yukari cik
X

Çöle Fırlatılmış Yalnızlıklar: The Sheltering Sky (1990)

Çöle Fırlatılmış Yalnızlıklar: The Sheltering Sky (1990)

82ekran için yazan: Damla Üzümcü

Türkçeye Çölde Çay olarak çevrilen,Bernardo Bertolucci imzalı The Sheltering Sky, Paul Bowles’in 1946’da yazdığı aynı adlı kitabından beyaz perdeye uyarlanmıştır. Film, New York’un ışıltılı hayatını bizlere göstererek başlar; ancak karı koca olan Port ve Kit bu ışıltılı hayattan kendilerini tecrit edip, arkadaşları Turner ile uzun yola çıkmaya hüküm giymişlerdir. Yaptıkları gemi yolculuğundan sonra Fas’a varırlar; fakat film nerede bitecek henüz bilinmez! Turner; Port ve Kit’e göre daha az umursayan, daha çok eğlence peşinde koşan bir karakterdir ve kendilerinin savaş sonrası bölgeye giden ilk turistler olabileceklerini söyler. Port ve Kit itiraz ederler; Turner belki bir turist, fakat kendileri birer gezgindir. “Turist bir yere vardığı anda, evine geri dönmeyi düşünür. Oysa bir gezgin hiç geri dönmeyebilir.”

Port ve Kit’in evlilikleri sürüncemededir ve ilişkilerini kurtarmak isterler; fakat tüm adımları birbirlerine zıt yöndedir. Sürekli hata yapmakta, sonrasında pişmanlık duysalar da hatalarına devam etmektedirler; çünkü onların ilk ve asli problemleri kendileriyledir. Port ve Kit varoluş sancıları çeken, modern hayatın sıkışmışlığından bunalmış ve çöle fırlatılmış yalnızlardır. Çölde girdikleri arayışta yalnızlıklarını paylaşamazlar bile.

Film baştan sona J.P Sartre’dır; zira film varoluş felsefesini işleyen ve Sartre’ı sıklıkla hatırlatan bir yapımdır. Kitabın yazarı Paul Bowles, Sartre’dan oldukça etkilenmiş, onun eserlerini İngilizceye çevirmiş ve kendi kitaplarında çokça görüşlerine başvurmuştur. Sartre’ın bir yaratıcıya olan inancı yoktur ve insanların bir şekilde fırlatıldıklarını söyler; tıpkı Port ve Kit’in çöle fırlatılışları gibi.

Kafede oturup bir şeyler içerlerlerken Port birden rüyasını anlatmaya başlar. Kit rüya dinlemekten nefret ettiğini ve bu durumdan rahatsız olduğunu hem sözleriyle hem de yüz ifadesiyle belirtir. Aslında Kit’i rahatsız eden şey başkadır. Port’un da rüyadan ziyade anlattığı başkadır; Kit ile bir tren yolculuğuna çıkmıştır ve trenin bir çarşaf yığınına çarpmak üzere olduğunu fark eder, bir şey yapamayacağını anlayınca kendi dişlerini kırar, iş işten geçmiştir artık. Burada Sartre’ın aynı adlı, “İş İşten Geçti” romanını hatırlarız. Sartre romanında bir türlü birlikteliği yakalayamayan bir çifti anlatır. Çift öldükten sonra birbirlerine âşık olur ve dünyaya geri dönerler. Orada kalabilmelerinin tek koşulu 24 saat boyunca güvenle sevişmeleridir; fakat karakterler yapamazlar, Port ve Kit gibi, aşkları için önlerine fırlatılan fırsatı yakalayamazlar.

Port sürekli yola devam etmek ister, bir rota çizer ama bu rotalar çok anidir. Kim olduğunun tasvirini yapamayan bir insan nasıl rota çizebilir? Daha pasaport kontrolünde bir mesleği olmadığını söylemiş, Kit ve Turner’ın kendilerini yazar ve iş adamı olarak tanıtmalarına da tepki göstermiştir. Aslında sadece geziyor, belki eğleniyor, çoğu zaman da arayışların içinde kayboluyorlardır. Port’un rotası rotasızlıktır.

