82ekran için yazan: Ahmet Toğaç
Selim Şahintürk’ün, birkaç dakikanın kesitini aktaran filmi Misafir, siyah beyaz gerilim atmosferiyle hem yabancıya karşı endişeyi hem de vicdan muhasebesini güçlü bir biçimde sunuyor. Cami lojmanında çayını demleyip Kuran-ı Kerim okuyarak sıradan bir gece geçirecek olan imamın huzuru bir tanrı misafiriyle dağılacaktır. Tek nefes gibi kesintisiz/kesmesiz, tek plandan oluşan film gerçek zamanı filmsel zamana dönüştürüyor. Rasyonel açıdan kısa olmasına rağmen imam endişe bakımından uzuni bu zaman diliminin sunuluş biçimi, karakterin duygu durumunu net bir biçimde yansıtırken eylemleriyle de bağıntı kuruyor.
Özellikle Önderman’dan[1] referansla kaygı, dışlayıcılık ve ahlak kavramları filmin anlam dünyasını değerlendirmede ana unsurları olacaktır. Yazar Türkiye’de paranoid ethosun boyutlarını kültürel, sosyal, bireysel ve siyasal olarak dörde ayırıyor. Film paranoyayı sosyal ve bireysel boyutlar üzerinden değerlendirilmeye olanak sağlıyor. Sosyal boyuttaki “yabancılara karşı kuşkuculuk” ve bireysel boyuttaki “suçluluk ve utanca karşı savunma” filmin karakter değişimindeki ana ölçütler oluyor. İmam kendisinin yalnızca geçici sahibi olduğu lojmana gelen ve camide geceyi geçirmek isteyen yabancıyı içeri almıyor. İslamiyet’e göre de dünya, hayat sınavının verildiği geçici bir mekandır. Yabancı, imamın geçici bölgesine gelen ve onun vicdanını sınayan bir karakterdir. Ancak imam onu dışarda bırakıp güvenli bölgesine dönerken, “içip içip gelmiş…” yorumuyla kendi kendine konuşacaktır. Böylece yabancı yalnızca tanınmayan bir kişi değil, imamın çevresindeki toplumsal çevrenin de dışında olduğunu söyleyebiliriz. Kendi kendine konuşma eylemi Türk toplumunda “delilik” ile özdeşleştirilen bir durum olmakla beraber imamın yabancıya karşı ahlaksız yaftası, karşı tarafı ahlaksızlıkla suçlaması paranoid düşüncenin nesnesi olan kolektivist topluluk ilişkilerinin tavrıdır.[2] Kendi küçük topluluğundaki herkesi erdemli olarak nitelendirirken, karşıt gruba kendisinin sahip olduğunu reddettiği tüm ahlaksız özellikleri aktarır. Böylece ötekinde olduğunu inandığı şeyle kendini aklamaya çalışır. Önderman da Türk toplumundaki grupları tanımlarken hemen hemen hepsinin oluşumunun “dışlayarak bütünleşme” davranışına dayandığını iddia eder.
Paranoya, huzursuzluğa da getirecektir. Sosyal boyuttaki yabancılara karşı kuşkuculuğuyla yabancıyı dışarıda bırakarak güvenliğini sağlamış ve Kuran okumaya geri dönmüştür. Kuran ile baş başa kalan imam aslında vicdanıyla da o an yalnız kalmıştır. Kendi kendine konuştuğu sırada toplumsal çevresi tarafından onaylanmadığını, kimsenin onu duymadığını fark ettiğinde yalnızlığını da anlamıştır. Yabancının tehlikeli olduğu onaylanmadığı ve metafizik inançları dışında güveneceği kimse olmadığını fark eden imamda iki şüphe ortaya çıkar. Biri vicdanının biri yabancının tehlikesidir. Bireysel anlamda suçluluk ve utancına karşı savunması “içip içip gelmiş…” yorumunda gizliyken inancı gereği yanlış bir şey yaptığı hissiyle vicdani sorgulamaya girecektir. Kuran’a dönüp bir türlü doğru düzgün okumaya başlayamaması da aklının bir köşesinde kalan vicdan tehlikesi bu yüzündendir. Bunu tehlike olarak adlandırmasındaki sebep, kendini hapsettiği güvenli alanın etik olarak doğru olmadığını etik olarak fark etmesi sebebiyledir. Yani vicdanı, sağlanan güvenlik ortamının bozulmasını önerdiği için bir tehdittir. Yabancı tehlikesi ise dışarıda bırakılan ve ayrıştırılan kişinin geri gelip ondan intikam alacağı şüphesine dayanır. Zaten Kuran okumaya döndükten kısa bir süre sonra arkasındaki pencereden geçen siluet bu zihinsel sürecin bir yansıması/yanılsamasıdır. Siluetin gerçekliğinden çok tehlikenin manası burada daha geçerli bir algılama yöntemidir. Vicdan ile yabancının intikam paranoyası imamın içsel çatışmasıdır.
İmam vicdanını dinleyip dışarı çıktığında hala paranoyanın gerginliğini hissetmektedir. Dışarıda kimseyi bulamadığı anda ise anlık olarak rahatlamayı. Durup çevresine bakarken gözlüğünü düzeltecek vakti bulabilmiştir. Gerginliğinin artık geçtiğine dair doğal ve bilinçsiz bir an. Ancak yine de dikkati elden bırakmamayı da dolaylı olarak “gözümüzü dört açalım” algısını hissettirecek bir an. Eve dönen ve vicdanıyla baş başa kalan imam koltuğa üçüncü sefer oturuşunda bu sefer kaybetmenin ağırlığını omuzlarında hissedecektir. Dışarının karanlığına rağmen kimsenin orada pusu kurmadığından emin olan imam koltukta yine vicdanıyla baş başa kalmıştır. Yağmurda ve soğukta dışarıda bıraktığı adama ne olmuştur? İmamlık sıfatıyla topluma örnek olması gerekirken kendi cemaati dışından bir kişiyi kaybetmek, imanı içinde gizli bir yara açmıştır. Vaaz verdiği kadar erdemli olmadığı gerçeğini öğrenen imam bunu bir sır gibi saklamak zorundadır. Yoksa imam sıfatının getirdiği cemaati içindeki hiyerarşisi zedelenecektir.
