82ekran için yazan: Polat Öziş
Televizyon ekranlarında uzun zamandır kaliteli bir işe hasret kalmıştık. Dramın ağır bastığı, senaryonun adeta ikinci plana itildiği ve ajitasyonun maharet sayıldığı bir zaman diliminde, televizyon ekranlarında tüm cazibesiyle inci gibi parıldayan bir iş beliriverdi. Deyim yerindeyse çölde bulunan su edasıyla arz-ı endam eden bu dizinin adı: Ufak Tefek Cinayetler.
Gökçe Bahadır, Aslıhan Gürbüz, Tülin Özen ve Bade İşçil’in başrolleri paylaştığı ve liseden tanışan dört kadının birbirleri arasındaki şiddetli çekişmeyi merkezine alan dizi, her bölümde türlü sürprize gebe. Aynı zamanda ince elenip sık dokunan senaryosu ile göz kamaştıran dizi, paralel ilerleyen kurgusu ile de televizyon ekranlarında gördüğümüz muadilleri içinde fazlasıyla kıymetli bir noktaya yerleşmiş durumda.
En başta şunu belirtmekte fayda var. Televizyon kumandasının hâkimiyeti, orta yaş üstü kadınların elinde. Hal böyle olunca da üretilen diziler, her daim onların ilgisini çekebilecek düzeyde yaratılıyor. Ancak Ufak Tefek Cinayetler, kendisine belli bir hedef kitle seçmek yerine, ekran başına geçen herkesin keyif alabileceği, hatta yaratılan sürprizlerle hikâyenin büyüsünde kaybolabileceği bir iş.
Evet, itiraf etmekte yarar. Ufak Tefek Cinayetler de, televizyon ekranlarındaki diğer örnekleri gibi entrikadan beslenen hatta bunu doruk noktasında hissettiren bir dizi. Ancak Ezel’den beri görmediğimiz ince planlar ve kusursuz akıl oyunları, diziyi rakipleri içerisinde öne çıkaran ve kalite kokmasına vesile olan en önemli neden. Bir kere diziyi açtığımız zaman orta-üst sınıfa mensup, 4 kadın karakter ile karşılaşıyoruz. Onların burjuvazi hayat tarzının vazgeçilmezinin çatışma olması da dizinin cazibesini maksimum seviyeye çıkarıyor. Hal böyle olunca da Ufak Tefek Cinayetler, entrikayı merkezine alan ancak bunun dozunu iyi ayarlayarak, irrite etmeden izleyicisine aktarmayı başaran bir dizi olarak fark yaratıyor.
Malum, Türk dizilerinin olmazsa olmazı, şatafatlı hayatlar, havuzlar, villalar, pahalı mücevherler ve çarpık ilişkiler… Her yıl böylesi o kadar çok dizi başlıyor ve sessiz sedasız rating çöplüğüne doğru yola çıkıyor ki, artık ipin ucu kaçmış durumda. Esasen genel hatlarıyla baktığımız vakit, Ufak Tefek Cinayetler de en az diğerleri kadar belirli klişelere sırtını dayamış bir dizi. Ancak bu klişelerin, izleyiciyi diziye çekmek yerine, hikâyenin vuruculuğunu yükseltmek adına kullanılması, diziyi farklı ve izlenebilir kılan en önemli unsur. Evet, bir kez daha karşımızda toplumdan uzak ve kendine dert yaratmak için çabalayan birtakım lümpen duruyor. Ancak onların bir satranç oyuncusunu andıran akıl oyunlarıyla birbirlerine saldırması ve saldırırken de burnundan kıl aldırmayan duruşlarının bir anda yerle yeksan olması, dizinin kendi yarattığı dünyayla da alay etmesinin önünü açıyor. Bu da esasen, bir yandan televizyon ekranlarının dinamiklerine uygun bir proje ile karşımıza gelmelerine bir yandan da her bölümü merakla beklenen bir dizi olarak heyecan uyandırmasına vesile oluyor.
Ufak Tefek Cinayetler’i muadillerinden ayıran en önemli farkı ise, incelikle yazılan senaryosunun gizem sosu yüksek şekilde servis edilmesi. Çocuklar Duymasın’dan tanıdığımız Yasemin, yani Meriç Acemi’nin senaryosunu kaleme aldığı dizi, her bölüm türlü oyunlara ve beklenmedik hadiseye gebe. Esasen yalnızca senaryosunun gücüne güvenmeyen, bunu kusursuza yakın sinematografisi, göz kamaştıran sanat yönetimi ve heyecanı doruk noktasına çıkaran anlatımıyla süsleyen dizinin ortaya koyduğu biçim onun en büyük gücü. Keza güçlü bir senaryonun, iyi bir yönetmenlik örneği ile ortaya konması uzun zamandır televizyon ekranlarında hasret kaldığımız bir kaliteyi de beraberinde getiriyor.
Dizinin oyuncu kadrosuna baktığımız da ise, adeta bir yıldızlar geçidine tanıklık etmek mümkün. Güzel kadınlar ve yakışıklı erkeklerle albenisini yukarıya taşıyan, bununla da yetinmeyerek başrolünde yer alan her bir oyuncunun yeteneği ile fark yarattığı Ufak Tefek Cinayetler, a’dan z’ye başarılı kurgulanmış ve üzerine düşünüldüğü her halinden belli olan bir proje olarak uzun süre adından söz ettireceğe benziyor.
Bu noktada parantez açılması ve eleştirilmesi elzem olan husus ise dizinin süresi.İlk üç bölümün yaklaşık 130 bandında seyretmesi esasen dizinin izlenmesini zorlayan en önemli hadise. Evet, süre meselesi yıllardır diziler için konuşuluyor, konuşulmaya da devam edecek. Ancak reklam pastasından daha fazla pay almak adına sakız gibi uzatılan dizilerin kalitesi, senaryo yetmezliğinden ne yazık ki zamanla irtifa kaybediyor. Uzun uzun bakışmalar, sırf alan kaplasın diye konulan sahneler derken, izleyicinin diziden düşmesi de kaçınılmaz bir hal alıyor. Hele hele 130 dakikalara sıçrayan bir diziyi her hafta takip edebilmek ve onun müdavimi olmak, zamansızlıktan her daim şikayet eden Türk insanı için neredeyse imkansız. En azından, süre açısından belli bir indirime gidilmesi hem çekene hem de izleyene yapılabilecek en büyük armağan olacaktır.
Liseden beri arkadaş olan dört kadının, geçmiş hesapları günümüze taşımasını izleyicisine aktaran, bununla da yetinmeyerek heyecanı katlayarak ilerlemeyi başaran Ufak Tefek Cinayetler, vites yükselttiği her bölüm sonrası gelecek adına da fazlasıyla umut vadediyor. Sanat yönetiminden, senaryosuna kadar usta işi bir ekibin eseri olduğu her halinden belli olan bu dizi, eğer ki 50 dakikalık bir sürede karşımıza çıksaydı, şu anda dost meclislerinin en önemli gündemi olabilirdi. En büyük handikabı süreye rağmen, hala ayakları yere sağlam basabilen Ufak Tefek Cinayetler, ilerleyen bölümlerde izleyicisini daha da büyüsüne ortak edeceğe benziyor. İzleyelim ve görelim…