82ekran için yazan: Polat Öziş
Dijital platformların her geçen gün ağırlığını daha da fazla hissettirdiği günümüzde, film izleme alışkanlığımız da aynı paralelde değişmiş vaziyette. Artık, birçok insan “ne izlesem” sorusuyla boğuşmak yerine, dijital platformların öne çıkardığı içeriklere kendini bırakıyor. Bu noktada ise BluTV’nin stratejisine ayrı bir parantez açmak gerekir. Kullanıcılarına farklı tarzlardan içerik sunan platformun, en dikkate değer yanı ise yerli yapımlara biçtiği paye. Özellikle festival dönemini tamamlamış, art-house işlere önem veren platform, böylelikle ulaşılması güç yapımları ulaşılabilir kılarak sinemaseverlerin de yüzünü güldürüyor. Peki, BluTV’nin zengin yerli film arşivinde hangi filmleri keşfetmeli, hangi yapımları yeniden izlemeliyiz? Karşınızda, platformun arşivinde yer alan en önemli 10 yerli film!
Borç (Vuslat Saraçoğlu, 2018)
Eskişehir’de ailesi birlikte mütevazı bir hayat süren ve bir matbaada çalışan Tufan’ın, iyilik ve borç kavramı arasında gidip gelen hikâyesini merkezine alan Vuslat Saraçoğlu imzalı Borç, 37. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin “En İyi Film” ödülü sahibi. Başrollerini Serdar Orçin, Rüçhan Çalışırkur ve İpek Türktan’ın paylaştığı film, optimist yapısı ve finale doğru süregelen sürprizleriyle dikkat çeken bir anlatıya sahip.
Zerre (Erdem Tepegöz, 2012)
2012 yılında düzenlenen 49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden En İyi Yönetmen, En İyi İlk Film ve SİYAD En İyi Film ödülüyle dönen Zerre, küçük kızı ve annesiyle birlikte şehirde hayatta kalma savaşı veren Zeynep’i odağına alıyor. Zeynep’in metropolde verdiği mücadeleyi, günümüz Türkiye’sinin istihdam problemi çerçevesinde ele alan film, aynı zamanda yalnız bir kadın olmanın zorluğuna açtığı parantezle de realist yapısını taçlandırıyor. Erdem Tepegöz’ün yönetmenliğini üstlendiği filmin başrolünde ise harikalar yaratan Jale Arıkan yer alıyor.
Benim Varoş Hikayem (Yunus Ozan Korkut, 2017)
Adana-Ceyhan’ın arka sokaklarına uzanan eğlenceli bir hikâyeye hazır mısınız? Polisin dahi girmekte güçlük çektiği bir mahallenin, suç etrafına kurulu hikayesini belgesel şablonuyla ele alan Benim Varoş Hikayem, yönetmen Yunus Ozan Korkut’un doğduğu toprakları izleyicisine aktarıyor. Yarı kurmaca türünde olan film, karanlığın içinden çıkagelen nevi şahsına münhasır mizahıyla atılacak birçok kahkahaya da gebe.
Albüm (Mehmet Can Mertoğlu, 2016)
Yönetmen Mehmet Can Mertoğlu’na 69. Cannes Film Festivali’nin Eleştirmenler Haftası bölümünde “Yılın En Yenilikçi Yönetmeni” ödülünü kazandıran Albüm, evlat edinme sürecindeki bir çifti merkezine alıyor. Çiftin evlat edindiği bebeği kendi çocukları gibi çevreye lanse etme çabasını kara mizaha çalan bir üslupla işleyen film, özellikle Türkiye gerçeklerini kendine has bir dille eleştirmesi ile dikkat çekiyor.
Silsile (Ozan Açıktan, 2014)
Malum, ülke sinemamız özgün gerilimler çıkarma konusunda pek becerikli değil. Hele hele işin aksiyon tarafına geldik mi durum oldukça içler acısı. Ne var ki Silsile, tüm o beceriksizliği rafa kaldıracak derecede dişe dokunur bir aksiyonu izleyicisine aktarmakla kalmıyor, anbean heyecan dozajını arttıran gerilimiyle de seyir zevkini doruğa ulaştırıyor. Karakterlerin hayatını topyekun değiştirecek bir geceye odaklanan Silsile, adıyla müsemma bir şekilde ardı arkası kesilmeyen olaylar silsilesine fütursuzca dalıyor ve bir an olsun dinamizminden taviz vermeyecek enfes bir seyirliği huzurlarımıza getiriyor. Ülkemizin yüz akı yönetmenlerinden Ozan Açıktan’ın yönetmenliğini üstlendiği filmin başrollerinde ise Nehir Erdoğan, Tardu Flordun ve İlker Kaleli yer alıyor.
