yukari cik
X

2020’nin En İyi 10 Orijinal Netflix Filmi

2020’nin En İyi 10 Orijinal Netflix Filmi

82ekran için yazan: Polat Öziş

Ne umutlarla girmiştik 2020’ye. Nitekim yeni bir 10 yıllık zaman diliminin ilk halkasıydı. Ancak ne var ki, felaketlerle başlayan ve akabinden de pandemiyle boğuştuğumuz bir yıl oldu. Hal böyle olunca da sinema adeta ikinci plana itildi. Salonlar kapandı, film çekimleri ertelendi derken 7. sanat için mecburi bir kısırlık ortaya çıktı. Ancak bu süre zarfında kısıtlı da olsa yeni üretimler çıkmadı değil. Özellikle Netflix’in başı çektiği dijital platformlar, kendi orijinal filmlerini izleyiciyle buluşturmayı ihmal etmedi. Keza Netflix’in en üretken yılını geride bıraktığını söylemek pek de yanlış olmayacaktır. Peki, yeni filmlerini kullanıcılarına sunan Netflix’in 2020’yi içerisinde yayına giren en iyi yapımları neler? Dilerseniz, 2020’ye bir çırpıda hatırlayalım ve 2020’nin en iyi Netflix filmlerine hep birlikte göz atalım.

10) The Occupant (David Pastor, Àlex Pastor)

Netflix İspanya’nın orijinal yapımı olma özelliği taşıyan The Occupant, sahip olduğu her şeyi kaybeden bir reklamcıyı odağına alıyor. Üstüne üstlük iş aramanın verdiği psikolojik baskıyı ve akabinde insanı getirebileceği çılgın noktaya da çarpıcı bir şekilde parantez açıyor. Son yılların gözde İspanyol oyuncularından  Javier Gutiérrez’ın performansıyla yükselişe geçen film, kapitalist düzen eleştirisinden, sistemin akıl sağlığına getirebileceği seviyeye kadar değindiği gündelik dokunuşlarla anlatısını güçlendiren oldukça başarılı bir Netflix orijinali.

9) Rose Island (Sydney Sibilia)

2020’nin sonlarına doğru izleyicisiyle buluşan Rose Island, İtalya’nın resmen işgal ettiği ilk ülke olma özelliği taşıyan Rose Adası’nın farklı hikayesini merkezine alıyor. Ada dediysem, öyle devasa bir toprak parçası canlanmasın aklınızda. Çılgın bir mühendisin, İtalyan kara sularının yalnızca 500 metre ötesine inşa ettiği bir platformun bağımsızlık mücadelesi bu! Gerçek hikayesi kadar oldukça çılgın bir anlatıyı huzurlarımıza getiren film, kimi noktalarda yüzeysel kalsa da neşesi ve samimiyetiyle anbean içtenlik vadetmeyi başarıyor. Özellikle feel good movies türüne ilgi duyanların için seyir zevki oldukça yüksek bir iş olan Rose Island, yılın en iyi Netflix işleri arasında anılmayı ziyadesiyle hak ediyor.

 8) The Devil All the Time (Antonio Campos)

Kamerasını oldukça kaotik bir kasabaya çeviren The Devil All the Times’ın tartışmasız en büyük artısı sertliği. İzleyicisini içine çeken gerçekçiliği ve buz gibi atmosferiyle özgün bir iki saat armağan eden film, adaleti ve iyi ile kötüyü sorgulatan duruşuyla fark yaratıyor. Özellikle ikinci yarısından sonra ivlemelenen filmin, kopuk kurgusu yer yer dinamizmi baltalasa da amiyane tabirle “kral çıplak” söylemini sonuna kadar verişi alkışı ziyadesiyle hak ediyor.

7) Mank (David Fincher)

Fight Club, Seven, Zodiac ve daha niceleri… Usta yönetmen David Fincher filmografisinin son halkası Mank, başyapıt Citizen Kane’in hemen öncesine odaklanıyor. Senarist  Herman J. Mankiewicz’in hayatı üzerinden bir Hollywood taşlaması yapan Fincher’in izleyicisini bu hikayeyle ne kadar tatmin ettiği tartışılır. Ancak tartışılmayacak tek bir nokta varsa o da Mank’in harikulade atmosferi. Siyah-beyaz dünyası altından realist bir dünya armağan etmeyi başaran Fincher, sinema dünyası açısından vasat geçen bir yılı usta işi yeteneğiyle süslemeyi başarıyor.

