82ekran için yazan: Emir Erdönmez
Henüz 33 yaşında New York’lu bir yönetmen. İzleyicisini geren ve rahatsız eden filmler çekmeyi seviyor. Michael Haneke yapıtları gibi insanları kendi yediği haltlarla yüzleştirirken, ipin ucunu bir yerden sonra kaybettiğimiz psikoloji bozan işlere imza atıyor. Fakat Haneke’den daha tanınır olmak istiyor. Arthouse seviyesinin altını kısıp, geniş kitlelerle bu türü tanıştırması onu Haneke’den ayıran en büyük özelliği. Evet, Ari Aster’den bahsediyoruz ve bugün çektiği iki filmi kapıştıracağız.
Kendisini Midsommar’la tanıdım. Aydınlık ortamda çekilmiş korku filmi fikri beni cezbediyordu. Sonuçta karanlıkta çekmenin bariz hilekarlığı var. Ne kadar korkabilirim diyerek izledim ve bayıldım. Salonda film sonu gerçekten az kişi kaldık. Bazı yerlerinde terk edenler oldu. Ben bunu sadistçe başarı sayıyorum. İsveç’te düzenlenen gezide bir grup insanın başına korkunç olaylar geliyor. Konu basit fakat klişelerden inanılmaz uzak. Mesela dikkat ederseniz; korku filmlerinde sondaki değişimi artırmak için başroldeki karakterler film başında gereksiz yere dünyanın en mutlu insanlarıdır, şakalar komiklikler… Ari Aster filmlerinde bu yok. Karakterlerin zaten sıkıntılı tipler olduğunu filmin her saniyesinde sezmek mümkün. Her türlü trajediyi, daha korku unsurları işin içine girmeden, Allah sizin belanızı vermiş diye izliyorsunuz en baştan.
Dünya üzerinde acayip dinler var. Bunların ritüelleri de bir o kadar saçma ve saçmalığına zıt şekilde özgür. İnsanın bir insana zarar verebilmesini, din kisvesi altında rahatça yaşanabilmesine sonunda parmak basabilen cesur filmleri görmekse sevindirici. Çünkü işin ucunu ne kadar tartışmalı noktalara götürebilirse film, kalitesi artırıyor, gerçeklik dozajı yükseliyor. Keza hayat da bir sürü benzer paradoks içeriyor zaten.
Ortak noktalarına başlamışken bitirelim; Ari Aster filmlerinde başrol/başroller devamlı değişir. Film sonlarına doğru artık ele aldıklarının özgüveni kendini sergilemeye başlar. Başrol, climax noktasında filmin esas olayıdır artık, ibadettir, ritüeldir. Bu ritüel madem artık başrol kimliğine büründü, bu saatten sonra adeta bir villain gibi ele almaya başlayabiliriz. Başka bir klasik iyi film özelliği olarak da antagonistin amacını anlayıp bu olanların boşa olmadığını verebiliyor iki film de. Her şeyi kötü karakter gözünden de izleyebilme avantajını es geçmiyor.
Çekimleri ele alırsak olan biteni seyirci gözünden vermeyi çok iyi kotarıyor. Jumpscare yok tabii ama Ari Aster sert geçişlerin adamı. Verdiği anlık-beklenmedik pis görüntülerle pskolojinizi darmaduman etmeyi hedefliyor. Korkmamız için alan bırakıyor. Psikolojisi bozuk izleyici, film içerisinde oradan oraya savrulup nerede korkması gerektiğini kendi seçebiliyor. Hepsi bir araya gelince Emir Erdönmez’in psikolojisi vefat ediyor.
Midsommar ve Hereditary’nin kesişim kümesi olarak bu kadar konuşabiliriz. Ari Aster filmi nasıl olur, yavaşça kafanızda canlanabilir artık. O zaman biraz da farklarından bahsetme keyfi diyelim mi?
1- Midsommar daha kolay anlaşılabilen bir film. Gerçi anlaşılma isteği pek yok. Bu yüzden film bitince kafa karışıklığı edinmeden çıkıyorsunuz. Amacı sizi rahatsız etmek, günü kötü bitirmenizi sağlamak. Yönetmenden nefret ettirmek hatta. Paganik göndermelere sahip olduğu aşikar. Hereditary öyle değil.
2- Anlatılmak istenen meram Hereditary’de daha büyük. Bir derdim var artık tutamam içimde. Gitsem nereye kadar, kalsam neye yarar? Gerçekten de büyük bir derdi var bu filmin. Bol detaylı kendine ait bir evreni var. Film çıkışı “ben ne izlemişim böyle?” diyebilirsiniz. Fakat bu etkiyi film esnasında %100 verebiliyor mu? Buna cevap vermek güç. Anlattığı hikayenin altında kalmışlık sezdim. Bütün bunlara rağmen çıktığı senenin (2018) en iyi filmi. Conjuring’ten sonraki en iyi gerilim filmi diyen de var, Midsommar’ı daha iyi bulan da.
3- Midsommar bir tık daha iyi gözüküyor diyebilirim. Hem çekim konumundan hem yönetmenin kendini geliştirmesinden dolayıdır. Hereditary’nin geçtiği ev klasik korku filmi eviydi. Bunu da olumsuzluk olarak değerlendirebiliriz.
4- Hereditary’nin aksiyon damarı daha fazla. Karakterlerin kendilerinin edip kendilerinin bulduğu, hatalarıyla yüzleşmelerinin de sonuca katkısını Midsommar’a göre daha somut izliyoruz.
Sonuç: İki filmi de her boyutuyla ele aldık. Birbirlerinden üstün yanları da var ortak yanları da. Şahsen kıyas yapamıyorum. Bu adamı takibe alalım, şimdiden kült eserler bıraktı yedinci sanata.