yukari cik
X

2019’un En İyi 10 Orijinal Netflix Filmi

2019’un En İyi 10 Orijinal Netflix Filmi

82ekran için yazan: Polat Öziş

Koca bir yılı geride bırakmaya hazırlandığımız şu günleri eğlenceli kılan yegane detaylardan biri de yılın enleri. Tüm senenin çeteresini tuttuğumuz ve izlediğimiz filmleri tekrar tekrar hatırladığımız yıl sonunda bir kez daha anlıyoruz ki, sinema adına oldukça verimli bir yılı geride bırakıyoruz. Ancak bu yılın enteresan hadiselerinden biri de şüphesiz ki Netflix. Dile kolay, tüm yıl boyunca izlediğimiz en iyi filmlerin birçoğu Netflix imzası taşıyor. Peki, çıtayı git gide yükselten ve sunduğu özgün içeriklerle fark yaratan Netflix’in bu yıl bizlere armağan ettiği en iyi filmler hangileri? Gelin, bu yıl izlediğimiz en iyi 10 orijinal Netflix filmine hep birlikte göz atalım.

10. El Camino: A Breaking Bad Movie (Vince Gilligan)

Tarihin en iyi dizilerinden biri olarak kabul gören ve Walter White’ın Heisenberg’e dönüşünü adım adım izleyicisine aktaran Breaking Bad, ucu açık finaliyle tam 6 yıl önce ekranlara veda etmişti. Ancak Jesse Pinkman’ın akıbeti ise soru işareti olarak kalmıştı. Dizinin bıraktığı yerden hikayesini devam ettiren ve Jesse Pinkman’ın umuda yolculuğunu daha anlamlı kılma gayesi ile yola çıkan El Camino: A Breaking Bad Movie, sakin yapısı ve dizi finalini daha da anlamlandıran duruşuyla bu yıl karşılaştığımız en özel işlerden biri. Özellikle Jesse Pinkman’ın histerik duruşuyla değer kazanan film, Breaking Bad evreninin kaotik yapısını yeniden kucağımıza bırakmasıyla da gönülleri fethediyor.

9. Paddleton (Alex Lehmann)

Gerçek arkadaşlık nedir, nasıl olmalıdır sorusuna cevap veren ve her bir anıyla özel dostlukların naif yapısını gözler önüne seren Paddleton, şüphesiz ki bu yılın en dokunaklı yapımlarından. Ölümcül bir hastalığa yakalanan Michael’ın hem yakın dostu hem de komşusu Andy ile amiyane tabirle et-tırnak oluşunu yalın bir şekilde ele alan film, bir yandan tebessümü beraberinde getirirken, öte yandan ise ajitasyondan uzak bir şekilde izleyicisinin kalbine temas etmeyi başarıyor.

8. The Dirt (Jeff Tremaine)

Son dönemde artan müzisyen biyografilerinin bir yenisi olan ve muadilleri arasından sıyrılarak övgüyü ziyadesiyle hak eden The Dirt, yalnızca Netflix’in değil son zamanların da en sıkı müzik filmlerinden. Efsanevi Glam grubu Mötley Crüe’yi merkezine alan ve grup üyelerinin çılgın yaşantısını izleyicisine aktaran The Dirt, bir an olsun düşmeyen temposu ve sex, drugs and the rock’n roll felsefesini benimsemesiyle fark yaratan oldukça özel bir yapım. Mötley Crüe’yi tanıyın ya da tanımayın; sevin ya da sevmeyin hepsi önemsiz. Çılgınlıktan had safhada beslenen ve realist duruşundan bir an olsun taviz vermeyen The Dirt’ün çarpıcı yapısına, hayran gözlerle tanıklık edeceksiniz.

