82ekran için yazan: Selen Turna
Netflix’in Mart ayında yayınladığı yeni mini dizisi Unorthodox son zamanların ses getiren işlerinden biri. Deborah Feldman’ın yaşadıklarını konu alan otobiyografik romanından uyarlanan dizi, Ortodoks Hasidik Yahudi’nin Satmar cemaatine bağlı Esther (Esty)’in Brooklyn’den Berlin’e uzanan öyküsünü ele alıyor.
Hikâyenin merkezini oluşturan bu cemaat hakkında kısaca bilgi vermek yorumlar açısından önemli. Macaristan’ın Satmar şehrinden gelen bu cemaatin çoğunluğu Yahudi soykırımından kurtulanların soyundan oluşuyor. Hasidik cemaat, modern yaşamın getirdiği teknolojik gelişme dâhil olmak üzere pek çok yeniliğe kapalı bir cemaat. Kendi çevresi hariç, dışarıdaki sosyal yaşama karşı izole bir topluluk… Ağır muhafazakâr kurallar içeren bu cemaat kadın ve erkekler için fiziki görünüm, dini ritüeller, evlilik gibi konularda belli kısıtlamalarda bulunur. Bu kuralların kadınlar için fiziksel, psikolojik, sosyal ve aynı zamanda ekonomik açılardan büyük bir baskı yaratması da önemli unsurlardan biri. Kadınların yaşadığı baskıyı görmek aynı şekilde olmasa da kendi toplumumuzda benzer şeylerin yaşandığını da anımsatıyor. Cinsiyet eşitliği hakkında hala çeşitli sorunların yaşanması, kadınların belli konularda yaşadıkları psikolojik baskıları, fiziksel olarak da olumsuz durumlara açık olması buna örnek gösterilebilir.
Esty, özgürlükler şehri New York’ta genel olarak Hasidik Yahudilerin yoğun olarak bulunduğu bir mahallede ailesiyle yaşayan genç bir kızdır. Hasidik Yahudi kurallarına göre yetişen ve bunlara uyum sağlamaya çalışan Esty, diğer yandan da kendi içerisinde bu kuralları sorguluyor. Buna rağmen topluluğa bağlılığına devam ederek belli bir yaşa gelmesi ile görücü usulü olarak tanıştığı Yanky ile evleniyor. Uyum sağlamak ve sorgulamak gibi ince bir çizgide olan Esty için bu evlilik bir dönüm noktası oluyor. Hep farklı düşündüğünü ve hissettiğini bilen Esty, büyük bir cesaret göstererek piyano öğretmeninin desteğiyle de evden kaçarak Berlin’e doğru yola çıkıyor. Kendine yeni bir yaşam inşa etmeye çalışan Esty için istediklerine ulaşmaksa çok kolay olmuyor.
Dizi, hikâye süreci olarak belli kurallara göre ve kapalı bir çevrenin içerisinde yetişen Esty’nin küçük bir umutla gittiği Berlin’de kendini keşfetmesi ve ayakları yere sağlam basan bir kadın figürüne dönüşmesini başarılı bir şekilde izleyiciye aktarıyor. İki farklı hayatın kapılarını aralayan anlatı, Esty’nin gözünden bu iki yaşama dair detayları gözler önüne seriyor. New York Williamsburg yerleşkesindeki Hasidiklerin dini ritüellerine, kullandıkları Yiddish diline ve ideolojilerine gerçekçi sahnelerle tanık olmak dizi için ayırıcı bir özellik oluyor. Bu şekilde Esty’nin yaşadıklarına mekân, kostüm ve yaratılan atmosferle daha yakından bakabilmeyi ve bağlantı kurabilmeyi güçlü bir şekilde sağlıyor. Buna ek olarak aynı Netflix’te yayınlanan dizinin kamera arkası da cemaat hakkında anlatılan her ayrıntıda büyük bir emeğin olduğuna da özellikle dikkat çekiyor.
