82ekran için yazan: Selen Turna
Netflix’in 23 Ekim’de yayına sürdüğü yeni mini dizisi The Queen’s Gambit seyircisiyle buluştuğu günden itibaren yılın en dikkat çeken işlerinden biri olmayı başardı. Yazar Walter Tevis’in aynı adlı romanından uyarlanan 7 bölümlük mini dizi, 8 yaşındaki Elizabeth (Beth)’in annesini kaybettikten sonra yetimhanede merak saldığı satrançla beraber başarıya uzanan hayat mücadelesini izleyiciye sunuyor.
Hikayenin yazarı Walter Tevis’in verdiği röportajlarda romanında Elizabeth karakteri için Dünya Satranç Şampiyonası’nı kazanan ve rakibi Rus Boris Spassy’i yenerek bu turnuvada zafere ulaşan ilk Amerikalı satranç dehası Bobby Fischer ile bağlantı kurduğunu ve ondan esinlendiğini ifade eder. Oldukça gerçekçi ve ilgi çekici resmedilen Elizabeth Harmon (Beth) karakterini ise son yıllarda Split (2016), Glass (2019), The Witch (2015), Emma (2020) gibi birçok sinema filminde gördüğümüz genç oyuncu Anya Taylor-Joy canlandırıyor.
Küçük Beth ile tanışmamız yaşadığı trajik olay sonrası Kentucky’de bir yetimhaneye gönderilmesi ve yeni hayatına alışma süreciyle başlıyor. Kurumda yaşadığı sıkıntılar ve geçmiş travmaları ile boğuşurken yetimhanenin hizmetlisi Mr. Shaibel sayesinde satranç ile tanışması ona adeta yeni bir kapı, yeni bir dünya sunar.
Başarıya uzanan bir hikâyenin yanında sorunlara karşı savaşan yalnız bir kızın büyüme hikâyesi ise bu sürecin içerisinde büyük bir yer kaplıyor. Madde bağımlılığının yanı sıra büyüdükçe annesiyle ilgili travmaları da zihnini meşgul ettikçe satranca büyük bir tutku ve hırsla bağlanıyor Beth. 8 yaşından itibaren oturduğu her satranç masasında izleyicinin satranca olan ilgisini sorgulatmaksızın her kitleye hitap edecek büyüleyici anlar sunuyor. Bu konuda oyuncu Anya Taylor-Joy’un ana karakter Beth ile kurduğu enfes uyumun izlerini görmek de mümkün. Kendinden emin tavırları, hırsı ve satranca olan tutkunluğu en iyi şekilde yansıtması oyunculuk seçimi açısından diziyi daha keyifli bir hale getiriyor. Soğuk savaş döneminin hâkim olduğu 1960 döneminde geçen dizi, Beth’in yetimhaneden arkadaşı Jolene üzerinden ırkçılık konusuna değinirken başta bir kadın hikâyesi olmak üzere anlatının feminist taraflarına değinmekten de kaçınmıyor. Dizi, bunu özellikle Beth’i evlat edinen ailedeki annesi Alma ve sınıftaki kız arkadaşlarının dönemin toplumsal yapısı içerisinde konumlanma şekillerinden ele alıyor.
Diğer yandan Beth’in yetimhane döneminden itibaren yer aldığı her satranç turnuvasında dönemine göre erkek egemen bir spor olan satrançta kendisine yer açması konusunda sıkıntılar yaşaması hikayenin merkezindeki feminen duruşa bir örnek. İlk bölümden itibaren sürükleyicilik konusunda sıkıntı yaşamayan ve ayakları yere sağlam basan kurgusuyla izleyiciyi memnun etme açısından da kendine güvenilir bir alan yaratıyor. İzleyiciye kurmaca bir hikâyeden çok biyografik bir dizi izliyor hissini vermesi tam da bu noktada önemli bir detay oluyor. Görüntü yönetmenliği, yapım ve karakter tasarımının başarılı olması da bu konuya ek olarak kendini kanıtlamayı başarıyor.
Tabii ki bu artılarının yanında dizinin hikâye akışında eksik taraflarının kaldığını söylemek de mümkün. Klasik olay örgüsüsün dışına çıkmayan yapısı ile Beth’in travmatik geçmişi, madde ve alkol bağımlılığı, dönemin yapısına uygun konuları yansıtırken sönük bir anlatım tarzı sunuyor. Genç bir kızın satrançla kurduğu bağla beraber inişli çıkışlı hayatını konu alsa da özellikle dram unsurları açısından kendini ilerletememesi dizinin kısır bir döngüye girmesine neden oluyor. Bu sebeple Beth’in satranca olan hırslı bağını çok iyi bir noktadan anlatsa da hikâyenin özellikle duygusal kısmında bir yetersizlik doğabiliyor. Buna rağmen dizide uzun bölümlerin yer almasına rağmen eksik tarafların göze batmayışı ve akıcılığın zedelenmeyişi anlatının düzenli bir yapı sunmasına olanak tanıyor. Öyle ki, satranç sahnelerinin oyunla herhangi ilgisi olmayan izleyicide bile merak uyandırması ve kendini izlettiren bir kurguyla bunu başarması dizinin doğru temeller üzerine inşa edildiğini de kanıtlıyor.
Son zamanlarda hızlı ve çabuk tüketme amaçlı yapımlarıyla dikkat çeken Netflix orijinalleri arasından başarıyla sıyrılan The Queen’s Gambit için yılın en kaliteli işlerinden biri demek pekala mümkün.