yukari cik
X

Adını Fatih Koydum Giustiniani’nin Yolu: Rise of Empires Ottoman (2020)

Adını Fatih Koydum Giustiniani’nin Yolu: Rise of Empires Ottoman (2020)

82ekran için yazan: Polat Öziş

Malum, konu tarih hele hele ecdat oldu mu ülke sınırları içerisindeki herkes minik birer tarihçi olup çıkıverir. Dile kolay 16 devlet yıkmış, 17 devlet kurmuş bir neslin torunlarıyız! Eh tabii, hal böyle olunca da tarihi objektif okumaktan çok, işimize geldiği gibi yorumlamak nesilden nesle aktarılan bir ata sporu olmuş durumda. Bir de konu, göz önündeki bir diziye/filme yansımış tarihse vah onu yapanların haline! Çünkü kimseyi memnun edemeyecekleri o kadar bellidir ki… 

Gelelim Netflix’in Türkiye’deki üçüncü projesi Rise of Empires: Ottoman’a. Konu oldukça bıçak sırtı: Fatih’in İstanbul’u fethi… Bunu bir de Türk olmayan tarihçilerinden dinlediğimizi göz önüne alırsak, objektif olmamakla suçlanması kaçınılmaz. Bu noktada en son söylenmesi gerekeni en başta söylemekte yarar var. Yarı belgesel olarak karşımıza çıkan dizi, birkaç küçük nüans dışında, taraflara eşit mesafede yaklaşma gayretini bir an olsun terk etmiyor ve adımlarını her iki tarafı da memnun edecek şekilde güvenli atıyor. Bu da farklı bakış açıları vesilesiyle gelebilecek olumsuz eleştirilere karşı önlemini en baştan aldığının açık bir göstergesi.

Her ne kadar karşımızdaki dizi yarı belgesel olsa da bir yanıyla da ayakları yere sağlam basan bir kurmaca. Bu nedenle anlatının hikâye içerisindeki çatışma noktalarını dişe dokunur kurguladığını söylemekte yarar var. Yalnızca Müslüman-Hristiyan, Osmanlı-Bizans savaşına değil, Osmanlının kendi iç dengelerinden, Bizans içindeki çatlak seslere kadar ağırlık verdiği detaylarla anlatının ritmi bir an olsun düşmüyor. Bu da ister istemez ekran başında pür dikkat kesilmemizin önünü açıyor.  

Dizinin en dikkate değer tarafı ise, II. Mehmed’in, nam-ı diğer Fatih’in insani yönlerini öne çıkarma gayreti. Evet, Fatih Sultan Mehmet tüm dünyanın kabul gördüğü bir deha, büyük bir devlet adamı… Ancak kabul etmek gerekir ki nihayetinde o da bir insan ve tarihin en büyük kuşatmasında gelgitleri olması kadar doğal bir durum yok. Rise of Empires: Ottoman ise ilk dakikasından son anına kadar Fatih’in bilgeliğini ön plana çıkarırken, onun da etten kemikten bir insan olduğunu cesurca dile getirmeyi es geçmiyor. Bu da karşımızdaki belgeselin realist yapısını güçlendiren en önemli detaylardan biri olarak öne çıkıyor. 

Burada konuşulması elzem olan konu ise dizinin kurgusal yapısıyla-anlatıcılar eşliğinde sunduğu belgesel şablonu arasındaki bağ. Kabul etmek gerekir ki iki farklı anlatım dilinin aynı anda vuku bulması dizinin dinamizmini yukarı taşıyor ve izleyiciye özel bir tecrübe sunuyor. Bir yandan alanında uzman kişilerden İstanbul’un fethini her iki tarafın bakış açılarından ayrı ayrı dinlerken, öte yandan ise anlatılanların karşımızda canlanması dile getiren söylemlerin daha kanlı canlı karşımıza gelmesine vesile oluyor. Tabii burada kimi zaman dizinin, söylemlerin altını yeteri kadar doldurmadığı ve yavan kaldığı gerçeği ile yüzleşmek de mümkün. Özellikle savaş anları için dile getirilen ihtişamın ve akıl oyunlarının, kurmacaya tam anlamıyla yansımayışı, Rise of Empires: Ottoman’ın en zayıf karnı. Karadan yürütülen gemiler ve şahiler gibi dünya savaş tarihini derinden sarsan hadiselerin, işlevden yoksun olarak resmedilmesi, dizinin vurucu yönünü minimize ediyor ve kendi ayaklarına sıkmasına neden oluyor. 

