yukari cik
X

Görünmez Aile Bağları: The Haunting Of Hill House

Görünmez Aile Bağları: The Haunting Of Hill House

“Ya denize doğru çekerse sizi?
Ya da denize inen uçurumun korkunç tepesine?
Ve orada bir başka hayalet olup
Alırsa aklınızı başınızdan?”

Hamlet, W. Shakespeare

12 Kasım 2018 tarihinde Netflix üzerinden yayınlanan Shirley Jackson’un aynı isimli romanının serbest uyarlaması olan The Haunting of Hill House hem dünya hem de Türkiye’nin ilgili basınında ses getiren bir yapım oldu. “Haunted House” korku alt türü içinde değerlendirilecek bu yeni dizi, sinema estetiğine yakınlığı ve uyarlamanın gücünü göstermesinin yanı sıra aile bağları meselesinde ortaya koyduklarıyla da oldukça geniş bir izleyici kitlesini kendine hayran bırakabilecek nitelikle karşımıza çıkıyor.

Roman, başkarakteri Eleanor Lance ya da kısaltma adıyla Nell’in ölü annesinin onu hapsettiği hayattan kaçıp Hill House’ya olan yolculuğuyla başlarken dizi, Nell Crain’in ölmüş annesine dönebilmek için eve yolculuk etmesinin tetikleyiciliğiyle sürüklenir. Romanın başlangıcı anneden kopuşu sunarken, dizi anneye dönüşü hikayeyi başlatıcı unsur olarak belirler. Zıt güdümler iki karakteri de Hill House’ye çağırmaktadır. Elanor Lance, ziyaret edeceği ev sayesinden ilk defa dünyanın merkezinde olduğu hissine kapılacaktır.  Nell ise aile hayatının dışına itilmesinden, zorlukların ve tehditlerin onu yok ettiği yaşantısından kaçmak için yolculuğa başlar. Arthur ile olan evliliği onu tüm sıkıntılarından arınmış bir hayat bahşetmişken kocasının ani ölümü, tehditlerle dolu yaşamı Nell’e geri getirmiştir. Arthur sosyal ilişkilerinde sağlıklı, kariyerinde başarılı ve karısına karşı ilgili bir bireydir. Aynı zaman da Nell’in küçük yaşlardan beri aralıklarla tekrar eden uyku krizlerini çözecek olan sağlık görevlisidir. Bu yönleriyle Arthur ya da sembolik olarak Kral Arthur, Nell için yaşamın kaynağıdır. Elanor için de aşık olmak aynı şekilde arzu kaynağıdır. Ancak o, dizideki muadili Nell’den daha bahtsızdır. Yolculukların sonunda aşıkların kavuştuğu fantezisine asla yaklaşamayacaktır. Nell evlilik sayesinde eski kötü yaşantısını bütünüyle geride bırakmıştır. Zihni yalnızca mutlu evliliğiyle doluyken yıllar sonra geri gelen uyku krizleri yanında Arthur’u hissettiği için zararsızlaşmıştır. Ancak bu krizlerin birinde Arthur’u kaybetmesi onu eski halinden de kötü bir yaşantının içine sokar. Bu kayıp Nell için bir yas sürecinden fazlasını içerir. Nell yeniden terapisti tarafından dahi dinlenmeyen bir kişiye dönüşmüştür. Kabusları geri gelmiş ve aile tarafından yalnızlaştırılan biri oluvermiştir. Terk edilişin sonunda içe dönmüş ve kimi kaybettiğini bilse de neyi kaybettiğini bilmez hale gelmiştir.[1] Çünkü Arthur onun için gerçek anlamda yaşam kaynağı değil, çözemediği sorunların ikame anahtarıdır. Ancak o anahtar redrumun kapılarını değil yalnızca ona gidecek koridorları aralayabilir. Redrumda yaşanan sorunlar için yeni kurmaya çalıştığı aileye değil, kendi ailesine dönmelidir. Onu gerçekten koruyan ailesine! Ne de olsa ailenin en küçüğü ve korunmaya en muhtaç olan ferdidir. Ancak onun da kardeşlerini koruyacağı gün gelecektir. Nell’in korunmaya muhtaç haline dönersek ailenin düğünü sırasında gösterdikleri özen ve ilgi, bu durumu destekleyen bir yan hikayedir. Nell, küçük kardeşlerin her zaman korunmaya muhtaç olduğu gerekliliğini öğreten bir ailede yetiştiği için hayatı boyunca ona bakacak, kendisini koruyup kollayacak biri ya da birilerinin zorunluluğunu hissetmektedir. Babanın “büyük ağabeyler bunun içindir” öğretisini benimseyen Nell, daha ileriki yaşlarında aile fertlerinden kopukluğunu ben-merkezci yapısıyla anlamlandıracak ve yaşadığı yeni kayıp ona, melankolinin basamaklarını tırmandıracaktır.

