82ekran için yazan: Gizem Üstündağ
Bilinçte var ettiğimiz algısal zaman matematiksel değerlere indirgenmiş zamanı aşar genelde. Şimdiki zaman bellekte var edilebildiği ölçüde gerçektir. Geçmişin nasıl hatırlandığına şekil veren şimdiki zaman yaşantılarıdır. İçinde bulunulan zaman, deneyimlenen duygu ve düşüncelerin izinde hatırlanmak istenilenler kadardır. Zaman algıların hükmündeyken, geçmiş bugünün ve geleceğin ta kendisidir.
Bergson, matematiksel zaman anlayışının ötesinde duran, odağına psikolojiyi alan bir zamandan bahseder. Felsefesinin temeline aldığı süre kavramında, bellek-zaman ilişkisinin önemini vurgular. Ona göre geçen zamanların ifadesi ‘’bilinç’’ ile açıklanır. Bilinç ise geçmişi şimdide yaşatan hafızanın altını çizer. Süre tıpkı bilinç gibi akıştadır,var olandır. Geçmişte var olup, şu anda olmayanın devamlılığı yaratması ile ifade edilen süre kavramı, gerçek zamana denk düşer bir anlamda. Algılanan, yaşantılanan zaman, gerçek zamanın tasviri ise yaşanılan zamanı idrak edebilmek yalnızca bilinç ile mümkündür. Bu sebepledir ki bilinç ve süre Bergson’un zaman mefhumunda bir bütündür.
Zaman olgusunu yaratan önemli kavramlardan biri de mekandır. Bilinç yoluyla var edilen zaman aynı şekilde gerçek kılar mekanı. Anımsanmak istenilenler kadarına yer açılan bellekte zaman ve mekanın bütünleşmesi kaçınılmazdır. Algısal yetenekle geleneksel zamana meydana okurken, mekansal bir gerçeklikten bahsedebilmek mümkün değildir. Sınırları silikleşen mekan içinde zaman sonsuzdur.
Sinemayı oluşturan temel yapı unsurlarının zaman ve mekan kavramları olduğunu söylemek yanlış olmaz. Filmlerde zamanın kronolojik çizgide ilerlememesi, insan belleğinin en güzel temsilidir. Görüntülerdeki kırılmalar, flashbackler, görüntü ve sesin iç içeliği ile resmedilen zihnin karmaşık yapısı, sonlu bir zaman anlayışına kafa tutar.
Belirli bir olay örgüsü ile kronolojik olarak ilerleyen zaman, çağdaş anlatı sinemasıyla ters yüz edilir. Brecht’in estetik kuramı, Fransız Yeni Dalgası gibi akımlardan etkilenen çağdaş anlatı yapısı şimdi, geçmiş ve geleceği iç içe vererek kronolojik yapıda ilerleyen zamanı reddeder. İnsan belleği ile geleceğe ya da şu ana taşınması mümkün olan geçmiş, böylelikle çağdaş anlatı sinemasının temelini oluşturur
Sinemasının odağına çağdaş anlatı yapısını oturtan önemli yönetmenlerden biri de Alain Resnais’dir. Anılar, düşler, olaylar düz bir çizgide var olmaz onun sinemasında. Parçalara ayrılmış anlatı ile geçmiş, şimdide var olurken, hayal gücünün varlığı geleneksel zamanın boyutlarını aşar. İçinde bulunulan zamana tesir eden hafıza, görüntülerin karmaşıklığında anlamını bulur. Bu anlayışın sinemasına olan etkilerini ise Hiroshima mon amour ve Last Year at Marienbad gibi belleğin sınırlarını zorlayan filmlerinde açık bir şekilde ortaya koyar.
