yukari cik
X

Dünyanın Sonuna Yolculuk: The End Of The F***ing World

Dünyanın Sonuna Yolculuk: The End Of The F***ing World

Günümüzde gençler, teknolojiyle birlikte gelen yeniliklerin ilk kullanıcıları ve bağımlıları olarak görülmektedir.  Hele bu gençler henüz reşit olmamış ergenlerse, içinde yaşadığımız teknolojiye, küçük yaşlardan itibaren maruz kalmışlar demektir. Onları cep telefonlarından veya kullanıcıya yeni açılmış herhangi bir teknolojiden ayrı düşünmek hemen hemen imkânsızdır. Bunu her ne kadar sosyal sorumluluk olarak görsek de her dönemde olduğu gibi günümüzde de muhakkak bu bağımlılığa isyan eden “uyumsuzlar” vardır, ya da olacaktır. Netflix’in orijinal yapımlarından The End Of The F***ing World dizisi de tam olarak bu uyumsuzlar üzerinedir.

On yedi yaşında iki okul arkadaşı James ve Alyssa, çevrelerindeki tüm çocuklardan farklı olduğunu hissetmektedirler. James kendini bir psikopat olarak tanıtmaktan geri kalmaz. Alyssa’nın da ondan aşağı kalır yanı yoktur. Ancak James ne kadar durgun ve pasifse, Alyssa o kadar deli dolu ve baskın bir karakterdir. İkili zıt kişiliklere sahip olmuş gibi görünseler de derinlerde benzer sorunlar yaşamış kişilerdir. Bu sorunlarını çözememiş ve sadece onlardan uzaklaşmak için şimdiye kadar farklı şeyler denemiş ergenlerdir.

Bu iki ergen, benzer yaşlarda ailelerinden belli bir kopuş yaşamışlardır. James’in annesi kendi gözleri önünde intihar etmiş, Alyssa’nın babası ise evi terk etmiştir. Kültürel olarak şefkat ile özdeşleştirilen anneden yoksun kalan James, bu yokluğunu şiddete fazlaca başvurarak örtmeye çalışır. Dizinin ilk bölümünde öğrendiğimize göre de James’in en büyük fantezisi bir insan öldürmektir. James’in annesiz, yani dolaylı olarak sevgisiz büyüdüğüne yapılan atıfla beraber babasıyla ilişkisinde de belli problemler vardır. Baba, annenin yokluğunu kapatmayı bırakın, kendi varlığını bile ortaya koymaktan aciz, ezik bir karakterdir. James, babasının devamlı konuşmasından ve her şeye karşı fazla olumlu düşünmesinden şikâyetçidir. Babanın bu tarz davranışları,  ailesine karşı yerine getiremediği sorumluluklarda yatar. Baba, hiçbir şey yokmuş gibi davranarak tüm yaşananları yok saymaktadır. Yaşananlarla yüzleşme gücüne sahip değildir. Eğer onlarla yüzleşebilse kendi yetersizliğinin bu durumlara yol açtığını görecektir. Ancak kişinin benliği, böyle bir yenilgiyi kabul edemeyeceği için devamlı bundan kaçmaktadır. James bu şekilde ne babasından otoriteyi, ne de annesinden sevgiyi öğrenebilecektir. Bu yüzden yaşama, düzgün bir şekilde bağlanamayacaktır.

Alyssa’nın hayatında da giden kişi babadır. Alyssa büyürken babasının hayatta olduğuna dair tek kanıtı, doğum günlerinde ondan gelen tebrik kartlarıdır. Bu da onu hikayenin diğer kahramanına göre bir adım güvenli bir yerde konumlandırır. Zaten Alyssa, babasının yaşadığına dair bilgiye sahip olmasa ikisinin çıktıkları yolculuk, ilk araba kazasıyla sonlanabilirdi. Çünkü yolculuk etmeye değer bir şey bulamayıp arabanın içinde patlamayı bekleyebilirlerdi. İyi bir hayata dair olan umutları, bu “F***ing World”de onlara bir yaşam kapısı sunmaktadır. Alyssa’nın yaşadığı ev, ikili bir yaşama ev sahipliği yapıyor gibidir: Alyysa ve diğerleri… Şöminenin üzerine konulan aile fotoğraflarının hiçbiri Alyysa’ya ait değildir. O sadece evde dolaşan bir ruh konumundadır. Ne annesi ona gerçek anlamda bakmaktadır ne de üvey babası. Hatta üvey babası ona, taciz boyutuna varacak yaklaşmalarda bulunur. Yani üvey baba, evdeki otorite boşluğunu kendi kötü emelleri için kullanmaya hazır birisidir.