Nell’in bahsedilen durumunu önceleyen bir travmayı da altıncı bölümde (İki Fırtına) izleriz. Bu bölümde Hill House zamanlarında Nell, ablası Theo’nun elinden tutarken aniden gözden kaybolur. Daha doğrusu ailenin diğer fertleri birden bire onu göremez olur. Doğaüstü etkilerin aileye mi kör ettiği yoksa kısa bir süreliğine yalnızca Nell’i görünmez hale soktuğu bilinmez ama Nell’in küçüklüğünden içselleştirdiği “görülmeme/unutulma” hissi tüm hayatı boyunca hissedeceği bir duyguya dönüşür. Nell’i korkutan şey yok olmak değil, ailenin onu yok saymasıdır. Kendisine bakan bir çift gözün var olmasının fantezisi, eğri boyunlu kadın imajını yaratmasına neden olmuştur. Böylelikle arzuladığı şeyi korkutacak biçimde karşısında var edivermiştir. Bastırmaya çalıştığı arzu, başka bir biçimde geri dönmüştür. Tıpkı dışarıda uluyan köpekleri duyması gibi… Annesini, “kötü rüyalarımdan beni uyandırır mısın?” diye sorguladığı zaman da bu şüphenin onun üzerinde bir kabusa dönüşeceği anlaşılır. Görülmediğinde unutulacağını dolayısıyla geride kalacağı düşüncesinden korkan Nell eve yeniden dönen ilk kişi olacaktır. Herkesin bir gün muhakkak anneye geri döneceği saplantısını taşıyan Nell, herkesten önce eve ve annenin sıcak kollarına geri dönmek ister. Yalnızlık onun için aşılabilecek bir olgu değildir. Romanın Elanor’u ise tek başınalığı farklı durumlar altında daha kolay hisseden bir karakter olarak karşımıza çıkmıştı. Kendi kimliğini annesine yaptığı annelikle oluşturan Elanor, annenin ölümünden sonra adeta kişiliksiz kalmıştır. Bu yalnızlıktan kurtulmak için kendini suçladığı evden kopup, Hill House deneyine ve onu bekleyen aşklara yolculuk eder. Geldiği evde kendini tüm olayların ben-merkezli olduğu sanrısına kapılan kadın, hem evle birleşme hem de içten içe anneye kavuşma arzusundadır. Annesinin tüketici ve hükmedici gücü onu bu çelişki ve kimlik sorunuyla baş başa bırakırken sonuç olarak da delirmesine neden olacaktır.[2] Böylelikle kopma çabası dahi yine anneye dönüşle tamamlanacaktır. Roman ve dizinin başlangıç noktaları bu dönüş zorunluluğuyla kesişecektir.