Yabancıya olan kuşkusu sebebiyle kendi imamına güvenini yitiren imam, elleriyle yüzünü kapattığında film de tamamlanacaktır. Saklamak istediği günahın utancını aynaya her baktığında görmek yerine kendi içine kapanmayı tercih eder. Aynadaki aksi, idealindeki beni yansıtmayacağı için bu tutuculuğu arzular. Eğer yüzüne bakarsa hatırlayacak, hatırlarsa şüphe edecek, şüphe ettikçe paranoyaklaşacak ve böylece güvensizleşecektir. Güvensizlik sosyal çevresine şüpheli bakmasına aktarıldığı andan itibaren de paranoid süreç çıkışsız bir döngüye girecektir. Onun yerine imam elleriyle gözlerini kapattığında içe dönüşün gerçekleşeceği geçeceği ima edil olur. Var olan durumu değiştirmek yerine muhafaza etmeye yönelik bu dönüşle Türkiye’deki muhafazakar düşünceye de bir eleştiri getirilir. Ancak bu durum paranoyanın siyasi boyutuyla bağıntılı olmadığı için alegorik düzeyde bir temsil söz konusu değildir.
Plan sekansın özüne son derece uygun bir kullanım olarak bu filmi örnek göstermek mümkündür. Çünkü filmde kesme ile yaratılan bir zaman olmasa da duygu durumunu ritmi, kurgusal zamanı da dönüştürür. Kesmenin süresi arttıkça hızlanan kalp atışlarımız yerine, aynı süreyi yalnızca duygusal duruma göre farklı algılama başlarız. Filmde kendi addettiğim kesmeleri sıralarsam 1.20 dakikasında kapı çalma sesini duyarız, 2.20’de kapı açılır 3.50’de ise karakter yeniden koltuğuna dönüp Kuran-ı Kerim’i okumaya yeniden başlamaya çalışır. 4.15’te şüpheli gölge görünür, 5.00’da karakter evin bütünüyle dışındadır. 6.00’da geri dönüş başlar ve 6.55 eve yani güvenli bölgeye varır. 7.55’te ise jenerik girer ve film tamamlanır.
Daha çok senaryo doktorlarının ya da analizcilerinin yaptığı bu deşifre, filmin kurgusunu görünür kılmak için önemli olduğunu düşünüyorum. Hikayedeki duygu durumu bu 8 nokta arasındaki geçişlerden oluşuyor. Bu sekiz olay kurgusal bir kesmeye ihtiyaç olmadan da filmi parçalara ayırabiliyor. Bir yandan yaklaşık dokuz dakikalık bu film 8 noktasıyla neredeyse her biri birbirine eşit parçaları izleyicisine sunuyor. Plan sekansın manasının, “olduğu gibi çekelim” safsatasından çok uzak olduğunu yeniden ortaya koyan bir hesabın varlığından söz etmek işten bile değil. Bunun yanında Kuran-ı Kerim okuyucu için belli duraklama noktaları belirler ve iki nokta arasını kesintisiz okumak makbuldür.[3] Kuran’ın kesitleri arasında ihtiva ettiği bu kesintisizlik de filmin biçimine sirayet ettiği için plan sekans tercihi anlam kazanır. Yani gösteriş için yapılan sebepsiz bir oyun değildir. Giriş paragrafında sözü edilen biçim-içerik bağıntısı böylelikle görünür kılınır.
Neredeyse birbirine eşit bu birer dakikaların içlerindeki farklı ritimler filmin temposunu oluşturuyor. Aynı süre olaylar ve karşılığındaki duygular neticesiyle farklı hızlarda algılanıyor. Zamanı ritmik bir şekilde yöneten kesmeler yerini plan sekans içindeki duraklara bırakıyor. Bu duraklar da aslında yukarıda belirtilen gerçek zamanlı bir kesiti aynı biçimde sunan filmde dakikaların algısal olarak kısalıp uzadığını gösteriyor. 5.dakikadan 6.dakikaya kadar olan bir dakikayı filmin hem en uzun hem de en gergin bir dakikası olarak yorumlanabilir. Karakterin yabancıyı dışladığı bu karanlık mekanın bir dakikasıyla, Kuran okumanın karakterde yarattığı huzur ve sakinliğin bir dakikası seyirci için farklı anlamlara gelmelidir. Bu anlam neticesiyle film kesintisiz bir görüntüyle, alıştığımız hikayesel anlamda “görünür” bir şey olmadan duygulanım yaratabilmektedir.
![]() |
Yapımcı: Emre Konuk
Yönetmen: Selim Şahintürk Görüntü Yönetmeni: Ercan Işık Kurgu: Selim Şahintürk Oyuncular: Hakan Boyav, Serhat Güzel
Yapım Tarihi: 2018 Süre: 09.15 |
[/stextbox][1] Önderman, M. (2018). Türkiye’de Paranoid Ethos. İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları.
[2] A.g.e., s.58.
[3] Daha fazla bilgi için, bkz: https://islamansiklopedisi.org.tr/vakf-ve-ibtida