Bu noktada parantez açılması gereken bir konu varsa o da Birkan Sokullu’nun hayat verdiği Giovanni Giustiniani. Eğer ki dizinin adı Rise of Empires: Ottoman değil de “Adını Fatih Koydum: Giustiniani’nin Yolu” olsaydı, herhalde bu yapı içerisinde kimsenin bir itirazı olmazdı. Nitekim karakteri öne çıkarmak için, savaş stratejilerinin bile kimi zaman yok sayıldığına şahitlik etmek mümkün. Üstüne üstlük Giustiniani’nin senaryonun bütününe hiçbir artısı olmayan, alelade aşk ilişkisinin de hikayeye zorlama bir şekilde entegre edilme çabası, anlatının dağınık bir yapıya bürünmesine neden olan en önemli etmenlerden.

Gelgelelim hikâyenin söylemineDizi final anında her ne kadar gönül alırcasına “bu bir fetihtir diyor ve Fatih’in zekasına hak ettiği övgüyü teslim ediyor olsa da tüm anlatı boyunca geliştirdiği tezat söylemlerle çelişkili bir duruş sergilemekten geri durmuyor. Evet, Rise of EmpiresOttoman, her iki tarafın da söylemlerine kulak veren ve bu nedenle da tarafsız olma gayesiyle yola çıkan bir dizi. Ancak doğrusunu söylemek gerekirse yer yer kantarın topuzu kaçıyor ve Bizans’ın 1100 yıllık tarihini öne çıkarma gayretiyle, bir yükseliş hikayesinden çok Bizans’ın çöküşünü anlatıyormuş hissiyatını beraberinde getiriyor. Üstüne üstlük, anlatının adeta “İstanbul’u Osmanlı fethmedi, Bizans şehri altın tepside sundu” düşüncesini empoze etmeye çalışması da bu görkemli fethin ikinci plana itilmesine ve dizinin adeta bambaşka bir yola sapmasına neden oluyor.  

Dizinin eleştiriye açık bir diğer kısmı ise dil meselesi. Global bir pazarda kabul görmek adına İngilizce olarak diziyi üretmek makul bir durum. Tabii bu, doğru bir şekilde raya oturtulursa. Gelgelim, Damla Sönmez’in hayat verdiği Ana karakterinin II. Mehmed’in huzuruna çıktığı anda Türkçe konuşmaya başlaması, dil meselesini bir anda kocaman bir garabete dönüştürüyor. Ne yani, Fatih ve vezirleri kendi arasında İngilizce konuşuyor da Bizanslı bir köle mi onlara Türkçe’nin varlığını hatırlatıyor? Bu ne perhiz ne lahana turşusu? 

Bir çağı kapatıp, yeni bir çağı açan İstanbul’un fethi, şüphesiz ki dünya siyasi tarihinin önemli hadiselerinden biri. Hal böyle olunca bu destansı olayı konu alan her yapım, her söylem ilgi çekici bir hüviyete bürünüyor. Rise of Empires: Ottoman ise, eksikleri olan, yer yer hangi yöne gideceğine karar veremeyen, buna rağmen tarihi çarptırmaktan da imtina eden ve muadillerinden ayrılan orta düzey bir iş. Evet, dizi ne mükemmel, ne de pespaye. Ancak İstanbul’un fethini konu alan diğer denemeleri düşündüğümüzde Rise of Empires: Ottoman’ın Emre Şahin’in dinamik yönetimiyle inci gibi parıldadığını söylemek de pekâlâ mümkün. Cem Yiğit Üzümoğlu’nun kendine güvenen duruşu, Selim Bayraktar’ın sert ve rolünü ziyadesiyle inandırıcı kılan halet-i ruhiyesi; her bir karakterin insan olduğu gerçeğini unutmadan hikayesini ela alması, diziye konu olan fetihi mitolojik bir efsaneden, epik bir destana çeviren ana etmenler olarak öne çıkıyor. Ne diyelim, tarih anlatmak zordur. Türkiye’de işe bu işe kalkışmak delilik. Daha iyi olamaz mıydı? Tabii ki de olurdu. Ancak tüm noksanlarına rağmen, propagandadan uzak duruşuyla Rise of Empires: Ottoman seyir zevki ve merak uyandıran yapısıyla fark yaratmayı da başarıyor.