Bu iki karakterin paralelliğinin yanı sıra roman Nell bilinç dışı yollardan Crain’lerin varisi Abigail’in bakıcısı köylü kadınla özdeşleşir. Kadının talihi, manevi annesi Abigail’e yaptığı bakıcılık/annelik sonrası kadının ölüme olan suçluluk duygusunun getirdiği intihardır. Bu, dizi evreni içinde çok tanıdık yolla yapılmış bir intihar sayılır. Kadın, eğri boyunlu kadını yaratan Nell Crain’in kendini astığı yerde, yine kütüphanenin o demir merdivenlere asarak intihar eder. Abigail’in bakıcısı, görünürde suçu olmamasına rağmen pişmanlığının üstesinden gelemeyip, kendine bir ceza yaratmış ve intihar etmiştir. Ailesinden dahi olmayan birinin ölümünden kendini suçlu hisseden kadın, kendi tatminin önüne çevrenin ona karşı olan düşüncelerini koyar. Eleanor Lance de öyle değil miydi? İlk önce annesine gençliğini bağışlamıştır, daha sonra da annesinin hayaletine tüm hayatını.  İntihar provasını yine o merdivenlerde gerçekleşmişti. Eleanor’un merdivenleri çıkışı deliliğine vurulurken, Nell Crane’nin eğri boyunlu kadın kabusu yine aile tarafından yok sayılır. Yetişkinlik yaşlarında terapisti ve çevresi tarafından kabusları yine yok sayılan Nell’e verilen tek tepki “ilaçlarını alıyor musun?” olacaktır. Ona hiçbir zaman doğrudan delilik yaftası yapıştırılmasa da bu ima hep Nell’in çevresinde dolaşır. Romanda Abigail’in bakıcılığını üstlenen kadını intihara sürükleyen çevre baskısı ve suçluluk duygusu ona delice bir şey yaptırdığı aşikardır. Delirmek için herkesin hayalet görmesine gerek yoktur, üzerinde dolaşan hayaletin dehşetini hisseden herkes ya delirecek ya da deliden farksız olacaktır. Shakespeare okuyan ya da ailesi tarafından öğretilecek olan Elanor Lance ya da Nell Crain için bu durum pek de yabancı olmasa gerek. Annenin “forever house” fantezisini kapsayan koruyucu ve kapsayıcılığı Nell’in tüm hikayelerdeki temsillerine başka bir son imkanı vermemektedir. Shirley Jackson’un ataerkil düzen üzerine kurulu ailede kadının çıkmazını ve zorunlu boyun eğişini rahatsız edici bir özellik olarak ortaya sunarken Koçsoy, romandaki Elanor ve bakıcı gibi kız çocuklarının şefkatin esirgenmesi sebebiyle bu kimliksiz kadınların ortaya çıktığını söyler.[3] Ancak dizi bunun tam tersi durumunda da fazla koruyucu annenin bir korkunç anneye dönüşmesi sonucunda varılacak noktanın farklı olmayacağını sunuyor. Yalnızca Jackson’un yarattığı dünyadan daha olumlu bir sonla, aynı koşullar altında aynı eylemleri denemeye devam etmeyi salık veren bir finalle bunu gösteriyor.

Deli kızların daha deli annesi Olivia Crain’in fantezisi, korunmaya muhtaç yavrularını bir arada tutmaktır, hem de onları hep gördüğü çocukluk halleriyle. Her anne ve babanın hayal ettiği gibi… Baba Hugh Crain’in, altıncı bölümde, cenaze töreninden önce Shirley’nin çalışma odasına girdiği ilk planda çocuklarını küçüklük halleriyle görmesi, bu arzunun yalnızca anneye ait bir şey olmadığını da gösterir. Ebeveynler çocuklarını hep korumasız olarak gördükleri için onları sonsuza dek korumak isterler. Annenin “forever house” (sonsuz ev) hayali de bunun nesneleşmiş halidir. Bu koruma yalnızca ebeveynlere dair özellik değil, ailenin her ferdine sirayet ederek bir gerekliliğe dönüşmüştür. Shirley’nin bu ev fantezisini üstlenmesi gibi Nell’in hayaletinin de, onu koruyan büyük kardeşlerden sonra, aileyi bir arada tutma çabasını buna örnek gösterebiliriz. Ailenin, ülkenin dört bir yanına dağılmış bireylerini yeniden toplama görevi spritüel güçlere devredilmek zorunda kalmıştır. Çünkü annenin başarısız toplama girişi üzerinden yıllar geçmiş ve kendisine en yakın olan aile ferdini yanına, ölüler diyarına çekme girişimiyle yeniden bir araya gelme seansı başlayacaktır.

