yukari cik
X

Evde Kalan Burjuva: Amour (2012)

Evde Kalan Burjuva: Amour (2012)

82ekran için yazan: Ahmet Toğaç

Aşka baktığımız zaman yaşadığımız toplumu görüyoruz.[1]
Ahmet Ümit

Ahmet Ümit alıntısıyla başlanılan bir yazı muhakkak beklentileri de İstanbul’un sokaklarında yaşanan bir polisiyeye götürecektir. Ancak onun kendi romanlarından yola çıkarak söylediği bu cümle bir bakıma aşkın başka şehirlerde izini sürebilmek için bize el feneri olabilir. Ülkemizde karantina atmosferi her ne kadar zayıflasa da (!) yıllar önce Paris sokaklarından bir burjuva evine taşınan Amour’un (2012, Micheal Haneke) öyküsü bu günlerde bambaşka bir tanışıklığı beraberinde getirecektir. Eve kapanan burjuva aşklarını/amourlarını[2] nasıl yaşayacaklardır? Ya da bununla yaşayabilecekler midir?

Başlangıç

Bireyselliğin sınıfsal düzlemdeki karşılığı olan burjuva yaşam davranışlarına yaşlılık ve hastalık gibi durumlar eklendiğinde Anne ve Georges’i film boyunca eve kapalı halde görmek oldukça anlaşılır hale geliyor. Bireyci ve korunaklı hale gelen burjuva için ev, yatırım sağlamayacaksa, artık paylaşılabilir bir yer değildir. Tıpkı diğer sahip olunanların paylaşılmadığı gibi… Zenginleşme yolunda varlık, önce sahip olunan daha sonra da korunması gereken şey olarak anılır. Kendini servet yani zenginleşme üzerinde var eden bir birey için sahip olduklarını yitirme hem yaşamsal hem de ekonomik olanı kaybetme korkusuyla eşdeğerdir. Georges ve Anne de bu kaybı yaşayacak karakterlerdir. Türkçe’de varlığın, hem exist hem de property’ye karşılık gelmesi bu konuda kafa karıştırıcı gibi görünse de bir yandan manidardır. Çünkü yukarıda aşk tiplerini tanımlanırken birbiriyle ayrışan şeylerin aslında birbiriyle benzeşmesi üzerine hem çatışma hem birliktelik yarattığını ifade edilmişti.

Tehdit Kapımızda!

Filmin jenerik sonrasındaki açılış planında yani konser sahnesinde seyirci, performansı değil performansı izlemeye gelen kalabalığı izler. Ardından da eğer dikkatliyse ön sıralarda yer alan Anne ve Georges’i görebilir. Onlar kalabalık içinde ne gözdedirler ne de sönük. Yalnızca oradadırlar ve yetiştirdikleri piyanistle, öğrencileri olduğunu daha sonra anlaşılacaktır, gurur duymaktadırlar. Halbuki Haneke’nin kurduğu dünyanın burjuvaları yalnızca bulundukları ortamın değil, potansiyel olarak bulunma ihtimali oldukları ortamın bakışını da üzerlerinde hissederler. Bu yüzden de o bakışa göre konumlanırlar, belli şekilde görünmek isterler. Onlar kendilerini burjuva hissetmek ve çevrelerine de bunu göstermek için müzikal performansı önemsemeden konserde bulundukları sırada varlıkları/servetleri tehdit edilir olmuştur. Bu servet önce kazanca sahip olmak, daha sonra bunu biriktirmek, biriktirdiğini işleyebilmek ve işlediğini sürekli kılıp koruyabilmekle mümkündür. Tüm bu süreçler boyunca yapılması şart olan şey de hesaptır. Ancak bu hesap yalnızca ekonomiyi değil zamanı da ölçümleyen ve planlayan bir kavram olarak algılanmalıdır. Çünkü serveti işleme, zamanı da planlayıp geleceği öngörerek gerçekleşmektedir. Sahip olunana yapılan tehdit bir kapı kilidine değil tüm varlığa/servete yöneltilmiştir.