Port Turner’ı ilişkileri için bir tehlike olarak görür ve ondan kurtulmak ister. Kit ise tehlikeden daha en başında haberdar olmasına rağmen, Port’u cezalandırmak için Turner ile çok korktuğu tren yolculuğuna çıkar. Bu yolculuk ilişki adına yeni serzenişleri tetikleyecektir. Hem Port hem Kit, ikisi de farklı arayışlarından yorgun ama çaresizce çıktıkları bisiklet turu sonrası tepede biraz oturur, biraz sevişirler; her şeyin farkında olarak. Port birkaç kelam ederek gökyüzünden bahseder, gökyüzünün ötesinde sadece gece olduğundan, geleceğe dönük karamsarlığıyla. “Belki ikimiz de çok sevmekten korkuyoruz.” İkisi de ağlarlar, suçlarını bilerek; fakat ne yapacaklarını değil…

Film doğu insanının durağanlığını ve aptallığını, batı insanının hareketliliğini ve zeki yönünü vurguluyor. Oryantalizmi en içimizde hissediyoruz.  Tüm doğulu karakterler kayıtsızca batılıları izliyor veya bir kurnazlık ve para derdinde oluyorlar. Kadınları dans eden ve bazı zevkleri tatmin nesnesi olarak görüyoruz. Batıdan gelenler ise yeni zevkler arayışındalar ve her türlü tehlikeyi baştan kabul ediyor veya hiç umursamıyorlar. Bu “Çölün ortasında kendine acıklı bir Batı kalesi kurma çabası…” Zaman hiç yokmuş gibi hareket ediyorlar; oysa zamanla her şey olabilir! Ayrıca kıyafet ve kocaman bavullarıyla kamaştırıyor başrollerimiz. Yerlilerin ise kıyafetlerinin sıradanlığına veya pisliğine dikkat çekiliyor.

Çölü, çölleşerek yaşıyor karakterler. Salgın hastalık, pislik ve yemeklerin çöllere, doğuya gittikçe kötüleşmesi, sineklerin yol kat ettikçe artması… Şikâyet ediyor ama gitmeye devam ediyor, korku veya endişe duymuyorlar hiçbir şeyden. Doğunun mistisizmi ve gizemi onlar için çağırgan hale geliyor. Cinsellik de doğu batı karmaşası yaşıyor; sadece batı doğuyu değil, doğu da batıyı keşfediyor.

Port’un ölümüyle çöl macerasını doruklara taşıyan Kit, Sartre’ın varoluş için sürekli eylemek halini destekliyor. Kit, çıktığı yolculukla farklı deneyimler yaşar, savrulur ve başladığı yere, kafeye geri döner. Kafede ilk oturduklarında orada olan yaşlı adam, yine oradadır ve konuşurlar. Yaşlı adam yaşamın devam ettiğini, arkamızda kalan hiçbir olayın tekrarlanmayacağını; fakat ne zaman öleceğimizi bilmediğimizden bunun hiç bitmeyeceğini sandığımızı söyler. Yine varoluşçuluk!

Bu arada yaşlı adam Paul Bowles’in ta kendisi. Filmi kitabından daha iyi tanısak da bizi bu batıyla doğunun harmanlanmış halini, modern bireyin yalnızlığını ve kadın erkek ilişkilerinin çıkmazlarının yer aldığı başyapıtı izlememize vesile olan Paul Bowles’in unutulmaması manidar olmuş. Bu bağlamda başta Bertolucci olmak üzere, özgün müzikler ve oyunculuklar da övgüyü ziyadesiyle hak ediyor. Bu filmi izleyip Fas yolculuğuna çıkmak veya çölde kaybolmayı hayal etmek ise refleks olarak beraberinde geliyor. Bir de Bowles’in hayatı boyunca gezip, 50 yılını Fas’ta yaşadığını öğrenince bu istek daha da artıyor. The Sheltering Sky, kendisini arayanların, keşifleri sevenlerin, gezginlerin, yalnızların ve de özgürlerin filmidir. Azıcık da felsefe ve de Bertolucci seviyorsanız neden olmasın?