yukari cik
X

Doktor, Zeki Demirkubuz Kim? Gülen Gözler Matinesi (2017)

Doktor, Zeki Demirkubuz Kim? Gülen Gözler Matinesi (2017)

82ekran için yazan: Ahmet Toğaç

Okan Üniversitesi’nde Dr. Öğr. Üyesi olan Burak Kaplan’ın ikinci kısa filmi Gülen Gözler Matinesi 24 Mayıs Cuma günü itibariyle festival sürecini bitirip online yayına açıldı. Filmi daha önce iki ayrı gösterimde görme şansını yakaladığım için internet üzerinde paylaşıldığı günün ertesi bu haftanın kısa filmi bu değerlendirme yazısını çıkartabiliyoruz.

Film yarı fantezik bir zeminde, Yeşilçam ve Yeni Türk Sineması pratikleri üzerinden hikayesini geliştiriyor. Sinemamızın bu iki ayrı dönemindeki belirgin durum, atmosfer ve karakterleri karşılaştırarak aralarında bir bağ yaratıyor. Bu bağ da bir aşk hikayesi. Yeşilçam’ın belki de sömürü derecesinde kullandığı ancak Bağımsız Türk Sineması’nın da imtina etmeden kullandığı aşk filmdeki iki ana karakteri birbirine bağlıyor. Ferit ve Alev. Yeşilçam’dan oldukça tanıdık bu isimler geçmişten aldıkları referans formları korusalar da karakter yapıları itibariyle farklılaşmadan değişerek etiketlerini temsil ediyorlar. Burada özellikle değişim kelimesini kullanıyorum. Çünkü değişim, anlam evrimince, yetişmek, yan yana gelmek ve yerine geçmek olarak süregelmiştir. Farklılaşmak ise bir eksikliği belirtir. Farkın anlam evrimi ayırmaya dayanır. Ancak ne sinema tarihimiz ne de filmim yapısı Yeşilçam’ı ve Bağımsız Türk Sineması’nı birbirinden ayırarak anlamlandırır. Bu yüzden filmin karşılaştırması değişim üzerinedir.

Yeşilçam’dan tanıdığımız Ferit laubali olmayan ama uçarı bir karakterdir. Aşık, duygusal ve bir o kadar da ele avuca sığmazdır. Bu sebeple de aşkı söz konusu olduğunda ciddileşerek onu savunmak için elinden geleni yapacaktır. Gülen Gözler Matinesi’nin Ferit’i ise aşkı için varoluşuyla çelişmeye başlayacaktır. Çünkü Ferit ancak Yeşilçam’ı görerek yaşamına devam edebilmektedir. “Onlar olmadan yaşayamam, katlanamam bu boktan hayata.” diyecektir zihnine Yeşilçam imajlar yükleyen doktora. Ferit Yeşilçam’sız eksik olacağı için Doktor, doktordur. Onu gerçeklik hastalığından kurtarıp Yeşilçam’ın gündüz düşleriyle yeniden buluşturacaktır. Ferit’in açmazı da burada başlar. Aşık olduğu Alev, Zeki Demirkubuz filmleri meraklısı genç bir kadındır, Ferit’in izlemesi için de Masumiyet ve Kader‘i önermiştir. “Ertem Abi”nin filmlerine karşılık Zeki Demirkubuz’un soğuk gerçekliği…

