82ekran için yazan: Polat Öziş
Malum, yaklaşık iki aydır tüm dünyayı etkisi altına alan virüs nedeniyle evlere kapanmış durumdayız. Bunun neticesinde günlük rutinlerimiz de tamamen değişti. Kimisi film, dizi dünyasına, kimisi ise televizyona bıraktı kendini. Tabii, televizyonda tahammül seviyesini zorlamayan yapımların bir elin parmağını geçmiyor oluşu, geriye tek bir çözüm yolu bırakıyor: Survivor!
Kabul etmek lazım ki, evde oturmak ve Bill Murray’in başrolünde yer aldığı unutulmaz film Groundhog Day misali her gün aynı şeyleri tekrar etmek bir noktadan sonra insanı bezdiriyor. Nitekim birçok kişiden duyulan “evde oturmaktan sıkıldım” söyleminin altında yatan ana neden de bu. Tekrar tekrar aynı şeyleri yapmak ve bir önceki günün aynısını yeniden yaşamak… Hal böyle olunca haklı olarak herkes kafasını dağıtacak, yorucu olmayan bir çıkış arıyor. İşte, tam da bu noktada imdada televizyonun can simidi Acun Ilıcalı yetişiyor ve bağımlılık yapan bir uyuşturucu gibi Survivor’ı insanların kucağına bırakıyor.
Kabul etmek lazım ki, Survivor herkesin suçlu zevki olmuş durumda. E tabii, Netflix’te bir yere kadar. Aşk 101’i, La Casa de Papel’,i , After Life’ı izlersin ancak 6 saat sonra kocaman bir boşluğa düşersin. Hele de ailenle, eşinle birlikte yaşıyorsan, ev ahalisi ile ortak yapılabilecek tek etkinliğin Survivor olduğunu fark edersin. Onlarla iki dakika beraber oturma gayesiyle göz ucuyla bakarken, bir anda kendini kaptırıp gidersin. Keza gencinden yaşlısına, ilkokul mezunundan doktoralı sinemacısına kadar herkesi ortak noktada buluşturması da asıl büyüsüdür Survivor’ın. Kaldı ki, son 6-7 yıllık süre zarfı içerisinde iyiden iyiye çöplüğe dönen televizyonun, pandemi döneminde kepenkleri indirecek noktaya gelmesi, haftanın 7 günü yayınlanan bu showa eşlik etmeyi kaçınılmaz kılıyor.
Peki, nedir Survivor’ın alametifarikası? Dile kolay, 10 yılı aşkın bir süredir yayınlanan ve fazlasıyla spekülasyon yaratan bir program bu. Hele bir de televizyonun hızlı tüketim mantığı düşünüldüğünde, çoktan tarihin tozlu rafları arasında yerini alması gerekirdi. Ancak hala ratinglerde açık ara birinci. Bu yılın özelinde konuşursak, salgın döneminde herkesin eve kapanıyor oluşu ve tüm gün aynı şeyleri tekrar edişi, Survivor’ı prime time’da karşımıza çıkan bir ödül mahiyetine yükseltti. Üstüne üstlük vadettikleri de evde geçen bu günlerde özlem duyulan hayatı tümüyle huzurlara getiriyor. Yakışıklı erkekler, güzel kadınlar, deniz, kum, güneş, spor, entrika ve daha niceleri…
Bu ara kimle konuşsam, göz ucuyla dahi olsa Survivor’a baktığını ifade ediyor. Bunun ana sebebi, günlerin topyekun evde geçiyor oluşu olarak değerlendirilebilir. Ancak Netflix gibi geniş bir kütüphaneye sahip platformdan dahi günden güne sıkılan bünyeler için haftanın 7 günü tek bir programa odaklanmak öyle pek kolay değil. Survivor’ın buradaki anahtar ve sihirli kelimesi rekabet. Evet, iki takım arasındaki mücadele yıllar yılı bu showu ratinglerde zirveye taşıyan ana etmen. Ancak Acun Medya bu yıl, yalnızca Ünlüler-Gönüllüler arasındaki mücadeleyle yetinmiyor, üstüne üstlük Acun Ilıcalı gibi popüler bir yüzü de sahaya indirerek, rekabet boyutunun ilgi çekici yapısını ikiye katlıyor. Özellikle geçtiğimiz haftalarda yapılan voleybol maçı, Survivor’ın bu yılki en yüksek ratinglerinden birine sahip. Nasıl olmasın? Bir tarafta voleybol geçmişi olan iki pırıl pırıl sporcu kadın, diğer tarafta ise voleybol bilgisinin kısıtlı olduğunun altını defaatle çizen Acun Ilıcalı… Kabul edelim, her daim kazanan, yükselişini ekran önünde sürdüren simaların kaybedişine insanlar şahitlik etmek ister. Evet, bu acımasızca; ama gerçek de. Acun Ilıcalı’nın sahaya inmesi de insanlara bu imkânı tanıdı. Ama iş öyle olmadı. Kazanan sürpriz (!) bir şekilde Acun Medya oldu ve bu gelecek rövanşların da önünü açtı. İddia ediyorum, Acun Ilıcalı yenilene kadar bu mücadele devam eder. Çünkü bu izleyici nezdinden merak uyandıran ve doğru tasarlanmış bir rekabet.