6) Mosul (Matthew Michael Carnahan)

Yakın olduğumuz bir coğrafyaya odaklanan Netflix orijinali Mosul, yıkıcı bir savaş atmosferini ele alan filmden çok daha fazlası. Irak’ı ve Irak’ta yaşanan olayları adeta cehennem tasviriyle yaklaşan filmin realistik duruşu anbean tokat edasıyla izleyicinin yüzüne vuracak cinsten. Yüzeysel savaş filmlerinden ziyade, coğrafyı iyi analiz edişiyle muadillerinden ayrılan ve ajite etmeyen dramıyla izleyicinin bam teline dokunan Mosul, yalnızca Netflix orijinalleri arasında değil, son zamanlarda da karşımıza çıkan en gerçekçi savaş hikayelerinden biri.

5) The Trial of the Chicago 7 (Aaron Sorkin)

68 Chicago’sunda düzenlenen Demokratik Parti Ulusal Kongresi’ndeki protestoları ve akabindeki yargı sürecini merkezine alan The Trial of the Chicago 7, hukuk ve adalet sistemine getirdiği eleştiri ile öne çıkıyor. Özellikle Türkiye’nin yakın tarihinin en büyük ayaklanması olan Gezi Parkı Direnişi’ni hatırlatan sekanslarıyla farklı duygular uyandıran film, bireysel oyuncu performanslarıyla da fark yaratıyor. Ödül sezonunda da adından sıklıkla bahsetmesi mümkün olan film, Sacha Baron Cohen’in etkileyici performansıyla yılın unutulmazları arasına adını çoktan yazdırdı bile!

4) The Hater (Jan Komasa)

Sosyal medya bir insanın hayatını karartabilir mi? Ya da sorumuzu şöyle düzeltelim, internet bir ülkeyi topyekün karıştıracak kadar güçlü bir silah mı? Eğer bu sorulara verecek hala düzgün bir cevabınız yoksa, The Hater size doğru tespitleriyle oldukça gerçekçi cevaplar verecektir. Bilişim çağının manipülatif yönünü açıkça gözler önüe seren Polonya orijinali The Hater, adıyla müsemma bir şekilde nefreti ve nefretin doğurabileceği sonuçları realist bir şekilde izleyicisine aktarırken, özgün hikayesiyle de yılın en iyilerinden biri olarak anılmayı fazlasıyla hak ediyor.

3) The Endless Trench (Aitor Arregi, Jon Garaño)

Ülkemizde karantinaya girdiğimiz ilk ay olan Mart’ta yayına giren The Endless Trech, belki de bir eve hatta bir hücreye hapsolmanın en çarpıcı anlatılarından… İspanya İç Savaşı’nda idam edilmekten kaçmak için tam 30 yıl boyunca kendini bir deliğe hapseden Higino’nun gerçek hayat hikayesinden senaryolaştırılan film, özgürce aldığımız her nefesin ne kadar değerli olduğunu çarpıcı şekilde dışavuran bir anlatıya sahip. Klostrofobik anlatsına ek olarak Higino’nun içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi realist biçimde aktarmasıyla da fark yaratan film, bu yılın konuşulmayı ziyadesiyle hak eden ve doğru okunması gereken en önemli filmlerinden.

2) The Call (Chung-Hyun Lee)

Kore Sineması’nın dünyaya son armağanı olan The Call, farklı türleri harmanlayan ve izleyicisine gerilimle dolu iki saat vadeden bir film. Merkezine yerleştirdiği zaman paradoksu kavramını, incelikle ele alan ve oldukça sakin başlayan anlatısını adım adım sarsıcı hale getiren film, özellikle karakter değişimini başarıyla aktarmasıyla takdiri hak ediyor. Zekice yazılmış senaryosunu, karanlık atmosferiyle dört dörtlük bir gizeme çeviren The Call, uzun süre hafızlardan silinmeyecek sertlikteki anlatısıyla şüphesiz ki yılın en iyilerinden.

1) The Platform (Galder Gaztelu-Urrutia)

Yılın en çok konuşulan filmlerinin başında gelen The Platform, metaforik anlatımı ve sınıfsal düzene getirdiği eleştiri ile dikkat çeken bir film. Her ne kadar rahatsız edici atmosferi ile izlemesi oldukça zor bir iş olsa da bir an olsun düşmeyen temposu ve vahşi yapısıyla takdiri hak ettiğini söylemek de yanlış olmayacaktır. Yılın en iyileri arasına girer mi bilinmez ama kapitalist düzeni böylesine sert bir dille eleştirmesi hasebiyle, şüphesiz Netflix tarihinde gördüğümüz en sert film olduğu aşikar.