82ekran için yazan: Özlem Yenilmez
Politikaya şekil veren otoriteler mi, yoksa insanlar mıdır? Aslında bu sorunun tek bir cevabı var: Otoriteler. İnsanları kontrol etme gücüne sahip olan her kim olursa olsun, her ne kadar insanlar yararına çalışıyormuş gibi görünürse görünsün, tüm bunlar yalnızca o insanların ardına sığındığını gösterir. Kurgu bir şehir olan Gotham, bize bunu sıkı bir şekilde gösteriyor. Arthur Fleck ise bunun bir sembolü. Semboller her zaman tam anlamıyla etik veya ahlaki açıdan doğru olmak zorunda değildir. Birden fazla akıl hastalığına sahip olan Arthur’u iyi biri olarak görmek istiyorsanız, önce kafanızda, sonra da gözünüzde Arthur buna göre şekillenecektir.
Tüm dünyanın gündeminde olan Joker hakkında milyonlarca eleştiri yapıldı. Kimisi onun fazla acındırıcı olduğunu söyledi. Kimisi Joker ve savunucularının kötü adamlardan oluşmasından ve kötü adam ayaklanmasının filmin temalarından biri olmasından dolayı filmin devlet yanlısı olduğunu söyledi. Kimisi çizgi roman uyarlamalarının yeni nesil Lost In Translation’ı, Carol’ı olduğunu söyledi. Kimi ise filmin cinsiyetçi bir yaklaşımının olduğundan söz etti. Bana göre ise bu film tıpkı gerçek dünya gibi bir freak show’dan oluşuyor.
Etrafta otoritelerin, kurumların, ailenin zarar verdiği, delirttiği, hayatını kararttığı milyonlarca insanı parmakla gösterebiliriz. Yani filmde ayaklanan ve o ahlaki değeri olmadığını düşündüğümüz insanlar otoriteler olmasaydı zaten bu halde olmayacaklardı. Eğer hakkınızı almak için elinizde şiddetten başka çözüm yoksa kullanacağınız şey sözcükler olmayacaktır. Aslına bakarsak bu görüşlerden hiçbiri film için doğru cevap olmayabilir. Yalnızca yorum getirebilir, belirli bir yönden inceleyebiliriz. Ancak her yönüyle, toplumun farklı kesimlerinden gelen bireylerin bakış açılarıyla incelemek çok da mümkün olmaz. Herkes kendi statüsüne ve çevresinde gördüklerine göre eleştiri yapacaktır.
Joker’ın en başına dönelim. Arthur Fleck, annesi ile birlikte yaşayan ve kafasından aldığı darbeler, geçirdiği travmalar nedeniyle akıl hastasına dönüşmüş bir palyaçodur. Gotham o kadar çürüyüp kokuşmuş bir şehirdir ki, bireysel hakları geçelim, herkesin herkes üzerinde hâkimiyet kurma ve güç odaklı baskılama özgürlüğü vardır. Kas gücü olan ve kalabalık olan herkes statü sahibidir. Tanıdık geliyor mu? Televizyona baktığınızda şehir yaşamı çok iyi ve otoriteler çok ilgili gibi görünüyor. Ya şimdi, biraz daha tanıdık mı? Arthur ise bir freak olarak toplumdan en çok zulmü görenlerden biri. Tanıdık gelmiyordur. Çünkü eğer ki fiziksel ya da zihinsel bir kusurunuz yoksa, toplum tarafından onaylanmayan bir özelliğiniz yoksa ya da en basitinden toplumla iç içe yaşamak zorunda değilseniz empati kurduğunuzu söyleseniz bile bunu tam anlamıyla yapamayacaksınız. “İnsanlar acımasızdır.” cümlesini birinin ağzından duyduğunuzda kulak asmazsınız. Çünkü bunu söyleyenin yaşadıklarını görmediniz, acısını hissetmediniz, hayatınızın her dakikasını mutsuz geçirmediniz. Baba figürü olarak gördüğünüz kişi para kazanmak için sizinle dalga geçmedi. Annenizin yıllardır size yalan söyleyen ve kişilik bozukluğu olan bir kadın olduğunu öğrenmediniz. Belki de bunlar başınızdan geçmiştir, kim bilir?
Bu sorunun birden fazla cevabı var. İlk olarak film sizi durmadan vuruyor. Soluk almadan yeni bir olaya geçiyorsunuz. Ama bu olayların çokluğu sizi rahatsız etmiyor, başınızı döndürmüyor. İkinci olarak yıllardır izlediğimiz Batman hikayesine farklı bir bakış açısı getiriyor. Bugüne kadar hep zengin çocuğu Bruce Wayne’in öksüz kalma hikayesini dinledik. Ailesinin ne kadar onurlu olduğunu ve sırf para için öldürüldüğünü izledik. Joker’da aslında Thomas ve Martha Wayne’in aslında otorite figürü olduğu için öldürüldüklerini görüyoruz. Ya da öyle anlamlandırıyoruz. Tabii onlar yok olduklarında Gotham’da sorunlar çözüldü mü? Tabii ki, hayır!