Hiroshima mon amour, hatırlamanın ve unutmanın çıkmazlarında belleğin zamana meydan okuyuşunu gösteren önemli bir filmdir. ‘’Unutmak mı var eder, yoksa hatırladıkça mı yok oluruz’’ paradigmasının derin bir sorgusudur. Fransız aktris bir kadın barış filmi çekimi için Hiroşima’ya gelir ve orada, Hiroşima’da unutmadıklarıyla yüzleşir. Fransa’ya dönmeden bir gün önce Japon bir mimarla tanışır ve kısa bir aşk yaşarlar. 24 saat içinde, bir otel odasında yaşadıkları geçmişin ağır bir yüküdür aslında.
Film, silikleşmiş, birbirine sarılı iki bedenle açılır. Çıplak yatarlarken otel odasında, anlatıya Hiroşima saldırısından kalan görüntüler eşlik eder.
‘’Tam dört kere hiroşimadaki o müzede insanları seyrettim. Ben de onlar gibi düşünceli bir yüzle demirlere baktım. Yanmış demirlere, biçimini yitirmiş demirlere. Et kadar savunmasız hale gelmiş demirlere. Taşlaşmış şişe kapağı yığınları gördüm. Böyle bir şeyi kim hayal edebilir. İnsan derileri gördüm, sallanan, hala kıvranan, hala o ilk acıyı taşıyan… Taşlar… Erimiş ve parçalanmış taşlar… Sahibi tam olarak bilinmeyen, uyuyan kadınların kafalarından dökülmüş saçlar gördüm.’’
Yanmış demirlerin, taşlaşmış şişe kapaklarının, erimiş taşların gerçekliği çarpar zihnimize, tıpkı kadın gibi, en az onun kadar… Kadın konuşurken ekranda akan görüntüler belki de kadının zihninde var ettiği kadarını sunar ve Resnais hiçbir şey bilmediğine ikna eder izleyiciyi. Japon sevgilisinin dediği gibi aslında “hiçbir şey görmemişizdir Hiroşima’da.’’
Japon sevgili ölen Alman sevgilisini hatırlatabilecek midir kadına? Öfkeye tutulan bütün şehirleri, bazı insanların diğer insanlara, bazı ırkların diğer ırklara karşı kullandığı eşitsizlik ilkesini, Hiroşima’nın üzerine çöken kaderi unutabilecek midir peki adam? Şimdiki zamanı tahakkümü altına alan geçmiş, varoluşu hissedebilmek için hatırlamanın kaçınılmazlığını, yaşama devam edebilmek için ise unutmanın mecbruyetini belki de tüm gerçekliği ile akıllara kazır.
Kadın “Hiroşima üzerine çöken kadere her zaman ağladım, daima” der.
Adam “Tüm dünya sevinç içindeydi, sen de sevinç içindeydin. Duyduğuma göre güzel bir günmüş o gün Paris’te.”
Yaşadıklarını hiç bir zaman anlamayacak batılı bir kadına sitemi görürüz yukarıdaki ifadelerde. Bu yüzden tekrarlar ısrarla “sen hiçbir şeyi görmedin Hiroşima’da.”
Kadının Japon sevgilisinin eline baktığı planın üzerine ölen Alman sevgilisinin kanlı eli gelir. Bilinç ile andaki varoluşun gerçekliği yok olur. Kadın geçmişinden söz etmeye başlar sonra; Nevers’den, bir Alman subaya aşık olduğu için mahzene kapatılmasından ve saçlarının kazıtılmasından… Kadının ilk aşkı 2. Dünya Savaşı sırasında ülkesine saldıran Alman askerdir. Ellerinin arasında ölümüne şahit olmuştur. Sevgilisinin ölümüyle birlikte yitip gitmesine razı olduğu belleği, yıllarca unutabilmek için savaş verdiği kötü huylu bir tümöre dönüşmüştür. Kadın anlatmaya devam ederken mahzene kapatıldığı günlerin görüntüleriyle baş başa kalırız. ‘’Bu kadar büyük bir acıya nasıl dayanılır… Bodrum çok küçük… Milli marşımız başımın üzerinden geçiyor. Sağır edici bir ses bu. Bir bodrumda eller işe yaramaz oluyor. Tırmalıyorlar, duvarları kazırken sıyrılıyorlar, ta ki kanayana kadar… Kendim için yapabileceğim tek şey bu ve hatırlamama yardımcı oluyor. Kanının tadını çoktan biliyorum ben.’’