Nell’in anneye yakınlığı, ailenin Hill House’dan ya da hayatlarının eski yıllarından gelen bir yakınlık olmaktan çok doğumla ilgili bir olgudur. Nell’in, ikizi Luke’dan bir süre sonra dünyaya gelmesi annenin vücudundan ayrılan son kardeş olmasını sağlamıştır. Böylece annenin hayaletinin etki alanındaki ilk kişi vücudundan en son ayrılan Nell olduğu için toplanma seansını başlatan kişi de o olacaktır. Nell’in birleştirici gücünün oluşu yeni bir hikaye değildir. Nell küçüklüğünden beri aile için kendi isteklerinden fedakarlık yapan birisidir. Noel babaya yazdığı mektupta kendini bir kenara bırakıp kardeşleri için talep ettiği hediyeleri ya da kendi dertlerini saklayıp kardeşlerinin hayatını babasına aktardığını düşündüğümüzde onun ne kadar fedakar biri olduğunu görebiliriz. Yoksa tüm arzuların sahibi olmak isteyecek kadar bencil mi demeliyiz? İstediği şey nesneleşmiş bir şeyin aksine tüm arzuların odağında olmaktır. Bir bakıma ailenin arzusunu arzuluyordur. Bunu büyük bir iştahla yapıyor oluşu kendini içten içe yiyip bitirir. Ailenin arzusunun ikamesi olan Arthur’un kaybından sonra onu melankolik olarak tanımlanması işte tam da bu yüzdendir. Koca ağızlı, eğri boyunlu ve çirkin bir hayalete dönüşmesi de onun bu bitip tükenmez arzusunun göstergeleridir. Hayalet halinin görünmezliğinden kurtulabilmek için ölü bedeninin içinde olduğu tabutu devirmesi, ailesi tarafından yine fark edilmek yani herkesin gözdesi olma arzusunu beslemek içindir. Nell’in aileyi bir arada tutma ve bundan tatmin olma arzusu öyle yoğundur ki bu aile toplantısının olduğu İki Fırtına bölümü biçimiyle de bunu yansıtmaktadır.

İki Fırtına bölümüne buradan yapılacak övgülerin tümü bölümün, televizyon dünyasındaki işçilik, gösteriş ve estetik kavramlarını içindeki başarısı ve değerini anlatamaz. Ancak bu bölümü, bir önceki paragrafta üzerinde durulan fikir bağlamında değerlendirmek gerekirse bölüm, Nell’in aileyi birleştirme arzusunu sinematografik olarak plan sekanslarla inşa etmiştir. Edward Murch’un kesmeye dair tanımlamasından yola çıkarak eksiksiz bir yaşamın arzusu, ailenin tek bir göz ve dolaylı olarak tek bir bakış haline getirilmeye çalışılması plan sekans kullanımıyla görselleştirilir.  Bu şekilde oluşturulan bölüm finalde varılacak aile övgüsünü şimdiden biçimleştirmeye başlarken, yaratılan o tek gözün odağında ve sahnenin merkezinde Nell’in ölü bedeni bulunur. Nell annesinden ayrılan son beden olduğu gibi, annenin yutuculuğunu ruhunda barındıran bir karakterdir. Bu durum masumluğunun ardındaki eğri boyunlu kadının yüzü kadar çarpıcıdır. Bölümün, beş karakter üzerine kurulan beş bölümden sonra gelişi, parçalanmış ailenin yeniden birleşme seansının ilk net temsili olduğu izlenimi verir. Bu bölümün toplayıcılığı arkasından gelen Belirtici İşaretler bölümüyle de devam edecektir. Altıncı bölüme kadar dağılmış ve bunun ardından birleşmeye başlayacak olan aile yedinci bölümle üzerinde hangi “hasar”a odaklanılması gerektiğini işaret edecektir. Sekizinci ve dokuzuncu bölümlerin sırasıyla anne ve babaya dair anlatılar oluşu ve onuncu bölümle final yapan dizi kronolojik olarak da altıncı bölümü anlatının ortasına yerleştirmiştir. Bu düzen anlatı içinde karmaşık zaman dizgeleriyle sunulan Crainlerin tüm hayatının aslında pürüzsüz bir şekilde serim-düğüm-çözüm sırasını takip ettiğinin işaretidir.

