yukari cik
X

Alef Neden Hayal Kırıklığı Yarattı?

Alef Neden Hayal Kırıklığı Yarattı?

82ekran için yazan: Polat Öziş

2020’nin heyecan yaratan projelerinden olan ve ilk bölümünden itibaren birçok tartışmayı da beraberinde getiren Alef izlenen son bölümüyle birlikte ekranlara veda etti. Yerli sinemanın son dönemdeki en başarılı temsilcilerinden Emin Alper imzalı dizi, her ne kadar müthiş bir sinematografi sunsa da yaşadığı senaryo problemden ötürü büyük resimde hayal kırıklığından öteye gidemiyor. Peki, vizyoner bir yönetmen ve ilgi çekici oyuncu kadrosuna rağmen Alef neden beklentinin altında kaldı?

En başta söylemek gerekir ki dizinin finali, ülke sınırları içerisinde yayınlanmış en iyi bölümler arasına adını yazdıracak kadar değerli. Ancak tıkır tıkır işleyen ve sürprizlerin ardı arkası kesilmeyen final bölümünden sonra Alef’in problemi daha da ayyuka çıkmış durumda. İlk iki bölümü izledikten sonra, Polisiyeye Yeni Bir Soluk: Alef başlığıyla kaleme aldığım yazıda, dizinin sert üslubunu, iyi işçiliğiyle birleştiren ve potansiyel vadeden yapısına değinmiştim. Ancak üçüncü bölümden itibaren Alef, ona karşı gelişen tüm pozitif görüşleri yerle yeksan edecek adımlar atarak adeta kendi ayağına sıktı. Evet, dizinin sinematografisi benzersiz; ancak bu tek başına yeterli değil. Nitekim anlatının izleyiciyi tüm bölümler boyunca oyalayan ve mistik bir polisiyeden ziyade kendi yarı sahasında devamlı olarak top çeviren bir futbol takımı edasına bürünmesi Alef’in başarıyla yarattığı değerleri de arka plana itiyor.

Dilerseniz biraz beyin jimnastiği yapalım. Şöyle ki, ben bir yönetmen olsam ve Alef’in sinopsisiyle karşılaşsam, tereddütsüz bu hikâye karşısında büyülenirdim; çünkü ortada özgün bir maya olduğu aşikâr. Ancak ne zaman ki çekim senaryosu önüme konsa, işte orada bir durur düşünürdüm. Keza Alef’in özgün ve sarsıcı şekilde finalize olan hikâyesine ne denli övgü sarf etmek mümkünse, senaryonun bütününü de o denli eleştirmek mümkün. Neticede karşımızda sekiz bölüm olarak tasarlanan ancak dört bölümde rahatlıkla son bulacak bir hikâye olduğu su götürmez bir gerçek. Eh, derdi ve hikâyesi hepi topu dört bölüm olan bir hikâyeyi sekiz bölüme yayma inadı da Alef’in temposunu baltalayan ve heyecan dozajını minimize eden ana etmen.

Dizinin olması gerekenden daha fazla bir bölüm sayısıyla karşımıza gelmesine rağmen, göze batan bir diğer husussa karakter derinliği. Özellikle başrol noktasında konumlanan ancak ne hikmettir ki sekiz bölüm boyunca yan rolmüşçesine arz-ı endam eden Kemal (Kenan İmirzalıoğlu) ile izleyicinin bir an olsun bağ kuramayışı Alef’in en büyük problemi. Nitekim geçmişinde büyük acılar barındıran bir karakteri duygusal anlamda benimseyememiş olmak, izleyiciyi diziye adapte etme noktasnda da anlatının elini zayıflatıyor. Üstüne üstlük Kemal’in daima Settar’ın gölgesinde kalması, finale doğru üstündeki yükü daha da ağırlaştırıyor ve o yükün altında ezilmesine sebebiyet veriyor. Tabii bir de dizinin üç önemli yapı taşından biri olarak lanse edilen ve hikâyenin bütününde kilit bir rol üstlenen Yaşar’ın (Melisa Sözen) Emniyet Müdürü kadar bile rol almayışı, senaryo matematiğinin de aslında ne kadar yanlış kurgulandığının en açık göstergesi.

Karakterlerle ilgili bir diğer problemse, dizinin başından itibaren fazlaca mekanik bir tavır takınıyor olmaları. Özellikle Yaşar’ın yer aldığı her sahnede, uzun uzun ezberden konuşuyor olması karakteri ve tabii ki diziyi didaktik bir konuma yerleştiriyor. Bu mekanik tavrın, cinayet büronun diğer üyelerine de sirayet etmesi, diziyi iyiden iyiye robotikleştiriyor ve duygusunu zedeliyor. Hal böyle olunca da sanki bir mistik polisiye değil, Mevlevi geleneğini ve sapkın grupları anlatan bir belgesel ile karşı karşıya olduğumuz hissi ortaya çıkıyor.

Alef’in en büyük problemi hiç kuşku yok ki senaryo. Çekim senaryosunun zayıf oluşu da birçok unsuru tetikleyen ana neden. Evet, Emin Alper vizyoner adımlar atarak harikulade bir atmosfer yaratıyor. Ancak bu polisiye janrı için yeterli değil. Keza final bölümünü dışarıda bırakırsak, ritmin bir an olsun dalgalanmadığı, aksine stabil bir çizgide ilerlediği bir yapı var karşımızda. Hal böyle olunca da gerçekleşen herhangi bir olaya heyecanlanmak ya da ilgi duymak zorlaşıyor. İtiraf etmek gerekir ki görsellik de bir yere kadar!

Alef ile ilgili göze batan bir diğer husus ise bölüm süreleri. Bir tarafta 36 dakikalık oldukça sakil geçen bir beşinci bölüm, diğer tarafta ise 67 dakikaya uzanan ve dinamik bir yapı üzerine kurulan sekizinci bölüm… Esasen bölümler arası süre farkının bu kadar büyük olması, Alef’in dizaynında süregelen problemleri de su yüzüne çıkarıyor. Evet, Emin Alper olağanüstü bir sinemacı. Hatta benim nazarımda son 30 yıldaki en başarılı iki-üç Türk yönetmenden biri. Ancak dizi disiplinine uzak olması burada Alef’in inşasını da problemi bir noktaya getiriyor. Keza bölümler arasında korunmayan ton ve süre farkı, her bölüme aynı özenin gösterilmediği gerçeğini de ne yazık ki kucağımıza bırakarak, eleştiri seslerin yükselmesine sebebiyet veriyor.

Alef, özgün ve derdi olan müthiş bir hikâyeye; aynı zamanda da çok iyi bir yönetmene sahip. Ancak, hikâyeyi senaryoya aktarma konusunda yaşadığı sıkıntı ve daha kısa bir zaman diliminde anlatabileceği meramını sekiz bölüme yayma inadı, ne yazık ki diziyi koca bir hayal kırıklığına dönüştürüyor. Finalde süregelen temposunu bütüne yaysa şu an çok başka şeyler konuşuyor olabileceğimiz dizinin, bütününe dair söylenebilecek yegâne söz, beklentinin altında kaldığı olacaktır. Son kertede söylemek lazım ki, Alef sinematografi ve üstün işçiliği ile yerli polisiyeye yeni bir soluk getirecektir ama hepsi o kadar.