Doktor, Ferit’e bu gerçeklikle karşılaştığı an Yeşilçam’ın yok olacağı endişesini vermiştir. Bu endişe yalnızca Ferit için değil sinemamız için de geçerli olmuştur. Hem endüstri hem de biçimsel olarak kesilen Yeşilçam, bir ölü dönemin ardından yerini minimalist gerçekçi hatta büyük ölçüde karamsar olan bir sinemaya bırakmıştır. Yeşilçam renkli bir düşken Bağımsız Dönem soğuk bir gerçeklik barındırıyordu. Ancak bu değişim de bütüncül bir farklılaşma içermiyordu. Çünkü sinema geçmişiyle ayrılmamış yalnızca tepe taklak olmuştu. Renklinin karşısında onu var eden öteki soğuk gibi, düşün karşısında da gerçek vardı. Biri diğerinin zıttı olarak var olduğu için değişim de keskin ve sert olmuştur. Ancak Ferit tutucu var oluşuna karşı çıkacak başka bir kaybetme endişesini ise Alev’den işitecektir. Alev kaçmak zorundadır, babasının ve çevresinin kendisinde oluşturduğu baskıdan dolayı. Bu anda Ferit var oluş kaynağı olan Yeşilçam ile karakter yapısını oluşturan romantiklik arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. Çünkü aşkı için her şeyi göze alan Ferit, Alev’in tek başına kaçmasına izin verdiği takdirde içinde yaşadığı fanteziden gerçek ve “boktan” hayatını kabul etmiş olacaktır. Tıpkı minimalist gerçekçi sinema örneklerinde seyrettiğimiz başarısızlığın moral bozukluğunu kabullenen karakterler gibi. Ancak Ferit duygusal kahraman olarak Doktor’un uyarısına karşı gelip, Yeşilçam düşlerini görememek uğruna aşkıyla kaçma planları yapacaktır. Tam da buradan sonra ani sürprizler ve aldatmacalarla dolu Yeşilçam senaryolarında olduğu gibi melek kadın, gerçek kimliğini yalnızca seyircinin bildiği fettan kadına dönüşmüştür.

Ferit acı da olsa dönüşmek zorundadır. Kader’in DVD’sini izlerken bu zorlu sürecin onu ne kadar yıprattığı görülür. Ancak aşkı için buna katlanmak zorundadır. Tıpkı sinemamızın değişimi gibi acı ancak zorunlu olmuştur. Burçak Evren’in değişiyle “Yeşilçam’ı bıçak gibi kesen televizyon ve ardından gelen seks furyası”, yabancı sermaye yasasıyla Amerikalı dağıtımcının sinemaları işgali ve tüm bunlarla birlikte artık sinema salonlarından çekilen hem filmler hem seyirci için bir değişim zorunlu olacaktı. Ancak film, birçoğu ustasız[1] Bağımsız Sinemacılardan Zeki Demirkubuz’u seçerek bu değişim aslında geçmişi tümüyle reddeden bir yapıda olmadığı söylemektedir. Çünkü Demirkubuz dönemindeki diğer birçok yönetmenin aksine bu usta-çırak ilişkisinin sonuna yetişmiş[2] bir isimdir. Bu nedenle Yeşilçam mirasını yıkan değil dönüştüren bir yönetmenin etiketiyle film de bu değişimi temsil etmektedir. Ancak film, Yeşilçam’ın gündüz düşlerinin artık çok uzakta kaldığını söyleyen ve minimalist gerçekçi Türk sinemasının atmosferine yaklaşan bir finalle sonlanacaktır. Ferit, Alev’in içinde olduğu gizli örgüt tarafından duvara “Alev yok, Uğur var.” yazmak zorunda bırakılmıştır. Uçarı bir romantiğin gerçekliğin sertliğiyle anarşist olmaya zorlandığı bir değişim. Ertem Abi’nin Alev’ine karşılık Zeki Demirkubuz’un Uğur’u… Sevdikçe dünyanın güzelleşeceği Alev’den, peşine takıldıkça bitip tükenilecek Uğur’a…

Ferit, Yeşilçam imajları seansından sonra Doktor’un yanından ayrılırken şu soruyu soracaktır, “Doktor, Zeki Demirkubuz kim?”. Filmin gösterimlerinde[3], seyircilerin arasından yönetmene yöneltilen temel sorulardan biri bu oluyor. Belki de filmin en büyük sorunu da budur. Türk sinemasına isimler üzerinden kurduğu bağlantının belli seyircinin zihninde kurulamıyor oluşu hikayenin takibini zorlaştırıyor. Aynı gösterimlerin birinde “Yeni Türk Sineması denilince aklıma ilk Recep İvedik geliyor” diye çıkış yapan seyircinin kavramlarla kurduğu bağlantıdansa filmin daha sinema entelektüeli bir kitlenin anlayacağı şekilde kurulmuş olması da büyük olabilecek bu anlatının dar bir kesimle sınırlı kalmasına yol açıyor. Tıpkı Bağımsızlar döneminin başından beri bu yönelimin kurucu yönetmenlerinden şimdiki takipçilerine getirilen, “Gişeden ve seyirciden bağımsız, kimsenin izlemediği filmler yapıyorsunuz.” eleştirisi bir kez daha hatırlanacaktır. Filmin festival ve gişe diye iyice bölünen sinema anlayışına karşı bir çözüm sunuyor olması beklenemez ancak bu mefhumları içinde barındırması bile tam da bu zamanın ruhunu uygun olduğunun göstergesidir.