Dizinin finali, sorunlu aileyi tüm zararlarına rağmen yeniden yücelten konvansiyonel görünümlü olsa da on bölüm boyunca deneyimlenen şüphenin izleri finalde de görülebilir. Bu sebeple her ne kadar dramatik de olsa “happy end” müziği ve klip görüntülerinin parıltısına fazla kapılmadan aileyi ve kapanışı sorgulamak gerekir. Her ne kadar birlik ve beraberlik vurgusu yapılıyor olsa da Steven karakteri üzerinden finale giden yapıda konvansiyonel finali çatlatan veya daha iddiasız bir yorumla sorgulatan durumları gözden geçireceğiz.  Öncelikle Steven’i dizinin başkarakteri olarak görmek mümkün. Ne de olsa dizi, Steven’in anlatısı üzerine kuruluyor. Bu konu üzerine çok düşülmese onuncu bölümde, tüm yaşananların Steven’in yazdığı The Haunting of Hill House isimli kitabının ikincisi yazma sırasında gerçekleştiği anlaşılıyor. Sekizinci bölümde baba Hugh Crain’in itiraflarından birisi de Steven’in ilk yazdığı kitabın hayali ya da hatıralarından oluşmasıyla ilgiliydi. Yazar Jackson’un erkek benliği olan Steven üzerine kurulu mise-en-abyme ya da dönüşlü anlatı yapısı, dizi içindeki flashback hikayelerin hepsinin birer kurmaca olduğu şüphesi seyirciyle yüz yüze getirilir. Hill House’ye yapılan geri dönüşler ile günümüz hikayesi arasında kesmelerin görünmez ya da oldukça akıcı oluşu iki dünya arasındaki zamansızlığı işaret etmektedir. Dizinin izleği, babası tarafından gözünün kapatılması vasıtasıyla kastre edilmiş büyük ağabeyin, kardeşler üzerindeki iktidarını yeniden kazanmaya çalıştığı için ürettiği perde anılardır. Steven’in yazdığı kitapla sosyal çevre tarafından onay alması ve akabinde ekonomik özgürlüğünü sağlamış olması, olağanüstü durumlara karşı gösterdiği rasyonel refleksler onu kardeşler arasında en sağlıklı bireylerden biri olarak tanınmasını sağlar. Ancak kardeşler arasında sağlıklı görünen bir başka isim Shirley, bunun pek de sanıldığı gibi olmadığının farkındadır.

Jackson ile adaş olan Shirley, yazarın Steven’dan geri kalan benliğinin kadın tarafının temsilidir. Steven’dan “geri kalan” ifadesinin kullanılması, dizinin büyük krediyi Steven’e veriyor oluşuna dayanır. Shirley de büyük kardeşi gibi ekonomik bağımsızlığını kurmuş bir görünüme sahiptir, daha sonra her ne kadar bunun Steven sayesinde olduğu sanılsa da ilk izlenim bu yöndedir. Ailesinin verdiği fotoğraf makinesiyle zamanı dondurmayı öğrenen Shirley, polaroidden aldığı hızlı sonuçla bunu ne kadar kolay yapabileceğini de deneyimler. Steven yaşadığı kötü anıları kitaba hapsederek ondan uzaklaşırken, Shirley “mühürlemeyi” tercih ederek kötülüğünü kendinden uzak tutacağını düşünür. Evin kendisi de onlar gibi bir şeyleri saklı tutmaya çalışıyordur. Hayaletlerin dondurulmuş heykellerini evin dört bir yanında var eden ve sergileyen ev bu iki karakterden farklı bir itkiye sahip değildir. Kardeşlerin amacı durumları hapsederek onlardan kurtulmaktır, düzeltmek değil. Baba Hugh Crain ve bu iki karakterin diline pelesenk olan “I can fixed” (Düzeltebilirim) cümlesi zamanla anlamı kaybolan bir cümleye dönüşür. Hikayeden edinilen deneyim, ne zaman biri “düzeltebilirim” dese sonucun hep hüsran olacağı yönündedir.  Gösterileniyle arasındaki bağı koparak anlamını kaybeden cümle, karakterlerin yüzleşmekten korktukları şeylerin, gerçekliklerini reddetmek için kullandıkladı bir deyime dönüşmüştür. Babanın “çocuklarımı korumayı başarabilirim” tavrı içindeki düzeltme eylemi, beş travmatik kardeşi yaratmıştır. Ayrıca anneyi de ölüme terk etmiştir. Böylece yüzleşememenin, düzeltmek/çözmekle eş anlama gelmediği hayalet gören çocukların sonraki yaşamlarına bakarak çıkartılabilir. Dizinin “mutlu sonu” ise bu sorunların yüzleşememek yerine bastırılmayla çözülmesini önerir.