Kadının küçük bir bodrum katına sığdıramadığı acısını hissederiz bu noktada. Zihni bedenini aşmış, yaptığı hiçbir şey anılarından kurtulmaya yetmemiştir. Yaşadığı an gelecek zamanını parçalarken, fark ederiz ki geleceğini parçalayan o anlar, hayatta olduğunu hissedebilmesinin tek yoludur.
Hatıraların günümüzdeki devamlılığının altınızı çizer Resnais. Yaratılan zamanda kadın, Alman sevgilisi karşısındaymış gibi konuşur:
“Bu yabancı ile sana bu akşam ihanet ettim. Bak seni nasıl unutuyorum…”
İçinde bulunduğu andan şimdiki zaman grameri ile çoktan veda ettiği Alman sevgilisine seslenir. Bir hayat devam edecekse eğer bu di’li geçmiş zamanlarının yıkımıyla mı mümkündür şeklinde düşüncelere salmadan bırakmaz film.
Hiroshima mon amour sınırlandırılmış zaman kavramından çok geçmiş ve şimdinin birlikteliğinde sonsuz bir zamana işaret eder. Karakterlerin geçmişleri şimdiyi bölerken, şimdiki zamanları geleceklerini yeniden tasarlar. Bir umudun sonsuzluğunda zaman çerçevesi kırılır.
“-Belki burada kalman mümkün olabilir.
-İyi bildin ama gitmekten daha az mümkün.
-1 hafta?
-Hayır
-3 gün?
-Neyin süresi bu? Yaşamanın mı ölmenin mi yoksa?
-Hangisi olduğunu bilmenin.
-Ama böyle bir şey yok. Bununla yaşamak için de ölmek için de zaman yok.”
Geçmiş görüntüler ile şimdiki zamanın içinden sonsuz anlar sunar Hiroshima mon amour. Ölen Alman sevgili ile geçmişte, karşısında duran Japon sevgili ile şimdidedir… Nevers’dedir zihninde, Hiroşimada’dır şimdide, gerçekte…. Fakat ne burada ne de oradadır. Anılarının izinde, şimdi kaybolur. Ölen Alman sevgilisi ve bir zamanlar yaşadığı Nevers ile var eder Japon sevgilisini ve Hiroşima’yı… Zaman ve mekan andaki anlamını yitirirerek, zihninden atamadıklarına dönüşür.
Hiroşima ve Nevers’in üst üste verilen sokak görüntüleriyle iki şehir iç içedir artık. Her ikisinin de geçmişleri birbirine karışır. Filmin sonunda kadın Hiroşima senin adın der erkeğe ve erkek de Nevers senin adın der kadına. Unutamadıkları bir anıya aittir aslında onlar sadece. Hafızalarından atamadıkları yer isimlerinden ibarettirler; hiç kimsedirler, Nevers ve Hiroşima’dan ötesi değildirler.
Belleğin mümkün kıldığı bir zaman vardır ve bu noktada filmde ne şimdi ne de gelecek hüküm sürer. birbirine karışan görüntüler ile kadının unutamadıklarına, erkeğin hatırlamaya çalıştıklarına tanıklık ederiz.
Resnais, hatırlamanın ve unutmanın arasındaki ince çizgide var olmaya çalışan insanın sıkışıp kaldığı muğlak zamanı başarılı bir şekilde ortaya koymuştur.
‘’Senin gibi ben de var gücümle çırpındım unutmamak için, senin gibi unuttum.’’