82ekran için yazan: Ahmet Toğaç
Muhsin Bey’in meşhur sahnesi; çatıda Ali Nazik düşmek üzeredir ve Muhsin Bey onu kurtarmaya çalışır. Galata Kulesi fonunda Ali Nazik içli içli son türküsünü söylemektedir. Biraz sonra olacaklar bellidir, “Ali Nazik ölecek, paralar üzerine yağacaktır”. Muhsin Bey soğuk ve acımasız görünür. Ali Nazik’in canını değil, kucağında ona ait olmayan para dolu kutuyu düşünür. Ali Nazik ise güya kararlıdır. Şöhret için verdiği her uğraştan sonra artık yaşadığı bu hüsrana bir sonra vermeye hazırdır.
Ali Nazik’in bu cesaretinin sonu çatıdan aşağıya bakmakla son bulur. Ölmekten korkarak gözlerini yumup, Muhsin Bey’den yardım diler. Az önce pek marur olan Muhsin Bey de yükseklikten bir o kadar korkuyordur. Biri çoktan gözlerini yummuşken diğeri de gözlerini kapatıp damda bıçak sırtı adımlarla ilerler. Biri sesime gel diyerek kurtarılmayı bekler, öteki “seni tutunca sakın çekme beni ikimiz de düşeriz” der. Ancak buluşmadan sonrası daha kritiktir. İkisi de birbirine sarılmış ve gözleri kapalı halde çatıda güvenli bir yere yürümek zorundadır. Adımlarını aynı anda atmak, tek beden olma sorumlulukları vardır. Biri yanlış adım atarsa, ikisinin de dengesinin bozulması an meselesidir. Burçak Evren derslerinde heyecanla alegorisini çıkarırdı bu sahnenin. Muhsin Bey bir adım geri atacak ama Ali Nazik de bir adım ona yaklaşacaktır. Muhsin Bey’in adımı inandığı yüksek kültürden taviz vermesidir ancak attığı geri adımla popüler kültürü kendine doğru çekecektir. Yani bir adım sen, bir adım ben… Birbirlerinin değerlerine kör olan bu iki kişi böylelikle yaklaşacak ve bir arada hayatta kalabileceklerdir. Diyalektik de buradan başlamayacak mıdır?
Bu kadar betimlemeden sonra Yavuz Turgul için hikayenin devamını herkes hatırlayacaktır. Muhsin Bey’den birkaç yıl sonra çekeceği film ile yok olan seyirciyi salonlarla buluşturur. Eşkıya, Türkiye için popüler sinemayı yeniden yükselten film olarak hatırlanır. Günümüz film üretimi ise doksanlara kadar üst üste krizler yaşayan Türk Sineması kadar vahim halde mi, emin olmak zor. Ancak yine de pandemi her geçen gün geleceğe şekil vermeye devam ediyor. Vizyonlar erteleniyor, sinemalar kapanıyor ve herkes yüzünü yeni medyanın imkanlarına çeviriyor. Online olarak düzenlenen festivaller ile Netflix yapımları iç içe girmiş durumda. “Ne izliyoruz?” sorusuna uzun şerhler olmadan cevap vermek imkansız hale geliyor. Fakat herkesin bir ucundan yakalayıp yorum bombardımanına tuttuğu dizi, acaba sektörel anlamda bir yol ayrımı olarak hatırlanacak mıdır? Tarih tekerrürden ibarettir deyişine uygun olarak Eşkıya ile aynı kaderi paylaşıp paylaşmayacağını göreceğiz.
Bugünlerdeki sosyal medyadaki büyük süksesiyle seyircinin bakışını üzerine çeken Bir Başkadır, sinema ve dizi dünyamızda bu sene başımıza gelen en büyük olaylardan biri olmuşa benziyor. Seyircisinden, yazarına, televizyon kanallarından belediyelere kadar dizi herkesi harekete geçirdi. Panoramik öyküsü kadar, popüler dizi ve filmlere konu ol(a)mayan durumları içermesi bakımından üzerine tartışmayı sonuna kadar hak ediyor. Yorum hakkını sinema yazarlarının elinden alan popüler seyirci kitlesi diziyi övgülere boğuyor. Bazı sinema çevreleri de dizinin sanıldığı kadar kompleks olmadığı tepkisiyle var gücüyle çaba harcıyor. Yazının başındaki Eşkıya ve Yavuz Turgul bahsi boşuna değil. Bir Başkadır “kesişen hayatlar” öyküsünü anlatıyorsa, her şey birbirine bağlıdır ilkesini unutmamalı. Tam da bu noktada az önceki öykümüze geri dönelim.