Steven, babasıyla yaşadığı Hill House deneyimi sırasında şapkalı uzun adam hayaletini görmesiyle olağanüstü şeylerin varlığından emin olmuştur. Bu sahne Steven’in babasıyla yaşadığı göz kapama kastrasyonuyla belli düzeyde benzerlik taşımaktadır. Yine babasının yönlendirmesiyle “korku öğesiyle” bire bir temas kurmaktan korkar. Bu korku hayaleti yok etmez ama onu zihninin derinliklerine gönderir. Korkuyu bastıran yine başka bir korkudur. Steven yaşadığı iki olayda da var olan şeyi belki gerçek anlamda görmemiştir ancak ikinci sefer Steven’in gözü açıktır. Bu da demek oluyor ki, çevresindeki her şeyin farkındadır. Yalnız o şeyi görmeyi bilinçli olarak reddedip, var etmeye çalıştığı şeye yani her ne kadar eksik de olsa iktidar sahibi olan babasına bakmaktadır. Tüm kardeşlerin patolojik sorunlarının temelinde olan babadan bile öğrenecek bir şey bulmuştur Steven. Eksikliğe rağmen beraber olmayı, en azından bunu denemeyi… Finalde Luke’nin “iki yıllık temizliğini” kutlayan aile, eksik fertleriyle yaşamayı öğrenmiş ve kendine yeni üyeler katarak güçlenmiştir. Görünmez bağlarla bölünmez olmuşlardır. Tıpkı Nell’in dediği gibi. Steven’ın dış sesle romanını ve diziyi bitiren cümlelerdeki vurgusuysa, anlatının Jackson’un karanlık yalnızlığı yerine mutlu beraberlikle kapandığı yönündedir. Flagan’ın evreninde Hill House’da yürüyenler eğer aile olamayı başarırsa her artık yalnız kalmayacaklardır.

Romanın serbest uyarlamasındaki tüm bu değişimler ve süre gelen benzerlikler Nell’in, dizinin son bölümünde yaptığı kapanış konuşmasına başka bir anlam daha yükler. Nell dizideki olayları kast ederek, zamanın düz bir çizgi gibi ilerlemesinden çok “etrafımıza yağan yağmur” tasvirinde bulunur. Ölümden sonra yaşamı olumlayan dizide ebedi dünyanın parıltısıyla redrum içinde erdeme ulaşmış Nell, zamanın kendini yineleyen göreli yapısı diğer metinlerin mirasıyla da bütünlük içerisindedir. Nell’in “eski hayatlar”ı bu dairesel zaman dizgesi içinde farklı bakış ve algılamalarla kendini yeniden var ediyordur. Bu değerlendirmenin de eserleri bir araya getirme çabası, dizinin kronotopuna yaratıcı algılamalarla yaklaşılması ve Steven’in anlatısı üzerinden yapıtların sürekli yenilenmesini sağlaması içindir. Bahtin’in bahsettiği üzere yazarların biyografik yaşamları temsil edilen zaman-uzamların dışında konumlanmış olsa da Jackson’dan Mike Flanagan’a tüm Hill House anlatıcılarının Steven üzerinden tanımlanması onların bu zaman-uzamlara teğet konumlanmasına denk gelecektir[5]. Yazar olarak yazar ve yazarın yarattığı yazar, aynı kişiye dönüşecektir. Dizideki mise-en-abyme yapı durmadan büyüyen ve genişleyen bir evrenini, yazarların ve metinlerin izdüşümlerini taşıyan Steven üzerinden seyircinin zihnine oturtacaktır. Jackson bu büyümenin seksen yıl daha süreceğini varsayarken Robert Wise bu süreyi geçmişe ve geleceğe doğru bir on sene, Flagan ise yirmi sene uzağa taşımıştır. Asla sonu gelmeyen bir koridor ya da durmadan dönüşen bir oda gibi… Uzam ve zamanın karakterlerce farklı algılanması, dolaylı olarak bakışın göreliliğine vurgu yapıyor. Aynı zamanda da bu durum seyirci olarak bizim de hikayeye farklı bakışlar yöneltmemizi sağlıyor. Bu algının temelinde bulunan ev, Bahtin’in kavramsal olarak kökeninden uzaklaştırdığı kronotopu yeniden orijinine bağlarken ailenin bağlarını da inşa ediyor. Bu inşa karakterlerin tüm korkularının geri döndüğü redrumda yani annenin başlattığı birleşme seansının tamamlanmadığı yerde gerçekleşiyor. Karakterlerin talihi olması gerektiği yönü bulamadıkça kaçışın imkansızlaştığı bir labirent gibi onları başladığı noktaya döndürüyor.