Üçüncü olarak politik anlayışı ve konumu açısından stabil olmasa da, siyasi bir duruşu olması Joker’ı etkileyici kılıyor. Arthur’un da söylediği üzere o, ayaklanmaları destekleyici biri değil. Sembol olmayı da kendi seçmedi. Eğer ki metroda canına tak edip üç kişiyi öldürmeseydi de hiçbir zaman görünür bile olmayacaktı. Arthur, Gotham’da aynı şeyleri yaşayan milyonlarca kişiden yalnızca biri. Bizler Joker’ın siyasi duruşu olmadığını bilsek de, onu bir yerlere konumlandırmaya devam edeceğiz. Bazıları sağ kanada, bazıları sol kanada, bazıları apolitik olarak onu yerleştirecek. Önemli olan kısım, filmin her yöne doğru çekilebilir ve tartışılabilir olması.
Dördüncüsü, Joaquin Phoenix’in performansı harika! Şimdiden Oscar’ı hayırlı olsun… Herkesin artık Phoenix’i Heath Ledger ile karşılaştırmayı bırakması ve performansı tekil olarak ele alması gerek. Heath Ledger, mükemmel bir oyuncu ve gördüğü değeri sonuna kadar hak ediyor. Ama burada yalnızca Joker karakterini tüm derinlikleriyle, düşünceleriyle, duygularıyla, geçmişiyle, ele alan, bu sırada onlarca klasik filme gönderme yapan ve ileride klasikler arasında anılacak bir film var. Arthur Fleck’in Joker’a dönüşümünü filmin son çeyreğinde iliklerimize kadar hissediyoruz. O pısırık deli adamın, hayatının kontrolünü yeniden eline alışına ve bu nedenle hayatında ilk defa rahat bir nefes alıp dilediği gibi davranmasına tanık oluyoruz. Bunu yaparken de ona garip bir şekilde saygı duyuyoruz.
Amerika’da Joker’la ilgili ordu bile vatandaşları uyardı. Daha önce The Dark Knight Rises gösteriminde gerçekleşen katliamın yeniden olmasını ne kurbanların aileleri, ne de ordu istemiyor. Pekiyi ordu bu uyarıyı yapmakta gerçekten haklı mı? Dünya üzerinde o kadar çok çeşitli insan var ki, buna tek bir cevap veremeyiz. Filmin kimi hangi yönden tetikleyeceğini bilemeyiz. Ancak şunu söyleyebiliriz ki filmde böyle bir yaşamı olan ve Gotham gibi çürük bir şehirde yaşayan Arthur’a, başına bir şey geldiğinde polise gitmesini söyleyemezsiniz. Otomatik olarak polis tipine bakarak ve suçlu olarak gösterdiği kişilere bakarak Arthur’un suçlu olduğunu söyleyecektir. Eğer dışarıda bir yerlerde Joker gibi yaşamı olan biri varsa, filmin onun içindeki vahşiliği tetiklemesi mümkün.
Joker asla bir kahraman değil. Daha önce de söylediğim gibi, sembol olması onu bir kahraman yapmaz. İnsanların onu lider olarak görmesi kahraman yapmaz. Yalnızca Joker, toplumun ihtiyacı olan şeyi veriyor, yani bulmacayı tamamlıyor. Bunu yaptığından uzun bir süre boyunca kendisinin bile haberi olmadı. Bruce Wayne’in bir zengin çocuğu olarak görünmesi, onu kötü biri yapmaz. Joker’ın da başına kötü olaylar gelen ve bunlara tepki gösteren biri olması onu iyi biri yapmaz. Sonuç olarak Joker bir katil. Film yalnızca Joker yaptıklarına iyi nedenler sunarak izleyicisini ikna etmeyi başardı.
Joker bana göre bilinçli cinsiyetçilik yapıyor. Çünkü dönemini ve dünyadaki kötülüğü yansıtması gerekiyor. Çürümüş toplumlar kadınlara iyi gözle bakmaz, iyi davranmaz. Eğer ki eşit görselerdi, o zaman bir tuhaflık olduğunu düşünürdük. Joker da hayatındaki kadınlardan olumsuz etkilenmiş ve gereksiz maskülenlikle dolup taşmış biri. Cinsiyetçi olmasına karşı çıkabiliriz, ancak cinsiyetçi olduğu için filmi kötü olmakla asla suçlayamayız.
Joker’ı bir çizgi roman uyarlaması olarak değerlendirmeliyiz. Yönetmen Todd Phillips’in filmi Alan Moore’un The Killing Joke çizgi romanından ilhamla uyarladığını bilmeyen yoktur. Ancak sinema dünyasında nasıl konumlandıracağımız bundan daha önemli. Örneğin V For Vendetta da bir çizgi roman uyarlaması. Onu hiçbir zaman sıradan bir Marvel ya da DC filminin yanına koymayız. Bu durumda Joker’ı da o sınıflandırmaya koymamak gerekir. Joker, her ne kadar klişe bir sistem eleştirisi sunduğu düşünülse de etkileyici bir siyasi film. Çizgi roman dünyasının tüm gerçek dışı ögelerinden arındırılarak tabağımıza konuldu. Belki “Kill the rich” diyerek mantıklı bir argüman ve hedef sunmuyor, ancak bulunduğu evrene göre tutarlı bir şeyler sunduğu kesin.