Türkiye seyircisi karşısında dahi anlamsal karmaşıklığı barındıran böyle bir filmin yurt dışı festivaller serüveninde 13. Marbella Uluslararası Film Festival’inde Kısa Film Yarışması finalistlerinden biri olmasını şaşkınlıkla karşılamıştım. Yönetmenle yaptığım görüşmede filmin nasıl olur da İspanya gibi bir yerde gösterildiğini sorduğumda yukarıdaki tüm bağlam sorularını boşa çıkartacak cevap vermişti. “Filmin atmosferini sevmişler, bu yüzden yarışmaya almışlar. Belki bağlantıların hiçbirini anlamadılar ancak yeni/eski, renkli/soğuk ve düş/gerçek karşılaştırmalarını fark edip filmi kavramlar üzerinden değil duygusal karşılıklar üzerinden izlemişler, değerlendirmişler.” mealindeki cevabı duymuştum. Bu da aslında Reha Erdem’in Uncle Boonmee güzellemesinde[4] sarf ettiği sözler gibi bir yaklaşımla “filmi kategorizasyona sokmadan tüm ihtişamı ve her seferinde yaşattığı zenginlik ve bütünü kavrayamamanın verdiği tuhaf huzursuzlukla” sinemaya bakmamızı sağlayabilir. Kişisel olarak bu hissin, jenerik akarken dinlediğimiz Rana ve Selçuk Alagöz’ün Her Şey Bitmiştir Artık şarkısıyla tamamlandığını hissediyorum. Yeşilçam’dan zorunlu ayrılışın ve gündüz düşlerini bir daha göremeyecek olduğumuz bilmenin nostaljisiyle film tamamlanırken, artık hiçbir şeyin bir daha aynı olmayacağı burukluğuyla ayrılıyordum sinema salonundan. Bu kopuşa rağmen jeneriğin sonunda Mavi Film ve Arzu Film yıllarına göndermeyle beliren 1972 yılı, 2017’ye dönerken yüzümdeki aptal gülümseme[5] daim kalacaktır.

[stextbox id=’info’ shadow=”false” bwidth=’#f7ef7c’ ccolor=’f7ef7c’ bcolor=’f7ef7c’ bgcolor=’f7ef7c’ cbgcolor=’f7ef7c’ bgcolorto=’f7ef7c’ cbgcolorto=’f7ef7c’]

Yapımcı: Dilek Keser, Ulaş Güneş Kaçargil
Senarist – Yönetmen: Burak Kaplan
Görüntü Yönetmeni: İlker Berke
Sanat Yönetmeni: Tuğçe Aydın, Erdal Tuzla
Kurgu: Arda Karaböcek
Oyuncular: Yusuf Akgün, Berna Koraltürk, Engin Benli

Yapım Tarihi: 2017
Süre: 26:50

[/stextbox][1] Yeşilçam endüstrisiyle ilgili bir usta-çırak ilişkisidir. Yeşilçam sıkı bir hiyerarşi içerir ve buna dahil olmadan, basamakları teker teker çıkmadan doğrudan bir film sahibi olabilmek, film çekmek imkansızdır.

[2] 1986’daki Ses filminden itibaren Zeki Ökten’in asistanlığını yapmıştır.

[3] 2018 Tres Court Uluslararası Çok Kısa Filmler festival ve 3. Kısa Film Kolektifi Kısa Film Festivali

[4] Erdem, Reha. “Joe, Annem, Bunmi Dayım.” Altyazı 100. Özel Sayı. (2010): 66-67.

[5] Filmin uluslararası adı “After Laughter”dır, bu deyim uzun süre gülümsenin ardından insanların yüzünde bir nevi “kahkaha sonrası” kalan nedensiz gülümsemedir. Gülüşten sonra yeniden gerçeğe dönmeden önceki son mutluluk hali diye de tanımlanabilir bu his.