Labirent olgusu hem dizinin oyunbazlığını hem de karakterlerin eve dair göreli bakışları merkezinden değerlendirilebilir.  Dizinin jeneriğinde bulunan ve duvarları değiştiği görülen zihin-ev krokisi bu göreli algıları her bölümde yeniden ve yeniden hatırlatan bir biçime dönüşmüştür. Jeneriğin devamında tüm bu değişen zihin-ev algısının bir kilidin ardından tutulması, gotik ev ya da haunted house kronotopunun evin içindeki yaşanmışlıkların sırrını saklamasıyla insan zihninin labirentinden meydana gelmiş yapısına[6] bir atıftır. Buradan yola çıkarak neden hem dizinin hem romanın olayların merkezindeki evi tanımlayarak anlatılarına başladığı ve hikayenin neden herhangi bir evde değil de Hill House’da geçmesi gerektiği okuyucu/seyirci zihninde daha anlaşılır oluyor. Ayrıca bu olgunun jenerikte karşımıza çıkıyor oluşu da dizinin oyunbazlığıyla uyum içindedir. “Skip intro” butonuna basan parmaklarımız vasıtasıyla evlerin sırrını da zihnimizin derinliklerinde saklı tutmaya devam ediyoruz. Ayrıca bu ironik oyunbazlık uyarlama sırasında dildeki/isimlerdeki değişimlerin ve biçimsel tercihlerin yanı sıra seyirciye karakterlerle özdeşleşmek dışında bir “görev” daha yüklemiştir. Medyumluk.

Medyumluk meşhur ruh fotoğrafçılığının deşifresiyle bağıntılıdır. Dizi ilk bölümünden beri korku anlatısı içinde seyircinin beklentisiyle oynayan bazı görselleri eve yerleştirmiştir. Son dönemlerin korku sinemasının seyirciye sunduğu yemlere artık karnı tok olan seyirci karakterlerin arkasında belli belirsiz gördüğü gölge ve eşyalardan artık korkmaz olmuştur. Çünkü tekinsizliği hissettiren bu eşyalardan sonra gelecek görüntüye verilecek tek bir tepki vardır, jump scare! Dizi, yalnızca bu anlık korku müptelalarına dönüşmüş seyirciyle belki de şimdiye dek hiçbir eserin oynamadığı gibi oynar. Gösterilen her belirsiz görüntü ardından jump scare geleceği beklentisiyle seyirciyi gerilim içine atarken beklenilen jump scare bir türlü gelmez. Uzadıkça uzayan etki seyirciyi son dönemlerin korku türünde tatmadığı bir duyguyla baş başa bırakır, tekinsizlik. Yavaş yavaş kendinden şüphe etmeye başlayan seyirci bu belirsiz görüntüleri kendi zihin dünyasında uyduruyor izlenimine kapılır. Ancak herkesin itiraf etmesi gereken şey ilerleyen bölümlerde kendini daha fazla hissettirecek. Gölge ve eşyalar giderek yerini insan yüzlerine bırakacaktır. Karakterlerin delirmesine paralel olarak seyircinin de Hill House deneyimi daha gerilimli olmaya başlayacak ve sonunda karakterlerin bile görmediği hayaletleri görüyor olacaktır. Artık gördüklerinizin gerçekliğini sorgulamanıza gerek yok, yalnızca dizinin hayaleti sizinle oyun oynuyor! Bu oyunu fark etmeye başlayan seyirci paragrafın başında bahsedilen medyumluk olgusunu üstlenip daha fazla gözlem yapmaya rahatlıkla girişebilir. Bu gözlem belirtici işaretleri doğru okumanın yanında seyirciyi bir hayalet gibi Hill House merdivenlerinde geziye çıkartabilir.