Tehdit arkasında gelen korku, yukarıda sözü edilen bireyci kazanımların sıfırlanacağı korkusudur. Ancak bu tehdit yalnızca Anne ve Georges’in şüphesi bağlamında gerçektir. Çünkü doğrudan bir hırsız ya da her şeyi yok edecek bir felaket ortada görünmemektedir. Bunun görünmüyor oluşu onunla savaşmayı da güçleştiren bir şey olacaktır. Şüphe Georges için aşılır olurken, Anne o gece uyuyamayacaktır. Sabah kahvaltısında anlık felç nöbeti geçiren o olacaktır. Tüm zaman ve ekonomi birikiminin ardından, belki de günümüzdeki her burjuva gibi, sakin bir emeklilik planı kuran Anne tüm varlığını tehdit eden şüpheyle donakalmıştır. Amiyane tabiriyle bunu “kafaya takarak” kendini hasta etmiştir. Bu durum bir bakıma burjuvanın ölümden mi yoksa kaybetmekten mi daha çok korktuğunu tartışmaya açabilecek olan bu karmaşa, zenginleştikçe bireyselleşen, bireyselleştikçe muhafazakarlaşan ve sonra iyice içe kapanan burjuvanın kendini yok edecek tek düşmanın da yine kendisi olduğunu ortaya koymaktadır. Özetle film burjuvayı ortaya çıkışı itibariyle sorunlu ve sonunu getirecek, kendi kendini yok edecek bir mekanizma olarak sunmaktadır. Burjuvanın hamartiası[3] yine kendi varlığıdır, hem property hem exist olarak.

Başkaları Ne Der?

Georges’in Anne’nin felç nöbeti geçirdiği sırada yardım çağırmadan önce kıyafetlerini değiştirmek için odasına yönelir. Yukarıda sözü edilen “kendini öteki bakış üzerinden konumlandıran burjuva” için bu görünüş hayatta kalmaktan daha öte önem taşır. Georges, bir hayat boyu beraber olan eşinin hastalığı ya da hayatından çok önemsediği şey, diğer insanların onları ne halde görecekleridir. Bu sahneyi daha filmin başında gören bir seyirci nasıl olur da Georges’i Anne’ye karşı “ne kadar duyarlı ve merhametli bir aşık” gibi değerlendirerek Amour’u aşkın yüceliğini gösteren bir film olarak yorumlar, akıl alır gibi değildir(!). Georges yalnızca sahip olduğu değerlerin yitip gitmesinin önüne geçmek istemektedir. Bunu yaparken de önceliği yine ötekinde arar. Belki eşine yardım edecek kuvveti de yoktur ancak başkalarının varlığıyla güçlendiği için bilinç dışı motivasyonunu buradan kuracaktır.

Hiç ölmeyecek gibi yaşadığı, kazandığı ve biriktirdiği için şimdi ölüm gerçeğiyle yaklaştığı anda da hayatının kurucu ritüeline dönecektir. Anne’nin hastalığından sonra fotoğraf albüme bakmak istemesi ve “Hayat… Güzel ve uzun bir hayat…” diye nostalji yapması kazancı biriktirmesiyle ilgilidir. Yalnızlaştığı için ötekinden yoksun kalıyorsa geçmişine yabancılaşıp ona dışarıdan bakarak bugünün onun için güzel olduğunu kendisine hatırlatmaya çabalayacaktır. George da hesaplı ve iyi görünümüyle daha önce nasıl ölmediyse, yine öyle davrandığı şekilde Anne’nin hayatta kalacağını düşler. Ancak onun için trajedi tam olarak bu noktada başlar. Anne nöbetten aniden çıkarak kendine gelir ve ona seslenir. Hesapta olmayan ve onun varlığıyla ilişkisiz gelişen bu değişim bir bakıma onu eve kapanmasını da getirecektir. Anne’nin görünmez hırsızın izine hızlı reaksiyon verip hastalanması belki onun işleri daha kolaylaştıran bir şey olacaktır. Çünkü Georges’in şüphesi daha belirsiz boyutlarda kalarak bastırmaya çalıştığı bir sorun olacaktır. Kendisini sözde Anne’ye adaması da ona bir rutin kazandıracak ve Anne’nin ölümüne kadar bu soruyu düşünmeyecektir.

