yukari cik
X

Çernobil Ya Da Endişelenmeyi Bırakıp Radyasyonu Sevmeyi Nasıl Öğreniriz: Chernobyl (2019)

Çernobil Ya Da Endişelenmeyi Bırakıp Radyasyonu Sevmeyi Nasıl Öğreniriz: Chernobyl (2019)

82ekran için yazan: Ahmet Toğaç

Radyasyon hayali sınırları umursamaz.”

Rollo May

Şu günlerde Game Of Thrones’in son sezonuna yapılan yergilerinden arda kalan zamanda dizi dünyasının ilgilendiği bir yapım daha var, Chernobyl ya da bildiğimiz Türkçe çevirisiyle Çernobil. Dizi, 1986’da neredeyse yanı başımızda gerçekleşen bu felaketi hem seyirciyi içine çeken hem de kan donduran bir atmosferle ekranlara taşıyor. Bu yazı da 20 Mayıs itibariyle üçüncü bölümünü yayınlayan ve beş bölüm sürecek bu mini dizinin ilk iki bölümü temelli bir değerlendirme yazısı olacaktır.

“Bizde atom bombası yok mu ikişer tane salalım!” cehaletine karşılık ülke sınırlarının ne denli yapay olduğunu ve aynı dünyada yaşadığımız gerçeğini hatırlatması açısından önemlidir. “Türkiye’de nükleer santralin kurulmasına aşama kaydedilmişken Amerikanların böyle bir dizi yapması manidar!” aymazlıkların eski muadillerinden Ukrayna hükümeti ve halkın belli kesimleri ekrana taşırken Fussel’in Atom Bombası İçin Tanrıya Şükürler Olsun[1]’undan Rollo May’ın aktardığı şekliyle[2] “Atom bombasına müteşekkirim” ifadelerini de akla getirmelidir. Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atan ABD’de dönemin başkanı Harry Truman’ın ekranlarda yaptığı “Atom bombasını kendilerine verdiği için Tanrı’ya şükreden” konuşmasından esinle muhtemelen dalga dalga yayılan şükranlar, atom bombasından kat be kat fazla radyasyon Çernobil felaketinde yeniden ortaya çıktı. Truman’ın arz-ı endamını ve Fussel’in çarpık savunmasının ardından dünya May’in aktardığı gibi gerçekten yeni bir düşman kazanmıştı. Bu yeni düşman da yeni bir birliği getirecekti. Dizi bu “eski” yeni düşmanın korkutuculuğunu ve dayanışmanın gerekliliğini sunmaktadır.

Mitler toplulukları aynı öyküye bağladığı ve ortak bir geçmiş oluşturduğu için önemlidirler. Ortak geçmişe sahip kişiler kendi topluluğundaki insanlara karşı yabancı hissetmeyeceklerdir. May’in atom bombası ya da Çernobil felaketine getirdiği yorum da aslında zihnimizdeki sınırları ortadan kaldırmaya yol açtığıdır. Onun ifadesiyle “…tek bir dünya olduğumuza dair inkar edilmez gerçeği bir kez daha ortaya koydu.”[3] Sovyetlerde meydana gelen bu felaketin hiçbir sınır ve mesafe tanımadan bütün bir kıtaya hatta daha da geniş coğrafyalara verdiği ve hala vermekte olduğu zarar bir ülkenin değil tüm insanlığın problemidir. İtalya’da binlerce ton yeşil sebze yakılırken, Almanya’da sokaklara çıkılmaz, Kuzey’de binlerce geyik radyasyon yayılımı sebebiyle katledilirken bu felaketin etkilerinin Türkiye’yi ve meşhur çaylarımızı teğet geçmesini de büyük bir mucize (!) olarak adlandırabiliriz herhalde.

Dizi böyle felaketten sonra asla kaçamayacağımız ortak düşmana karşı birlik olma gerekliliğini, şimdiye kadar hikaye içindeki verilere göre, Emily Watson’un canlandırdığı Belaruslu nükleer fizikçi Ulana Khomyuk karakterinde birleştiriyor. Dizi her ne kadar gerçek bir felaketten hikayesini oluşturuyor olsa da bu kadın karakteri kurmaca bir karakter. Ancak dizi röportajlarında[4], bu karakterin felaket sonrasında çözüm aramak için Sovyetlere gelen bilim insanların bir sentezi olduğu söylenmektedir. Konjonktür bakımından bu karakterin kadın olarak seçilmesi de bir başka birliğe işaret etmektedir. Yüzyılımızı en çok meşgul eden konulardan biri olan kimlik sorununa karşılık dizi hem geleneksel televizyon seyircisini hem de internet seyircisini aynı karaktere hayran bırakarak “tek bir dünyada yaşıyoruz ve hep beraber nefes alıyoruz.” vurgusunu içten içe tekrarlatmaktadır.