Jackson’un romanını serbest biçimde uyarlarken kendi önermesini ortaya koyan dizi, tüm tekinsiz ve ürkütücülüğünün sonunda mutlu bir evrenin umut dolu ihtimalini bize sunuyor. Orijinal yapının içerik ve biçimine dair geliştirdiği düzenlemelerle hem sinemanın estetik kaygılarını barındırıp hem de edebiyat ve televizyona karşı mesafesini koruyarak internette yeşeren “yeni/alternatif yol”u çok başarılı biçimde var etmiştir. Bu da neden The Haunting of Hill House dizisinin sadece Netflix dahilinde değil son zamanların tüm yapımları arasında bu kadar çok konuşulan bir yerde olduğunu anlaşılır kılıyor. Romandan farklı olarak dizinin vardığı noktada Nell’in masum yüzü altındaki tükenmez arzusu, korkunç annenin tutuculuğunu hikayenin odağına yerleştirmiştir. Buna karşılık romanın karanlık gelecek düşüncesi yerine dizi kurtuluşu, ataerkil öğretinin Steven üzerine bindirdiği “hayaletlerin yükü”nü taşımasında görür. Steven bu yükü ailesinden saklayacağı gibi onlarla beraber yürümeye de devam etmek zorundadır. Yani ya kavga edecek ya da teslim olacaktır. Mümkün olmayan tek şey ise bu yükle uzlaşmadır. Steven’in talihinin de bir sebebi vardır elbet. Ne de olsa bu olağanüstü hayalet mirası ona, seyircinin dahi duymadığı derinliklerinde ona şu sözleri tekrarlatmazdı: “Bu görülmedik şeyi görmemiş olun siz de. Yerde gökte daha öyle şeyler var ki, Horatio. Senin felsefenin düşlerine bile girmez.”

 

[1] Freud, S. (2000). “Yas ve Melankoli.” Metapsikoloji (Aziz Yardımlı, Çev.). İstanbul: İdea.

[2] Koçsoy, G. (2010). Shirley Jackson’ın Hill House’un Büyüsü Adlı Romanında Gotik Mekân ve Anne-Kız İlişkileri. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 20(2), 103.

[3] A.g.m., s. 103.

[4] Hugh Crain, romanda Hill House’yi yaptıran adam ve aile babasıdır. Olivia Crain, Hugh’nun ölen üç eşinden özellikle eve defnedilen ilk eşinin temsilidir. Shirley’nin ismi ve kimliği üzerine gereken bilgiler metinde verilmişti. Luke evin varislerinden biridir. Ayrıca dizideki Luke gibi bağımlı olmasa da bir alkoliktir. Theodora benzer telapatik güçlere sahip bir kadındır. Eşcinsel yönelimi imasını taşımaktadır. Nell’in uyarlama temsilinin bahsi daha önceden de hayli geçmiştir. Dudleyler aynı şekilde evin işlerinden sorumlu ailedir. Abigail ise daha önceden yine bahsi geçen ama ilginç bir şekilde kimliğinde ciddi değişimler yapılan bir karakterdir. Romanda Hugh Crain’in kızı ve evin ondan sonraki ilk sahibi olmasına rağmen dizide uzun bir süre hayalet sanılan ve sonradan Dudley’lerin kızı olduğu anlaşılan karakterdir. Küçük Abigail’in talihindeki benzerlik ise redrumda ölmek ve yine evin içinde kalmak olarak uyarlanmıştır. Steven’in romandaki karşılığı aranmak istenirse yalnızca Dr. Johson karakterinde bazı benzerliklere rastlanabilir. Ancak yalnızca bu karakterin isminin değiştirilmiş oluşu Steven’e yüklenen Sisifos temelini kuvvetlendirmektedir.

[5] Bahtin, M. (2014). “Romanda Zaman ve Kronotop Biçimlerine İlişkin Sonuç Niteliğinde Kanılar.” Karnavaldan Romana: Edebiyat Teorisinden Dil Felsefesine Seçme Yazılar (Cem Soydemir, Çev.) Ayrıntı: İstanbul (2. Baskı)

[6] Aswathy, R. (2016). Pernicious Domicile: The Haunted House Formula In Shirley Jackson’s The Hauntıng of Hlil House. English Studies International Research Journal, 4(2), 111.