Georges’in eve kapanması, Anne’nin felç nöbetini tesadüfi olarak atlatılmasıyla koşuttur. Georges burjuvanın hep yaptığı hesaplarla değil, tesadüfi bir şekilde felcin geçmesine tanık olur. Ancak bu geçiş sürekli olarak devam edecek bir duruma dönüştüğü için de bir yandan da aslında geçmemiştir. Anne’nin kaybetme şüphesi daha belirgin bir iz sebebiyle onu hastalığa sürüklerken, Georges’in şüphesi doğrudan etkisini göstermemiştir. Belki hastaneden dönülen gece Georges’in de uykuları kaçacaktır ancak o bunun sebebinin Anne’nin çıkardığı seslerde olduğunu söyleyerek kendini bir kez daha yanıltır. Yine Anne’nin güçlü şüphesinin onun daha kolay yoldan öldürdüğüne dair bir örnek olabilir bu. Georges, varlığını onayan ötekinin kaybolacağına dair bir şüphedir. Bu şüphe üzerine düşünmemek için de eve kapanır ve tüm enerjisini Anne’ye aktarır.

Kendi korkusuyla yüzleşmek yerine onun tedavisini üstlenerek bunu atlatmaya çalışacaktır. Ev de bu şüpheyi barındırmayan ve ötekiyi dışarıda bırakan bir yer olduğundan bu bakımdan Georges için huzurlu bir yerdir. Bunun yanında mülke sahip olduğunu da ona hatırlatan bir şeydir evin kendisi. Bu yüzden dışarıda artık ona cazip gelecek bir birikimden söz edilemez. Konser sonrasında karakterler dışarı çıksalar dahi ev dışında bir mekanın film içinde görülmeme sebebi de Georges’in zihninin kapalılığını göstermesi üzerinden okunabilir. Şüphesini de Anne’ye olan “özverisi” üzerinden ona aktaran Georges, cenazeye gittiğinde dahi zihni eve ve Anne’ye anlatacakları üzerine kurulu olduğu için kamera seyirciye ev dışı bir mekanı sunmaz. Gerçek ile rüyanın iç içe kurgulandığı sahneler ve Georges’in Anne’yi bir hayal/kabus olarak gördüğü sahneler sürekli olarak Georges’in gözünden aktarıldığı için kamera refleksleriyle Georges’in zihninin davranışlarını görünür kıldığını kabul edersek, cenaze sahnesinin gösterilmiyor oluşundaki bu okuma da bütünlük kazanacaktır.

Neresi Sınır Neresi Çeper?