Spordan uzak geçen günlerde, izleyiciye mücadele dozajı yüksek müsabakalar sunan Survivor, üstüne üstlük haftanın 7 günü farklı bir savaşı da izleyiciye sunuyor. Düşünsenize, televizyon ekranında her akşam, adrenalin dozajı yüksek bir spor müsabakası ve spor müsabakasının getirisi olan çatışmalar mevcut. Tabii ki izlenecek! Ancak bu noktada parantez açılması gereken bir diğer husussa bu işin pr kısmı. Bu yıl, geçtiğimiz yıllara nazaran Acun Ilıcalı’nın sosyal medya kullanımı da bir o kadar işlevsel. Her gün, bir önceki güne oranla büyüyen kişisel Instagram hesabının takipçi sayısı bugün itibariyle 11.1 milyon. Bu devasa bir sayı! E tabi, buradan gün aşırı yapılan canlı yayınlar ve görev oyunlarının lanse edilişi, Survivor’ın dört koldan izleyicisine ulaşmasına olanak tanıyor. Bu da en alakasız insanın bile, bir noktada Survivor ile yolunun kesişmesine ve ne kadar kaçarsa kaçsın bu reality showa teslim olmasına neden oluyor.
Bu yılın özelinde Survivor’ın rating oranlarının yükselmesi tabii ki pandeminin insan hayatına etkisiyle yakından alakalı. Kabul edelim, dünya tersine dönmüş durumda. Her yıl, ıssız bir adaya hapsolmuş bir grup yarışmacının yaşam mücadelesini ekrana getiren Survivor, yine aynı şeyi yapsa da bu yıl algılanışı tamamen başka. Bu sene belli bir yere hapsolan yarışmacılar değil, televizyon başındaki izleyiciler. Özgürce dolaşan, doğanın tadını çıkaran, lüks ödüllerle eğlencenin dibine vuranlar ise adadakiler. Hal böyle olunca da pandemi döneminde Survivor, bir hayatta kalma mücadelesi değil, hayali kurulan yaşama evriliyor.
Daima değişime ayak uyduran ve her yıl kendini yenileyen adımlarla ekrana gelen Survivor, şüphesiz ki pandeminin yegâne kazanını. Geçtiğimiz yıl ki Türkiye-Yunanistan macerasının ardından düşen ratinglerini ikiye katlayan ve küllerinden doğan program, birçokları için salgın döneminin değişilmez alışkanlığı. Sevin ya da sevmeyin, Acun Ilıcalı’nın yayıncılıktaki zekası ve ortaya koyduğu kıvrak hamleler, bugün Survivor’ı kompleks bir yaşam formuna dönüştürmüş durumda. Sonuç olarak ne kadar kaçarsanız kaçın, sosyal medyadan televizyona kadar, her bir noktada varlığını şiddetli şekilde hissettiren Survivor, bugün yalnızca belli bir kitlenin değil, hepimizin büyük çaresizliği!