Tüm kodlarıyla tıkır tıkır işleyen bir senaryo matematiğinin yanında diziyi inandırıcı kılan ve öyküdeki bu “tıkırtıları” duyulmaz kılan şey ise yaratılan güçlü atmosfer. Sinema ve dizide atmosfer yalnızca görsellikle değil, sesle de yaratılan bir olgudur. Her ne kadar diyalogların, muhakkak ki altyazı okumayı sevmeyen Amerika seyircisi içindir, Rusça olmayışı dizide duyulan Rusça anons ve TV sesleriyle uyuşmazlık yaratsa da görsel dokuda yaratılan Sovyetler, bu açığı kapatıyor. Şehirde tek düze yükselen çok katlı apartmanlar; sonsuza uzanan ama büyük boşluklarla karakterlerin neredeyse üzerine çöken koridorlar, fabrikalar, yıkıntılar;  bu mekanların tanıtıcı planlarının genellikle geniş açı plonje çekimleri ki neredeyse sinema perdesine yaraşır bir genişlik; renk paletinin soğuk ve soluk tonların tercih edilmesi; cast seçiminde ve ardından uygulanan muhtemel makyajla “Sovyet yüzünün” ortaya çıkartılmasıyla seyirci 80’lerin Sovyetlerini deneyimliyor.

Dizinin henüz üçte birlik kısmı seyirciye sunulmuşken dört başı mamur bir değerlendirme yapmak da olanaksız olacaktır. Ancak seyircilerin diziden hem fikir oldukları bir konu üzerine elimizdeki veriler değerlendirilebilir. Dizi tür olarak gerilimle doğrudan bağlantılı olmasa da tüm seyircilerin birlik oldukları durumun “kan dondurucu gerilme hissi” olduğunu ifade edilebilir. Dizi tamamlandığında bu durum üzerine daha detaylı bir inceleme yapmak mümkün olacaktır ancak şimdilik şahsi kanaatim, bir önceki paragrafta da belirttiğim inandırıcı atmosfer meselesinde açıkladığım, mekan kullanımının gücünden bu hissin ortaya çıktığıdır. Felaketi daha önce kavramsal ve rakamlar olarak kodlarken dizi felaketin ne boyutlarda olduğunu algılatacak görsel sunumlar yapıyor. Boş yıkıntıları ya da terk edilmiş bir şehrin tekinsizliğini sinema ve televizyonun birçok eski örneğinde deneyimlemiştik. Çernobil de yeni bir şey yapmıyor ancak yükseldikçe devleşen o korkunç mekanları minik insan figürleriyle beraber sunarak çok doğru bir izlenim edinmemizi sağlıyor. Böylece yakın planlarda gördüğümüz karakterin korkusunun neye dair olduğunu birinci elden deneyimliyoruz. Ayrıca kendi elimizle yarattığımız bu bina, yıkıntı ve şehirlerin altında ezilirken kendi kendimizi nasıl yalnızlaştırarak nasıl bir yükü kendimize yüklediğimizi görselleştiriyor. Böylece insanlığın asıl güce ulaşması için Babil Kulesi’nde olduğu gibi yükseklere sevdalanmasından vazgeçmek olduğunu da işaret eder. Metropolis (1927)’den bu yana insanlığı yüksekliğin değil yakınlaşarak genişlemenin yücelteceğini sinema ve televizyon söyleyeme devam etmektedir.

Çernobil şimdiden kendisine büyük bir kitle yaratmayı başarmış olan HBO’nun bu mini dizisinin daha neler vadedeceğini görmek için herhalde her Pazartesi ekran başında olacağız.

 

[1] Fussell, Paul. “Thank God for the Atom Bomb.” The New Republic (1981, August). Makale

[2] “1982 yılının ortalarında, Toronto’daki Marshall McLuhan Enstitüsü’nde tuhaf bir açıklama yapılmıştı. Başkanın şöyle dediği söyleniyordu: ‘Atom bombasına müteşekkirim.’ Fakat böylesine insanlık dışı bir ifade karşısında tepkimizi ortaya koymadan bir sonraki cümleyi okuduk, ‘Hepimizi bir araya getirecek bir şeye ihtiyacımız var.’…”. Eserden direkt aktarılmıştır: May, R. (2016). Psikoterapist ve Mitlere Yolculuk (Çev: Kerem Işık). İstanbul: Okuyan Us.

[3] A.g.e.

[4] “Elements of Chernobly” adıyla bölüm sonrası yayınlanan ekip ve oyuncu röportajlarından alınmıştır. Daha fazlası için bkz: https://www.hbo.com/chernobyl