Ev yabancı olan ötekiye kapalı da olsa görünmez hırsız dışında evin çeperini aşma iznine sahip olan birileri vardır. Richard Sennett yirmici yüzyılın şehir planlamasında doğal sınırlar (border) yerine ayrıştırıcı çeperler (boundaries) üzerine kurulu olduğundan söz eder. Bu mekânsal ayrımı da hücre zarı ve duvarının farkıyla karşılaştırarak zarı geçirimli ya da geçirimsiz özellikleri aynı anda barındıran bir seçici geçirgen olduğunu vurgular. Şehrin ve duvarlarının ekonomik ya da ırksal ayrımı muhafaza etmek için geçirimsiz çeperlerden oluşturulduğunu söylemektedir. Bu da burjuvanın yaşadığı kapitalist sistemin bireyselleşme ve muhafazakarlaşmayı herkes için nasıl “yaşanır” kıldığının bir açımlamasını sunmaktadır. Çeperlerle kapalı ev, içeriye alınanları bir ehliyete hatta belki yetkinliğe tabi tutacaktır. Ailenin kızı Eva ile eşi Geoff ve eski öğrenci piyanist Alexandre ailevi, ekonomik ya da kültürel miras ehliyetiyle; kapıcı, karısı ve bakıcılar da işçi/çalışan ehliyetleriyle eve girmeleri izin verilen kişilerdir. Eva her ne kadar varlığın varisiyse de Alexandre de bir yatırımın karşılığıdır. Onun başarısını görenler ve takdir edenler bir bakıma öğretmeni Anne’yi takdir etmiş olacaktır. Bu da ona birikim sağlayacak bir başka burjuva girişimi olarak okunabilir. Çepere dönecek olursak bu yapı onlara da her zaman açıklık veren bir yapıda değildir. Bu bakımdan burjuvanın kendisi gibi ev de hesaplıdır, seçicidir. Herkesi içeri kabul etmeyecektir. Georges’in Eva’yı içeri alıp Anne’nin odasını kilitlediği sekans çeper içinde yeni çeperlerin de olabileceğini göstermektedir. Ancak bunun olması demek aslında bir bakıma dış çeperi de işlevsizleştirecektir. Çünkü karakterin sığındığı ya da sakladığı şey iç çeperde kaldığı için dış çeper aşılabilir olduğundan manasını kaybeder. İçe kapanma arttıkça son da yaklaşacaktır.

Eve sistemin talep ettiği içselleştirmeyle girmeyen daha doğrusu bu talebe başkaldıran tek bir kişi, bu sebeple de kovulan, bakıcıdır. Bu bakıcı Anne’ye herkes gibi davrandığı için Georges tarafından kötü atfedilen kişidir. Film içindeki özel yeri ise Georges üzerinden tüm bir burjuvaziye saldırmasıdır. Georges onun için “aşağılık bir ihtiyardır”. Georges’in çeperin geçirgenliğine sığınmaktan şüphe edip daha iç çeperler oluşturmaya başlaması da bu tartışma sahnesinden sonra gelecektir. Diğer ötekiler iç çeperin uzağından geçebilirken Eva ona yaklaşabilecek tek kişidir. Çünkü iç çeper tabi ki yalnızca evin mirasçısı tarafından fark edilebilir. Bir bakıma burjuvazinin ev bağını annesinin hasta yatağında ona anlattığı gayrimenkul bilgileriyle kurar. George her ne kadar iç çeperler kurup Eva’yı uzak tutmaya çalışsa da, gerçekleşmeyeceğini bildiği bir işe girişmiştir. Çünkü Anne’nin ölümü yaşlılığı sebebiyle yakındır ve bu da demek oluyor ki kendisi de benzer bir kadere boyun eğmek zorundadır. Haneke, sinemada aile üzerinden toplumsal devirdaimin şifrelenebileceğini söyler. Son/ölüm zorunlu olarak gelecektir. İç çeperin de işlevini yitirmesi ve Eva’nın annesinin odasının kilidini aşması üzerinden inşa etmektedir. Ancak Eva da filmin sonunda evde yalnız başına kaldığında ölümün gerçekliğini belki de ilk defa düşünür halde bulacaktır kendini. Şimdi evin sahibi olduğunu bilse de evin bir önceki sahipleri olan ebeveynlerinin evde olmadığını görmesi sahip olduğu şeyi bir süre sonra yitireceğini fark etmesiyle eş değerdir. Ne yazık ki Eva annesi gibi fotoğraflara bakıp “güzel hayattı” diyecek yaşa gelmeden varlığını kaybetme korkusunu yaşamaya başlayacaktır.