Buraya kadar olan kısımda aslında Alyssa’nın da James’ten farklı şeyler yaşamadığını iddia edebiliriz. Çünkü o da James gibi annesinden şefkati ve babasından otoriteyi öğrenememiştir. Yaşadığımız dünyanın yerleşik kültüründe bu kavramları öğrenebileceğimiz yer ailedir. Fakat ikisinin de ailesi bu temel görevlerini yerine getirememiştir. Bu yüzden çocuklardan uyumsuz iki birey çıkıvermiştir. En azından var olan sistem içinde uyumsuz iki birey… Daha önceki çocuklar ya da akranları gibi sosyal düzenin kurallarına uymazlar. Onları bu kurallara bağlayacak şeyden yoksundurlar. Zaten giden sevdikleri de bu düzene bağlı olamadıklarından yaşayamamışlardır. Çocuğun annesi intihar etmiştir, kızın babasıysa düzen dışı bir hayat seçmiştir. İkisi de sistem için yoktur. James ve Alyssa’da bu bağa isyan etme dönemlerini yaşamaktadırlar.

James küçükken, “bir şeyler hissetmek için” elini içi kızgın yağ dolu bir fritöz makinesinin içine daldırmıştır. Bu fritöz makinesi Amerikan alışveriş kanalından satın alınmış bir üründür. Kapitalist sistemin bir ürünü olduğu kalın çizgilerle çizilen bu eşya, aynı sistemle bağ kuramayan James için tam bir düşmandır. James küçük yaşında Amerika’ya savaş açamayacağı için yalnızca, sistemin kendi evindeki ürününe saldırır. Bunu da yalnız “bir şeyler hissetmek için” yaptığından bahseder. Sistem ile bağ kuramaması, ona bu toplum içinde yaşadığını hissettirmemektedir. Sistemin bir ürünüyle kendine zarar verdiğinde yapılmaması gerekilen bir şeyi yaparak gerçekten yaşadığını hissetmiştir. James’in yaptığı, seyirci için bir “psikopatlık” olarak görülebilir ancak yaşadığımız dönemde tüm insanlığın sistem ile olan bu bağının gerçekten zayıfladığı düşünüldüğünde aslında tematik olarak hepimiz elimizi fritöz makinesinin içine sokuyoruz. Kendimiz ve sistemle başa çıkmamızın tek yolu da bu. Ancak günümüz insanlığı bu kadar sert ve zarar verici tepkiler yerine genellikle naif tepkiler göstererek kendini “özgür” olarak tanımlıyor.

James’in isyanını şiddetle göstermesini, yalnızca fritözle olan münasebeti üzerinden bahsettikten sonra Alyysa’yı daha bütüncül olarak değerlendirme niyetindeyim. Çünkü farklı akıl yürütme biçimleriyle dizide yaratılan durumun daha anlamlı kavrayacağımı ve açıklayabileceğimi düşünüyorum. James için yöntemi tümevarım olarak uygun görürken Alyysa için tümdengelim metodunu uygulamaya çalışacağım. Alyysa’yı seks düşkünü veya genel anlamda ahlaksız diye nitelemek çok yanlış olmayacaktır. Ancak sorun, Alyysa’nın bakire oluşudur. Evlilik öncesi cinsellik, birçok toplum için yeterince karşı çıkılası bir meseledir. Alyysa seksi, daha doğrusu seks düşüncesini devamlı olarak belirterek aslında bir eksikliğini de göstermiş olur. Ancak burada bahsi geçecek olan durum cinsel bir eksiklikten çok seks arzusudur. Karşılaştığı erkeklere karşı “hadi seks yapalım” önerisi, James’in fritözle olan ilişkisinden farksızdır. Alyssa da kurallara karşı çıkarak bir şeyler hissetmenin peşindedir. James kendine verdiği zarardan ne kadar tatmin olamayıp, bir insanı öldürme arzusuyla yanıp tutuşuyorsa Alyssa’da asla sekse ve dolaylı olarak onun verdiği tatmine ulaşamayacaktır. Bu tatmin cinsel birleşmeyi sağlasa da ulaşamayacağı bir yerdedir çünkü derdi yalnızca bir erkekle yatabilmek değil, sistemin ırzına geçmektir. Seksle bunu başaramayacağını anladığı her an, cinsel birleşmeden ani bir şekilde soğumasına neden olur. Seksle özdeşleşen isyan arzusu kaybolmaz. Ancak onunla tatmin olmayacağını, bilinçsiz bir şekilde de olabilir, anladığı için cinsel birleşmeyi durmadan ertelemektedir.

