82ekran için yazan: Polat Öziş
“İyi vakit geçirin, hayatın tadını çıkarın. Hayat çıkmaza girmek ve cesaret kırmak için çok kısa. Hareket etmek, devam etmek zorundasınız. İşleri sırasıyla yapın, gülün ve yolunuza devam edin.”
(Kobe Bryant)
Sene 2010. Efsanevi Boston Celtics – Los Angeles Lakers final serisinin son maçı. Tüm sezonun kaderinin çizileceği, iki takımdan birinin şampiyonluk kupasını havaya kaldıracağı gece… Sahada, insanüstü performansını tüm sezona yayan ve finalde de çılgın atan Kobe Bryant var ama karşısında da tarihin en ürkütücü Big 3’si duruyor. Dile kolay, Garnett, Pierce ve Allen. Bu üç ismi yan yana okumak bile tüyleri diken diken ederken, Kobe bir an olsun geri adım atmıyor. Aksine, sahadaki arkadaşlarına bir komutan edasıyla liderlik ediyor ve 3-3’lük final serisinde 44 dakika sahada kalarak şampiyonluğu bir kez daha Los Angeles’a getiriyor. Kobe, ikinci kez üst üste finaller MVP’si seçilirken, ben ise ertesi gün gireceğim üniversite sınavını çoktan unutmuş, Kobe’nin kazanma hırsı karşısında bir kez daha büyülenmiştim. Evet, üniversite sınavı, 18 yaşında, hayatın başındaki bir çocuk için oldukça önemli. Ama Los Angeles Lakers’ın ve tabii ki Black Mamba’nın zaferini görmek adına sabahladığım o gece anlamıştım ki, sınavmış, oymuş, buymuş hepsi hava civa. Eğer ki sen karşına çıkan tüm zorluklara rağmen dimdik durmayı başarır ve kaybetmeyi genetiğinden çıkarırsan, karşında duran engel sadece teferruattan ibarettir. O gece ben, inancın gerçek zafer olduğunu, bu çılgın adam sayesinde öğrenmiştim…
1996 Draft’ı, birçoklarına göre tarihin açık ara en iyi seçimidir. Evet, LeBron ve Wade’i lige sokan 2003’ten bile daha iyi. Düşünsenize Allen Iverson, Ray Allen, Stephon Marbury, Peja Stojakovic, Steve Nash ve Kobe Bryant gibi yıldızlar o yıl NBA’e adım atanlardan sadece birkaçı. Liseden erken profesyonel olarak lige gelen Kobe’den beklenti büyük ama 18 yaşındaki bir yıldız adayı olarak omuzlarındaki yük de bir hayli fazla. Kaldı ki o yükün ne denli büyük olduğu da 1997 Batı Yakası Yarı Final Serisi’nde ortaya çıkıyor. Utah Jazz karşısında seride 3-1 geride olan LAL’in muhakkak maçı kazanması lazım. Kobe, Los Angeles’ın yeni yıldızı olarak inisiyatif alıyor ama maç sonunda 4 top üst üste air-ball atarak, Lakers’ın maçı kaybetmesine neden oluyor. Lamı cimi yok. Bunun tek bir izahatı var: Trajedi! Henüz 19 yaşına yeni girmiş bir yıldız adayının, omuzlarındaki yükün altında ezilmesi… Normal şartlarda, böylesi büyük bir travma yaşayan bir insanın, düştüğü yerden kalkması pek umulmaz. Kalksa bile bir daha o son top eline geldiği her anda sendelemesi beklenir. Ancak mevzu bahis Kobe’yse tüm bilinenleri, tüm öğretilenleri rafa kaldırma vaktidir! Çünkü Kobe, 19 yaşında yaşadığı trajediyi hayattaki en büyük dersi olarak baş köşesine yerleştirdi. Eli titrediği her an, o maçı anımsadı ve korkusundan benzersiz bir zafer çıkarmayı başardı. Bu, Kobe’nin kazandığı ne ilk zaferdi, ne de son zafer olacaktı. Çünkü o, 19 yaşında yaşadığı trajedinin üstüne harikulade bir kariyer inşa etmek için çıkmıştı yola bir kere.
Kobe’nin kariyerini böylesi başarılı inşa etmesindeki en önemli hadiselerin başında gelir Utah Jazz trajedisi. Rastlantı, kader ya da evrenin sürprizi, ne derseniz deyin. Ama Black Mamba’nın, NBA’de son kez sahaya çıktığı maç da yine bir Utah Jazz maçı olur. Yaşadığı sakatlıklardan ötürü artık dizleri kuvvetsiz, eski çevikliğinden uzak ve atletizmini belli ölçüde kaybetmiş durumdadır belki ama o hala Kobe Bryant’tır ve göstermesi gereken son bir sihri vardır. Kobe o gün sahaya çıkar ve nazire yaparcasına Utah potasına tam 60 sayı gönderir. Gözyaşları içerisinde basketbola, parkeye veda eder ama zirveden bir an olsun uzaklaşmadığını ve neden bir efsane olduğunu adeta herkese kanıtlar.
