′ cbgcolorto=’d6d6d6′]
Daha önceki listede bu kategori için ismiyle müsemma bir grup yorumunda bulunmuştuk. Bu seride de değişen pek bir şey yok. Kendine ait yerin sınırını çizenlerden, yersizleştirilenlerden ve kendine ait yeri ellerinden alınan karakterlerin öyküleri var. Şu cümleleri yazarken fark ediyorum Virginia Woolf’tan esinle ismini belirdiğimiz bu grubun isminde doğru sularda gezindiğimi. Çünkü ikinci seride Kendine Ait Bir Yer’in üç filmi de isyanın eşiğindeki kadın karakterlerin hikayesi oluşturuyor. Bunlar sırayla Salı, Boğaz ve Tahtakurusu.
Salı (2015) Yönetmen: Ziya Demirel
Salı’nın okul öğretmeninin dediği gibi “Serbestliğin de bir sınırı var mıdır?”, peki ya kendinize ait bir yerin sınırı? Ziya Demirel’in Salı’sı, sınırı izinsizce aşanlara karşılık kendi yerlerinde onları rahatsız eden Aslı’nın sıradan bir salısını anlatıyor. Herhalde listenin hiçbir filmi bu kategoriye daha fazla uygun olamazdı. Ancak bir Andre Arnold filminde görebileceğimiz açılış ve kapanış sahneleriyle çevrelenmiş Salı için yapılacak en “aforizmik yorum”, dokunmanın sinematografisi olacaktır. Sınırın serbestliği ve kapalılığını yalnızca bedenlerin dilinden anlatan film, sıradan bir günün dokunuşların hiç sıradan olmadığını da hatırlatıyor.
Boğaz (2017) Yönetmen: Emre Birişmen, Fatma Belkıs
Emre Birişmen ve Fatma Belkıs’ın Boğaz’ı listenin bir başka distopyası. Güvenlik güçleriyle denetimi yapılan ve kitle iletişim araçlarıyla öğütlendiği üzere boğazın bu tarafındakilerin öte yakaya geçmeleri yasaktır. Karşı tarafı gözleyen dövülür, yüzmeye çalışan terörist olur ama ne vardır bu karşı tarafta, buradakiler mi tutsaktır yoksa karşıda olandan mı korkulmaktadır? Burada bize ait olan ne veya karşıda yasak olan ne var? Neden karşıya geçmek isteriz? Bu sorular eşliğinde yaşlı kadının baş karaktere yönelttiği soru belki daha ciddiye alınmalıdır, “bok mu var karşıda?”. Kendine ait bir yeri yitirenlerin öyküsü de bu grup dahilinde izlenecek bir yapım oluyor.
Tahtakurusu (2018) Yönetmen: Tunahan Kurt
Bir kapıya tutunmuş bir tahtakurusunun gözünden bir evin içini gözetleyen Tunahan Kurt’un Tahtakurusu bu kategorinin son filmini oluşturuyor. Neredeyiz, kimi izliyoruz, nereden bakıyoruz gibi sinemada kameranın konumuna dair temel sorularını yeniden sorduran film, evinde tek eğlencesi olan televizyonu satılmış bir kadının kendine ait bir yeri yeniden tahsis etmesini konu ediniyor. İçimizde bir tahtakurusu gıyk, gıyk, gıyk yapıyor bu plan sekans ve gerilimli kısasını izlerken Tuhan Kurt’un.
[/stextbox]
[stextbox id=’alert’ ccolor=’d6d6d6′ bcolor=’d6d6d6′ bgcolor=’d6d6d6′ cbgcolor=’d6d6d6′ bgcolorto=’d6d6d6′ cbgcolorto=’d6d6d6′]
Biraz Alaaddin’den biraz Blake Snyder ‘den esinlenmelerle bu gruptaki filmleri isimlendirdim. Snyder filmleri başlıklar altında sınıflandırırken bu kategorideki filmlere “gerçekleşmesini beklediğimiz dilekler” olarak yorumluyor. Biraz büyülü olmasının yanında gerçekçi bağlarını kurmuş öyküler de bu masalsı lambanın içinden çıkıp gelebilirdi ekranlarımıza. Ki Sihirli Lamba’nın Plak, Uyku Sersemi ve Uçan Adam üçlüsünden yalnızca birine fantastik sinema diyebiliriz.
Plak (2018) Yönetmen: Ece Palaz
Açılış yazısında bahsi geçen grubun tek fantastik örneği Ece Palaz’ın Plak’ı, her dinleyende kendi ideal müziğini duyuran bir “arzu plağını” anlatıyor. Film bir kişinin hikayesini takip etmek yerine geçen zamanlar arasında taşınan ve yeniden aynı antikacıya satılan plağın yolculuğunun peşine düşüyor. Dileklerimizi gerçekleştiren bir lamba cini gibi herkese kendi hayaliyle tatmin eden plak, insanlar arasındaki vahşi rekabeti de ortaya çıkartan bir lanete sahip görünüyor. Hep mi tehlikeli olur bu arzularımız?
Uyku Sersemi (2019) Yönetmen: Burak Can Şen
Yeniden doğum klişesi üzerinden yıllarca hastanede komada yatan bir hastanın kendine gelmesinden sonra olan olaylar üzerine kurulu olan Burak Can Şen’in Uyku Sersemi, “mahmur” bir romantik komedi filmi. Kastinginden sinematografisine kurgusundan müzik seçimine kadar dizi reflekslerinin ön planda olduğu film kısa filmlerde beklenen dünyaya göre farklı olması dolayısıyla da gözden kaçmaması gereken işlerden biri olmalı. Sihirli Lamba’dan cin çıkartamasa da sihirli bir flüt aracılığıyla dileklerin yerine geldiği bir film seyirliği sunuyor.
Uçan Adam (2019) Yönetmen: Nusret Oğuzhan Yıldız – Uğur Ersöz
Bir belgeselle “Sihirli Lamba” kategorisinde karşılaşmak bazıları için tuhaf karşılanacak bir seçimdir. Ancak trajik olan tutkuların hepsi sihirli bir lamba olmasa bile sihirli bir elin kendisine yardım etmesini bekler. Uzun yıllar İsviçre’de uçuş sporlarıyla ilgilenen Kerim Dağcı’nın memleketi Erzurum’a döndükten sonraki “deli” izlenimli uçan adam etiketi de bu Oğuzhan Yıldız ve Uğur Ersöz’ün aynı isimli filmini bu kategori altında izlenmeye değer kılıyor.
[/stextbox]