Eşkıya’ya bugünden bakınca bir mihenk taşı görüyoruz ancak vizyona çıktığı 29 Kasım 1996’dan Mart-Nisan 1997 dönemine kadar Antrakt dahi[1] filmin yaratacağı kırılmayı görememişti. Tabutta Rövaşata’nın Antalya’daki süksesi o sıralar daha revaçta bir tartışmaydı. Agah Özgüç Eşkıya’yı “kitle filmi” olma özelliği taşımasıyla yılın filmi ilan ettiğinde film vizyondaki on beşinci haftasını çoktan doldurmaktaydı[2]. Bunun yanında Eşkıya’yı Susurluk olaylarıyla birleştiren aşırı yorumlar geliyordu[3]. Bu durum popüler kurguyu bu denli güncel politika okumasına tabi tutmanın yarattığı yanılgıya örnek olacak bir hatırlatma olmalıdır. Demek değildir ki her okuma sıklıkla tutarsız olacak. Fakat popüler içeriğin talep edilen her çıkarıma cevap vermesini beklemek olanaksız görünüyor. Tamer Baran aynı metninde filmin asıl kaşifinin o dönemki sinema izleyicisi olan 18-24 yaş grubunun olduğunu aktarıyor. Bu kitle günümüz Netflix izleyicisi için yabancı olmasa gerek. Bunlarla birlikte dönemin popüler yayını olan Sinema Dergisi[4] Antrakt ile benzer zamanlar bu hareketliliği fark ederek, Eşkıya için özel bir sayı hazırlayacaktır. Bugünkü çalışmalara benzer şekilde tüm bir ekiple yapılan söyleşiler ve film kritikleri yer alan şahane bir dergi sayısı sinema belleğimize kazandırılmış olur.
Dağınık fikirleri netleştirmek için konuyla aramıza belirli bir mesafe koyup, şöyle bir uzaktan bakmayı denemeli. Yukarıdaki referanslar bugünkü tartışmaların 1996-97 dönemindeki ekseninden çok da farklı olmadığını gösterecektir. Eşkıya da Bir Başkadır’da olanlar gibi, siyasi konjonktürü içinde gerçekçi olmayan kültürel temsillerinden dolayı eleştirilmeye açık. Yine de galiba kahincilik oynamak istediğim bir günümdeyim. Acaba bugün Ali Nazik görünümlü yerli dizilerin Muhsin Bey’lere; kendini bağımsız diye adlandıran ve seyirci kitleleri kristalize olan sinema filmlerinin[5] de Ali Nazik’lere adım atması gereken o kritik noktada mıyız?
Bir Başkadır birbirine kör olan kültürlerin (popüler kültür-yüksek kültür veya seküler-muhafazakar) durumlarına dair ne sorular soran ne de yeni yaklaşımlar getiren bir dizi. “Beylik tespitlerden öteye gidemeyen” değil, gitmemesi gerektiğini bilecek bir medyanın ürünüdür. Yıkıcı olmaktan çok birleştirici, şaşırtıcı olmaktan çok duymak istediğimizi tekrar eden bir yapımdır. Sinema ve televizyonda popülerlerin etiketlerden azade oluşuyla tüm seyirciye karşı davetkardır. Görülüyor ki Türkiye’de, popüler film ve dizilerin üzerine yapışan etiketler potansiyel alıcısı dışındakiler için antipatikleşiyor. Filmlerin isimleri dahi pejoratif anlamlar ihtiva ediyor. Recep İvedik kaba, Müslüm varoş veya Ayla hamasi duyguların yayılımcısı olarak kodlanıyor[6]. Televizyon izlemek lame, sinema sinemada seyredilir demek ise boomer oluyor. Bir Başkadır’ın davetkarlığı da burada başlıyor, tüm etiketlere karşı nötr konumuyla.