Kabul edelim. Bir sporcuyu efsane statüsüyle anmak yalnızca yeteneği ile açıklanabilir bir durum değil. Eğer ki bir insana taraflı-tarafsız herkes saygı duyuyorsa, bu kişinin karakteri ile pekala doğru orantılıdır. Kobe Bryant, büyük bir basketbolcu, hayranlık beslenen bir sporcuydu. Ama en başta insandı. Yaşamayı seven ve çalışmaktan bir an olsun vazgeçmeyen örnek bir karakter… Her sporcudan bir rol model olması beklenemez. Kaldı ki, sporcunun böyle bir misyona sahip olması da gerekmez. Ancak Kobe, sahada ve saha dışında ortaya koyduğu çalışma azmiyle, kazanmaya olan tutkusuyla birçok insanın kendine mentor olarak konumlandırdığı biriydi. Düşünsenize, takım antrenmanına ek olarak her gün ekstra 800 şut atan ve bunu gerçekleştirmeden salonu terk etmeyen bir hırs abidesinden bahsediyoruz.
Her üstün yetenekli ve lider basketbolcunun karşılaştırılacağı yegane isim bu oyunun zirvesi Michael Jordan’dır. Majesteleri ise konuyla ilgili der ki: “Benimle mukayese edilecek tek oyuncu Kobe Bryant’dır. Çünkü bir tek o bunu hak edecek kadar çalışmıştır”. Mesele Kobe, Jordan, Lebron gibi anlamsız kıyaslamalar değil. Ancak Kobe’nin bir an olsun durmayan, makine gibi işleyen çalışma azmine de en çok saygı duyulması gereken günlerden birindeyiz. Evet, söylemesi zor. Dile getirmesi fazlasıyla yıkıcı. Ancak Kobe Bryant artık aramızda yok. 90 ve sonrasında doğanlar, Michael Jordan’a tam anlamıyla yetişemedi belki ama ben ve temsil ettiğim Y Kuşağı’nın gördüğü ilk süper yıldız Kobe Bryant’a hayran gözlerle tanıklık etti. Ve itiraf etmek gerekir ki içimizdeki basketbol sevgisini yeşerten başlıca isimlerden biri o oldu.
Quentin Tarantino’nun meşhur Kill Bill serisinde kendine yer bulan hızlı ve vahşi Black Mamba’nın oyun stiline çok benzemesi nedeniyle bu lakabı alan Kobe Bryant’ın vefatının ardından tüm dünya hep bir ağızdan üzüntüsünü dile getiriyorsa, bu onun bıraktığı özgün ve silinmez izin işaretedir. Evet, bugün Kobe’yi gözyaşıyla ile anmamızın görünen sebepleri durdurulamaz fadeawaylari, tarih yazdığı 81 sayılık performansı, özdeşleştiği Lakers forması olarak gözükebilir. Ancak arka plandaki gerçeğin bundan daha fazlası olduğunu hepimiz o kadar iyi biliyoruz ki… Yaşamın önemine her daim vurgu yapan, carpe dieme sıkı sıkıya sarılan, 24 saatin dolu dolu yaşanması gerektiğini temsil ettiği gerekçesiyle 24 numaralı formayı sırtına geçiren ve her şeyden önemlisi çalışma azmiyle, başarıya olan inancıyla akıl hocası hüviyetine bürünen özel bir insandı o.
Kobe’yi ilk kez televizyonda izleyişimin üstünden neredeyse 20 sene geçti. Lakers’ın genç yıldızı, Shaq ile ortalığı kasıp kavururken, benim de yüreğime basketbol sevgisinin tohumlarını o günlerde ekmişti. Biz büyürken, serpilmeye devam ederken, o oyununu daha çok geliştirdi. Yıldız adayıyken, süper yıldıza ve nihayetinde kocaman bir efsaneye evrildi. Bugünse, yaşama sevinciyle, hayata olan aşkıyla her daim gıpta edilirken, ölümün soğuk yüzünü hatırlattı bize. Evet, inanması güç. Ancak hiçbir güçlüğün değiştirmeyeceği tek bir gerçek var, o da Kobe’nin ilelebet yaşayacak bir süper kahraman olması. Öğrettiklerin ve bize bahşettiklerin için teşekkürler Black Mamba. Hoşçakal.