Unorthodox, gerçek bir yaşam öyküsünü ekrana yansıtacak olması ve içerik olarak da farklı bir konuyu ele alması hasebiyle merak uyandıran bir proje. Akıcı anlatımı ve ilgi çekici yönleri de diziyi bir adım öne çıkaran ana unsurlar.
Esty karakterine hayat veren Shira Haas’ın oyunculuğunun konuyu güçlü bir şekilde aktarabilmek konusunda büyük bir etkisi olduğunun da altını çizmek gerekir. Evlendikten sonra saçının kazındığı andaki hissi izleyiciye en etkili şekilde geçirebilmesi bunu kanıtlayan anlardan sadece biri. Başrol olarak Esty’nin heyecan, gerginlik ve çaresizlik hislerini gerçekçi ve başarılı bir şekilde yansıtması dizinin atmosferini daha da etkin kılıyor. Esty’nin eşi Yanky rolündeki Amit Rahav da aynı şekilde geleneklerine bağlı ama diğer yandan tüm yaşananlara farklı bir açıdan bakmaya çalışan eş rolünün hakkını veriyor. Yanky karakteri Esty ile yaşadığı tartışmalarda baskın ve geleneklere sıkıca bağlı eş profiliyle izleyiciyi huzursuz etse de son bölümde Esty ile aralarında geçen diyalog ile karakterle duygusal bir bağ kurmayı ve onu anlamayı kolaylaştırıyor. Yanky’nin kuzeni Moishe’nin Yahudi soykırımını baz alarak Esty ile yaptığı konuşma ise soykırım sonrası Yahudilerde oluşan düşünceleri ve bakış açılarını da gözler önüne seriyor. Moishe karakteri, düşünceleriyle kurallara bağlı bir izlenim yaratıyor ancak cemaatin yasakladığı pek çok davranışına sahip olması ile baskı ve kuralların kişiler üzerinde yarattığı sonuçlara da dikkat çekici bir parantez açıyor.
Unorthodox, Hasidik Yahudilerin gelenekleri, kadın ve erkeklerin bu cemaatteki yerleri hakkında bilgiler içerse de bunu keskin bir bakış açısı yerine tüm yanları ve farklı görüş açılarıyla objektif bir şekilde sunmayı tercih ediyor. Bu durum da iki taraflı bir şekilde olaya yaklaşılmasına olanak sağlıyor. Gerçek bir hikâyeden uyarlanan bu hikâye, anlatmak istediğinin ne olduğunu Esty’nin hikâyesi üzerinden net bir şekilde ortaya koyarken bu süreç içerisinde bazı konuların yüzeysel işlenmesini de içerisinde barındırabiliyor. Bu da bazı konular için havada kalmışlık hissi yaratıyor. Özellikle Esty’nin New York’daki hayatı tümüyle izleyiciyi rahatsız eden anlar yaratırken, Berlin’e gittikten sonra hızlı bir şekilde tam tersine dönmesi belli detaylar için düşündürücü olabiliyor. New York’daki hayat cemaat hakkında detaylarıyla pek çok bilgiye sahip olmamızı sağlıyor. Berlin ise detaylara girmeden karakterin yaşamına naif bir bakış açısı sunmayı tercih ediyor. Bu hızlı geçiş hikâye sürecinde bazı konuların yüzeysel kalmasına sebep oluyor. Bununla birlikte kısa bir mini dizi olması, Hasidik bir cemaate bağlı olmanın kadın gözünden anlatılmak istenmesi ile bu durum daha anlaşılabilir bir hal alıyor. Bütünüyle üzerinde çok fazla konuşulmayan bir konuyu ele alan mini dizi, Netflix’in bu yıl sunduğu değerli bir yapım olduğunu izleyiciyi düşünmeye ve araştırmaya sevk etmesi ile de açık bir şekilde ortaya koyuyor.