Tüm bir toplumun panoramasını içerdiği iddiasıyla kendini ethos olarak tanımlıyor. Ancak dizi yarattığı köşeli durumları net ayrımlar üzerinden aktararak, katmanlı olmaktan çok pürüzsüz bir resim çıkartıyor. Tek doğrultuda ilerleyen karakterleriyle hep aynı sıfata tutunduruyor. Öyle ki filmin mekanları da tekrarların iç ritmiyle bütünleşen organik mekanlar değil, aynı tartışmaların kendini tekrarladığı odalar haline geliyor. Dizi bu tipolojik yapısıyla post-Yeşilçam/Arzu Film yorumunu doğruluyor. Bir Başkadır yeni bir şey vadetmemesine rağmen kusursuz bir plastik ile yeniymiş gibi görünmeyi başarıyor. Hiçbir şeyin antisi olarak konumlanan dizi, mesafesini de etikten değil temkinden alıyor. Çatı kenarında kurtarılmayı bekleyen Ali Nazik’in korkusu gibi… Bu yüzden kapsadığı dünyanın tüm plastik detaylarını ileri düzey sahicilikle tasarlıyor. Kurgusundaki temponun sakinliği onu diğer dizilerden ayırarak sinematikleştiriyor. Böylelikle yansıttığı o düz dünya, kendine hayran bırakan inandırıcılığa kavuşuyor. Tanıdık insan tiplerini bilindik durumlar üzerinden iyi boyalı bir biçimde aktaran dizi, tadından yenmez oluyor! Demek seyirci olarak kalburüstü yerli popülere o denli açtık ki diziyi her bir köşesinden çekiştire çekiştire kırıntılarına kadar tüketiverdik. Çok şükür doyduk bugün de.
7.Koğuştaki Mucize ile Amerika’yı keşfetme hayallerimizin bir kez daha suya düştüğü şu günlerde herkesi böylesine içine çeken dizinin varlığı, Ali Nazik-Muhsin Bey adımları attırmaya vesile olacağa benziyor. Her çevreden gelen böyle torba dolusu laflardan sonra Bir Başkadır’ın ekonomik ve sosyal anlamda dizi ve film sektöründe kırılma yaratacağına inanmak niyetindeyim. En azından şimdiki algı bu yönde görünüyor. Bir adım ben atacağım bir adım sen. Tabi eğer damda gözlerimizi yumarken tuttuğumuz el Muhsin Bey’e aitse.
[stextbox id=’info’ bwidth=’#f7d36f’ ccolor=’f7d36f’ bcolor=’f7d36f’ bgcolor=’f7d36f’ cbgcolor=’f7d36f’ bgcolorto=’f7d36f’ cbgcolorto=’f7d36f’]
[1] Dahi vurgumu fark edenler zaten bu dipnota inmeye tenezzül etmeyeceklerdir. Çünkü Antrakt o dönemde gişe verilerini toplayarak Türkiye’de ilk defa sistematik bir biçimde seyirci sayılarını günümüze ulaştırmaya başaran dergi olmuştur. Eşkıya’nın o günlere seyirci rekoru kırdığını biliyorsak bu yine Antrakt’ın gişe takibi sebebiyledir.
[2] Antrakt 61 (1997): 25.
[3] Baran, Tamer. “Eşkıya Bize Bizi Anımsatıyor”. Antrakt 62 (1997): 22.
[4] Sinema Dergisi (Nisan 1997 – Eşkıya Özel Sayı). İlginçtir ki derginin ne zaman yayınlandığını bakmak için kütüphanemi karıştırdığımda görüyorum ki son sayfada “Hatıra Defteri” bölümünde “Madem Yüksekten Korkuyorsun, Niye Dam Tepelerine Çıktık” başlıklı bir yazı bulunuyor. Okuyorum, Muhsin Bey ile Ali Nazik arasındaki sahnenin betimlemesini içeriyor. Bir Başkadır’a dönüyorum, Gökhan Yıkılkan’ın canlandırdığı Hilmi kulağıma fısıldıyor: Jung.
[5] Bu ikilikten Muhsin Bey ile özdeşleştirdiğimiz sinemanın bir yüksek kültür olduğu çıkarımı yapmak mümkündür. Ancak bu hatalı analoji başka bir tartışmayı doğuracaktır. O yüzden Muhsin Bey- Ali Nazik’in temsil ettikleri üzerinden yakın bir karşılaştırma yapabilmek adına bu eşleşme kurulmuştur.
[6] Buradaki örnekleri artırabiliriz. Metin içinde adını geçirmenin doğru olduğundan şüphe ettiğim bir popüler ise Cem Yılmaz’ın son dönem filmleridir. Artık “eskisi gibi güldüremediği” nedeniyle onun filmleri de demode etiketine çok yakındır. Filmografik ayrımıyla sinema tartışmalarını yine ikiye bölen bir başka figürdür. Popüler sinemada olmayan imajları filmlerinde yer vermesi dolasıyla başka bir yazının konusu olmaya değer bir karşılaştırmayı beraberinde getirecektir. Yeni arayışları kendi kültünü yıkacak kadar seyircide talep göremediği için demode etiketinin yapıştığı söylenebilir. Diğer yapımlara göre hala “kültürlü” sayıldığı için diğer etiketlerin pejoratif seviyesinden de uzaktadır. Bu nedenle metin içinde başka tartışmalara yol açmaması için bu dipnotta sözü edilmiştir.
[/stextbox]