82ekran için yazan: Polat Öziş
Özel bir isimdir Burak Aksak. Yalnızca Leyla ile Mecnun’u yaratmasından ötürü değil; nevi şahsına münhasır mizahını, yaptığı her işe yansıtmasından ötürü. En ciddi olayda bile samimiyetten filizlenen bir şakayı onun imzası olan her işte görmek mümkün. Kaldı ki, Burak Aksak’ı sektörün dinazorlarından farklı kılan da budur. Peki, bu özel komedi yeteneği, başlı başına iyi işlere imza atmak için yeterli mi?
Komedi zor zanaat. Hem herkese hitap edeceksin hem de saatler, sezonlar boyunca ritim kaybetmeden insanları güldüreceksin. Bir noktadan sonra kendini tekrar etmeme lüksün yok. Doğrusunu söylemek gerekirse Burak Aksak’ın son yıllarda yaşadığı da bu. Özellikle Kara Bela (2015)’dan sonra hızla düşen ivmesi, ona has mizahın git gide sıradanlaşmasıyla alakalı. E tabii, bir yerden sonra aynı şakalar etkisini kaybedecekti haliyle. İşte, tam da bu noktada Burak Aksak’tan kıvrak bir manevra geldi: 50m2.
Netflix orijinali olarak arz-ı endam eden 50m2, Burak Aksak’ın ismiyle birleşince absürt bir komedi olarak algılanabilir. Ama işin aslı hiç de öyle değil. Keza başarılı kalem, son yıllarda talebi git gide azalan mizahını da dizi özelinde minimize etmiş durumda. Peki, 50m2’yi hangi tür içine yerleştireceğiz? İşte problemin asıl filizlendiği yerdeyiz; nitekim bu sorunun net bir cevabı yok. Keza dizi mizah, dram ve suç temaları arasında savrulup duruyor ama bir türlü hangi türe kanalize olacağına karar veremiyor. Evet, Burak Aksak salt bir komedi yapmak yerine görece cesur bir denemeyle karşımızda ama kabul etmek lazım ki bu deneme kör kuyularda ışıksız kalmış durumda.
Malum, 50m2’nin ilk dört bölümünün yönetmen koltuğunda da Selçuk Aydemir oturuyor. Keza bunu, dizinin yer yer Kardeş Payı’nı anımsatan duruşundan da rahatlıkla anlamak mümkün. Evet, Selçuk Aydemir mizah konusunda rüştünü ispat etmiş başarılı bir sinemacı. Ancak ne var ki, “mahalle komedisi” şablonuna öyle çok saplanıp kaldı ki, eli değdiği her işten modern bir Mahallenin Muhtarları fırlayacakmış gibi duruyor. Nitekim dizinin senaryo anlamında yaşadığı kafa karışıklığının üstüne, Selçuk Aydemir’in mizah da direten yönetimi eklenince 50m2 iyiden iyiye türler arasında seyahat eden bir seyyah görünümü çizmekten kurtulamıyor.
E peki, bu dizinin hiç mi iyi yanı yok? Yiğidi öldür, hakkını teslim et demişler. 50m2’de başından sonuna dek, sıkmadan, rahatlıkla kendini izlettiren bir iş. Tabii buradaki ana etmen, dizinin tüm karanlık aurasına rağmen engel olamadığı pastel duruşu. Nitekim bugün 50m2’yi televizyona koysak, bir dakika sırıtmaz. Aksine bolca da alıcısı bulunur. Bu durum dijital platformda yayınlanan bir yapım için iyi mi kötü mü, işte orası tartışmaya açık.
Diziyi sekiz bölüm boyunca izleten ana etmen ise kahramanın yolculuğu. Senaryonun etrafına kümelendiği “Gölge”, her ne kadar karikatür olmak için özen gösterse de kendi içinde yaşadığı dönüşüm ve benlik arayışı şüphesiz ki dizinin en can alıcı noktası. Hikâyenin de bu anlarda yer yer derinleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü kahramanın ortasına düştüğü kaostan, kendini keşfederek çıkma mücadelesi ziyadesiyle izlenmeye değer. Özellikle bu sekanslarda sevgiye açılan parantez, dizinin en büyük gücü. Gölge özelinden çıkıp, tüm Güzelce Mahallesi’ne yayılan bu enerji ise 50m2’yi samimi addeden ve bölümler ilerledikçe anlatının üstüne koyarak ilerlemesinin en önemli sebebi.
Karakter dönüşümünden bahsetmişken, dizinin kaz ayağını oluşturan Mesut ve Civan’a değinmeden geçmek olmaz. Özellikle motivasyonu net şekilde tanımlanmış bu iki karakterin varlığı, 50m2’nin karanlık yönüne fazlasıyla katkı sağlıyor. Bu noktada Tolga Tekin ve Özgür Emre Yıldırım ikilisinin performansı, dizinin en çok göze çarpan detaylarından olduğunu da söylemek gerekir. Ancak bu iki karakterin albenisini, yalnızca oyuncu performansına adamak senaryoya haksızlık olacaktır. Nitekim tüm eylemleri, neden-sonuç ilişkisi içerisinde resmedilen Mesut ve Civan’ın serüveni, bölümler ilerledikçe dizinin en cezbedici yönü oluyor. Kaldı ki, Civan’ın yaşadığı keskin dönüşüm ve karakterin finale doğru üstlendiği misyon, hem dizinin çokça göz önünde olmayan realist duruşuna katkı sağlıyor hem de anlatının ikinci sezon için umut vermesinin önünü açıyor.
Kimi zaman ilginç nüanslar sunsa da nereye gideceğine asla karar veremeyen ve bu uzun macera içerisinde yolunu devamlı olarak kaybeden 50m2, amiyane tabirle Mahallenin Muhtarları evrenine dahil olan Hakan: Muhafız’ın fantastik hikayesi gibi. Burak Aksak’ın mizah yeteneği aracılığıyla izleyicisi ile bağ kurmaya çalışan dizi, tüm çabasına rağmen birçok farklı türü tek potada eritemiyor. Evet, 50m2 yer yer güldüren ve kimi karakterlerle seyir zevki sağlayan bir iş. Ama büyük resimde, eksileri, artılarını bastıran bir Netflix orijinali… Ne diyelim, ikinci sezon belki yolunu bulur. Biz de ekran başına geçip, dört başı mamur bir dizi izleriz. Olamaz mı?