Kelebekler (Tolga Karaçelik, 2018)
Ülkemizin son dönemdeki en başarılı hikaye anlatıcılarından olan Tolga Karaçelik’in imzasını taşıyan Kelebekler, yıllar sonra bir araya gelen üç kardeşin geçmiş hesaplaşmaları etrafına kurulu eğlenceli serüvenini merkezine alıyor. Özellikle anbean kahkaha vadeden yapısı ve absürt yapısıyla dikkat çeken film, vadettiği içtenliği ile de izleyicisi ile sıkı bir bağ kurmayı başarıyor. Bartu Küçükçağlayan, Tolga Tekin ve Tuğçe Altuğ’un başrolleri paylaştığı film, Sundance Film Festivali’nde de Jüri Özel Ödülü’nü kucakladı.
Kız Kardeşler (Emin Alper, 2019)
Tepenin Ardı ve Abluka filmleri ile kendi hayran kitlesini yaratan ve hikayelerinde yer verdiği “görünmez düşman” kavramıyla dikkat çeken ettiren Emin Alper’in son uzun metrajı Kız Kardeşler, yönetmenin filmografisinin de zirvesi. Taşrada yaşayan 3 kız kardeşi merkezine alan ve bu 3 kardeşin en az köy kadar büyük hayallerine odaklanan film, gerçekçi hikayesi ve göz kamaştıran sinematografisiyle son yılların en iyi yerli filmlerinden biri.
Sarmaşık (Tolga Karaçelik, 2015)
Tolga Karaçelik’in ikinci uzun metrajı olma özelliği taşıyan Sarmaşık, bir gemide mahsur kalan mürettebatın yaşadıklarına metaforlar eşliğinde eğilirken, izleyicisine seyir zevki yüksek de bir anlatı armağan ediyor. Özellikle otorite savaşına biçtiği paye ve olayları geçtiği gemiyi başrol hüviyetine yerleştirmesi ile dikkat çeken film, anbean düşünmeye sevk eden yapısıyla da fark yaratıyor.
Masumiyet – Kader (Zeki Demirkubuz, 1997-2006)
Zeki Demirkubuz’u sinemamızın en önemli yönetmenleri arasında sayıyorsak bunun iki müsebbibi vardır: Biri Masumiyet, diğeri ise Kader. Bir elmanın iki yarısı olan ve birbirinden ayırmanın imkansız olduğu iki film, çaresiz bir aşkın peşine takılan Bekir’i ve hayatının günbegün tepetaklak oluşunu merkezine alır. Bekir’i oynayan Masumiyet’te Haluk Bilginer, Kader’de ise Ufuk Bayraktar’dır belki ama ikisi de tek bir ortak noktada buluşur: Acı! Türk Sinema Tarihi’nin en önemli başyapıtları arasına çoktan adını yazdıran Masumiyet ve Kader, tekrar tekrar izlenmesi elzem olan ve her izlendiğinde de insanın en derinine dokunacak oldukça özel iki film.
Umut (1970, Yılmaz Güney)
Hayranlık uyandıran filmografisi ile ülke sınırları içerisinde yetişmiş en önemli sinemacıların başında gelen Yılmaz Güney, zamansız filmleri ile daima izlemesi özgün tecrübeleri beraberinde getiren bir yönetmen. Sürü, Yol, Seyyithan gibi onlarca başyapıta imza atan usta sinemacının, birçok filmini BluTV’de bulmak mümkün. Ancak gelgelelim ki benim nazarımda en özel anlatısı Umut’tur Yılmaz Güney’in. Nitekim, umut kavramını somutlaştıran ve umudun nasıl büyük bir çaresizliğe dönüşeceğini ilmek ilmek işleyen film, Yılmaz Güney sinemasının da en önemli mihenk taşı. 1970 yapımı olan ve bu tarihten sonra Yılmaz Güney’in yükselişini perçinleyen Umut, döneminin üstündeki realist duruşu ve bam teline dokunan yapısıyla yalnızca çekildiği zaman diliminin değil, her dönemin en iyi dramalarından biri olarak anılmaya devam edecektir.