Çeperin bir bakıma yeni bir icat olduğunu ve insan hayatına sonradan devşirildiği kabul edildiğinde, evin çeperindeki seçici geçirgen kapı dışındaki diğer açıklığı pencere olacaktır. Bu da filmin belli zamanları içeri dalıveren güvercinin varlığı da anlaşılır olacaktır. Güvercin insanlar için olmayan ve hiçbir insanın da fiziksel erişimi olmadığı için kullanamayacağı pencereden eve girip çıkabilmektedir. Ev yapısal olarak ötekiyi dışarıda bırakabilme özelliğine sahip olarak inşa edilmişken bir küçük kuşu dahi engelleyememektedir. Bu sahneler evle özdeşleşen ve bir yandan da eve kapanan burjuva yapısının ne kadar gedikli olduğunu göstermesi açısından değerlidir. Tesadüfi olarak gelen güvercin tıpkı belli belirsiz sebepten dolayı felç nöbeti geçiren ve uyanan Anne’nin Georges üzerinde bıraktığı etkiye benzer etki oluşturacaktır. İki tesadüf de başta Georges için tehdit olarak görülmese de kendi yarattığı idealin içinin oyuk olduğunu ve bu oyuğun sistem tarafından fark edilmediğini seyirciye aktarmaktadır. Zaten sistem boşluk üzerine kurulu olduğunu fark edemediği burjuva içten içe kendini yok eden bir mekanizma olarak tarif edilmiştir. Birikimin ve gelişimin mücadelesi yine kendini rakip görerek yapıldığı için döngüye gireceği için yalnızlaşacaktır. Başkalarının bakışı üzerinden var olan sistem, muhafazakarlaşıp içe kapandığında başkalarını görmekten uzaklaştığı için varlığı anlamsızlaşacak ve kendini yok edecektir. Bir güvercin ise bu örülen duvarları ve kuralları yok sayıp doğal sınırlar arasında dolaşabilecektir.

Acılardan Arta Kalan

George Anne’yi boğmadan kendi annesiyle yaşadığı ama daha önce bahsetmediği bir anısını anlatmaktadır. Daha önce çocukluğuna dair bir film anısını Anne’ye anlatmasının ardından kadınla arasındaki bağın daha da kuvvetlendiğini hatırladığı için belki de benzer bir anı aramıştır. Ancak bu anı Georges’in hayatındaki bir başka bağlantıyı ona hatırlattığı için Anne’nin kaybını, hesaplı bir yöntemle yumuşatmaya çalışacaktır. Georges öyküsünün sonunda annesini bir camın ardında gördüğünü ve ona yine kendisini ifade etmek için verdiği yıldızlı/üzüntülü mektubu veremeyeceğini söyler. Hikaye boyunca annesine iletmek istediği duygusal değişimleri bir değiş tokuş nesnesi olarak mektuplarla yapmıştır. Annesiyle olan ilişki bir bakıma bir alış verişe bağlıdır. Ancak hikayenin sonunda camın arkasındayken elinde ne pulu ne mektubu kalmayışı bu alış verişi de bitirmiştir. Georges eşi Anne için de düzenli olarak bir şeyler satın alarak ya da emeği satın alarak onun hayatla bağını taze tutmaya çalışmıştır. Önce özel bir yatak, sonra tekerlekli sandalye, daha iyi bir sandalye, bakıcı, daha iyi bir bakıcı… Devamlı ilerleyerek yeniyi tüketen ve bu tüketim üzerinden hayat bağını kuran Georges, alış verişi tüketmiştir. Annesine karşı değer biçilip, duygularının değiş tokuş edildiği bir şey kalmadığı gibi eşi Anne için satın alınacak bir şey daha kalmamıştır. Bu bağın yanında Georges annesine dair son anısını, hastane camı üzerinden çeperin dışında kalma öyküsü olarak kodladığı için Anne’nin hikayenin ortasından sonra sayıklamalarının durması ve tepkisizliğini ölümü getirmiştir. Çünkü tepkisizlik Georges için alış verişi tüketirken Anne’nin ev çeperinin bir bakıma dışında kalmış olduğunu fark ettirir. Anne’nin yeniden kontrol altına alabilmek ve içe döndürebilmek için öldürür. Burjuvanın tüketim, biriktirme, hesaplılık ve içe dönüş evrelerini tümüyle içeren bir sahnedir. Dolayısıyla Georges’in yastığı Anne’nin kafasına bastırıp onu öldürmesi Anne’nin acılarını dindirmek için yapılan bir eylem değildir. Burjuva olarak tüketimini tükettiği için varlığını kaybetmiştir. Anne’nin tükenişi üzerinden kendi varlığını kaybetme korkusuyla onu öldürecektir.