Toplumsal normlar, yaşadığımız hayatın sınırlarını çizer. Bu sınırlar aşıldığı zamanlarda ise kendince bazı önlemler alır. Sansür, bu önlemlerden biridir. Sansür bir denetim mekanizmasıdır. Yapılan iş, izne tabidir. Dizinin ismindeki sansür, kelimenin varlığını ortadan kaldırmaz. Yalnızca onun açık ifadesini önler. Yani yasak olan, bir bakıma kelimenin içeriği değil biçimidir. F***ing’in hangi anlama geldiği ancak dolaylı olarak belirgindir. İçerik ve biçim arasındaki bağ, sansürle ortadan kaldırılmıştır. Yalnızca dolaylı olarak anlam, görüngüyle bağlanır. Bu da göstergebilimsel düzeyde gösteren ve gösterilen arasındaki bağın kurulu olmadığını anlamına gelir. Böylelikle sistem ile arasındaki bağı kuramayan ergenlerin finalde neyle karşılaşacağı, dizinin isminde dahi ele veriliyor. Özü “tehdit içeren” bir kelime olan f***ing, sansür sayesinde zararsız bir bölgeye çekiliyor. Tıpkı çocuklar gibi… Her ne isyana kalkışsalar da sistem tarafından zararsız şekle döndürülecek çocuklar gibi. Kurallarla arasındaki bağı yıkan çocuklar ne kadar kaçarlarsa kaçsınlar, bir gün elbet o sistemin içine dahil olmak zorunda kalacaklardır.

Dizinin ismindeki sansür, dizinin finalindeki fikre vurgu yapmaktadır. Sistem kazanacak, ergenler onun esiri olacaktır. İsmin sansürlü biçimde yayınlanması, sansürün kabulüyle ilgilidir. Yani filmin ismiyle yaratılan dil, sansürü onaylamaktadır. Bu da sistemi zorunlu hale getirir. Uyumsuzlar yok edilmeli ya da sistemin içine dahil edilmeli ve sistem devam etmelidir. Dizinin final fikri bunu belirtmektedir. Her ne kadar boşluğa doğru koşan James’in gerçekten vurulup vurulmadığı bilmesek de ergenlerin polisler tarafından sıkıştırıldığı için artık kaçacak yerlerinin olmaması dolaylı olarak bu fikre vurgu yapar. James vurulmamış olsa dahi kazanan sistem olmuştur. Çünkü ergenleri yakalamış ve onlara sisteme dahil olma dışında bir yol bırakmamışlardır. Sistemden kaçıp doğaya sığınan filmlerin en kritik kısımları aslında bu finalleridir. Wes Anderson görünümlü Wild At Heart öyküsünde[1] yönetmen her ne kadar bu kaçış olgusu içerikli bir film yapsa da onu gerçekçi kılmak için çabaladığından söz etmektedir. Bir kaçış öyküsünün gerçekçi olabilmesi için başvurulacak yol da, daha önceki benzerlerinin final fikirleri gibi sistemin varlığının kabulünden geçmektedir.

Sistemle bağ kuramayan kişilerin hayatlarını sinema tarihinde yıllar yılı izlemiştik. Natural Born Killers’tan Bonnie and Clyde’a, sistemle kendi yöntemleriyle savaşmaya çalışan Into The Wild’in Chris McCandless’e kadar birçok farklı karakteri izledik. The End of the F***ing World’ün dilin yasalarına giremeyen on yedi yaşındaki bu iki “canavarı”, dizi dünyası için de doğaya kaçış fantezisini yeniden canlandırıyorlar. Kural koyucu dilin de varlığından bile uzak olan bu iki ergenin dünyanın sonuna yaptıkları yolculuğun birçok bölümü seyirciye keyif veren bir hikaye sunsa da bir son fikir olarak bu “f***ing world”un kurallarını kabul etmeyi bize öğütlüyor. Yoksa sonumuz James’in annesi gibi bir gölün dibi, Alyysa’nın babası gibi başıboş bir serseriye dönüşmek ya da James gibi bir varış noktası bulunmayan sahilde kurşunlardan kaçmak olacaktır. Ya F***ing World’e dahilsinizdir ya da yaşamın dışında…

[1] Entertaiment Weekly’de Nick Romano’nun diziye hakkındaki yorumu ve Jonathan Entwistle ile yapılan röportaj