Anne’nin cesedinin çiçeklerle sunulmuş olması, daha sonra odanın kilitlenerek kapı aralığının bantlanması dışarıya iyi ve temiz görüntü vermek açısından Georges’in burjuvalığına leke düşürmekten imtina etmesiyle ilgilidir. Eva nasıl annesi ölüm döşeğindeyken ona asla girişemeyeceği bildiği halde yatırım önerileri veriyorsa, George da cesedin muhakkak bulunacağı bildiği için burjuvanın cesedini de bakılası bir nesneye dönüştürmektedir. Bu güzel sunum, Anne’nin fotoğraflara bakması ardındaki motivasyonla aynıdır. Hayatını güzel olarak hatırlamak, boşluksuz ve doğru yaşanmış olarak. Kaybı yadsımaya ve onu güzel hatırlamaya çalışmalıdır. Yoksa ölümün yasını tutacak ve yası yaşadığında sonunda ölümü ve dolaylı olarak kaybı kabullenecektir. Halbuki filmin bütün bölümünde kaybı ertelemeye çalışan burjuvanın sunumunda bu durumun kabullenilmesi mümkün değildir. Neticede kayıp kabullenildiğinde bir gün her sahip olduğu şeyi yitirebileceğini de bilecektir. Anne’nin hastalanıp yataklara düşmesinin ardındaki sebep tamamen sahip olunan varlığı kaybetme şüphesi değil miydi?

Aşk Bitti

Georges kendi meçhul şüphesini bastırmaya yönelir. Yoksa Anne gibi önce uykuları kaçacak sonra da varlığını kaybedecektir. Ancak bu baskılama Anne’nin ölümü ardından yeniden geri dönmüştür. Bu sefer de Georges kaçışı önce yatak odasını değiştirmede, daha sonra da Anne’nin sanrısını üretmede bulmuştur. Bir sanrının peşinde gidecek ve varlığını kaybetmenin şüphesini unutarak kaybolacaktır. Bunca bireyselleşmenin ardından çeper sahiden kimseyi içinde barındırmayacak kadar küçülmüştür. Çeperi oluşturan sistem bireyselleşmeyi dolayısıyla yalnızlığı getirdiği için sonunda yine yok ettiği kişi yine kendisi olmuştur. Haneke’nin burjuvanın umutsuzluğunu anlattığı öykülerinden biri de böylece kapanmış olur.

[stextbox id=’info’ bwidth=’#dedede’ ccolor=’dedede’ bcolor=’dedede’ bgcolor=’dedede’ cbgcolor=’dedede’ bgcolorto=’dedede’ cbgcolorto=’dedede’ image=’null’]

[1] Röportajın tamamı için bkz: https://www.birgun.net/haber/iyi-polisiye-iyi-edebiyattir-270516 

[2] Joseph Campbell aşkı Eros, Amor ve Agape olarak üç temel yaklaşıma göre ayırır. Eros bildiğimiz anlamda romantik bir karşılık yoktur. Agape ruhani bir aşktır Bireysellikten uzak ve aşkındır, karşıdakinin bir önemi yoktur yalnızca baskın olan merhamettir. Bu bakımdan Eros ile Agape birbiriyle kesişmeyen iki dürtüdür. Tek ortak noktaları amor ile kıyaslandıkları zaman ortaya çıkar: kişisel bir ideale bağlı olmamaları. Filmin aşkı da tabi ki bir amor örneğidir. (Campbell, Joseph, röportaj yapan Bill Moyers. Mitolojinin Gücü. Çev.: Zeynep Yaman. İstanbul: Mediacat Yayıncılık, (2009): 236-259.)

[3] Yunan tragedyalarında karakterlerin doğuştan gelen ve sonunu getiren “trajik hata” anlamına gelen kavramdır. Daha fazlası için bkz: https://www.britannica.com/art/hamartia

[/stextbox]