7. The Boy Who Harnessed the Wind (Chiwetel Ejiofor)

Yaşanmış gerçek bir hikayeden Chiwetel Ejiofor’un tarafından uyarlanan ve Prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapmasıyla adını duyuran The Boy Who Harnessed the Wind, inancın ve beraberinde gelen başarının vücut bulmuş hali. Okuma aşkıyla yanıp tutuşan ancak maddi imkansızlıklar yüzünden okuldan atılan William’ın ilham verici hikayesini konu alan film, azmin karşısında her engelin yıkılabileceğini ele alan dokunaklı yapısıyla sürükleyiciliğini doruğa çıkaran bir iş.

6. Kidnapping Stella (Thomas Sieben)

Netflix Almanya yapımı olan ve tek mekana sığdırdığı klostrofobik anlatısıyla dikkat çeken Kidnnaping Stella, yer yer zorlayıcı olsa da senaryosuna serpiştirilen sürprize gebe detaylar ile meraklı gözleri üzerine çeken başarılı bir gerilim sineması örneği. Özellikle kendi içerisinde yarattığı çatışma noktaları ve dakika dakika yükselen gerilimiyle izleyicisine rahat nefes alma imkanı tanımayan film, hapsolmuşluk hissini gerçekçi bir şekilde sunmasıyla da vurucu yapısını taçlandırıyor.

5. Dolemite Is My Name (Craig Brewer)

Rudy Ray Moore’un yükseliş hikayesini en az kendisi kadar enteresan bir şekilde ele alan Dolemite Is My Name için, bu yıl karşımıza çıkan özel komedilerden biri demek, en doğru tanımlama olacaktır. Nitekim, küfür kıyamet giden yorucu ilk bölümün ardından açılan ve akabinde izleyicisine anbean kahkaha vadeden duruşuyla fark yaratan film, Netflix bünyesinde de şahitlik ettiğimiz en benzersiz mizah örneklerinden biri.

4. Mirage (Oriol Paulo)

2018 yapımı olmasına rağmen ülkemizde 2019 yılında yayına giren ve bu nedenle listede kendisine yer bulan Oriol Paulo imzalı Mirage, yönetmenin önceki filmlerinden alışılagelmiş şekilde sıkı bir beyin jimnastiğini huzurlarımıza getiriyor. Özellikle merkezine yerleştirdiği paralel evren teorisiyle dikkat çeken ve izleyicisine ayakları yere sağlam basan bilim kurgu soslu bir gerilim sunan Mirage, yükselişteki İspanyol sinemasının da son yıllardaki en başarılı örneklerinden biri.

3. Marriage Story (Noah Baumbach)

Evli bir çiftin New York’tan Los Angeles’a uzanan boşanma sürecini iletişimsizlik üzerinden ele alan Marriage Story her bir anıyla insanın yüzüne tokat gibi çarpan bir yapım. Özellikle sarsıcı diyalogları ile anbean gerçeklik dozajını yukarı çeken film, anne-baba olmanın getirdiği sorumluluktan, modern dünyadaki ikili ilişkilere kadar resmettikleriyle ekran başına geçen herkesin bam teline dokunmayı başarıyor.

2. The Two Popes (Fernando Meirelles)

Netflix’in bu yılki en büyük sürprizlerinden biri olan The Two Popes, adıyla müsemma şekilde son iki Papa’yı 16. Benedict ile I. Francis’i merkezine alırken gelenek ve yenilikçilik üzerinden de naif bir çatışmayı huzurlarımıza getiriyor. Bir belgeseli andıran açılışın ardından, itiraflar ve çözülmeler eşliğinde adım adım bir günah çıkarma seansına evrilen film, özellikle incelikle yazılmış diyalogları ile ekran başına geçen herkesi düşünmeye sevk ediyor. Anthony Hopkins ve Jonathan Pryce’ın başrolü paylaştığı The Two Popes tebessümü beraberinde getiren samimi yapısı ve biyografi türünün sıkı bir örneği olması hasebiyle yılın en iyilerinden olarak anılmayı fazlasıyla hak ediyor.

1. The Irishman (Martin Scorsese)

Gelelim zirveye. Tartışmasız son yılların en çok merak uyandıran yapımlarından olan The Irishman destansı kadrosu ve gangster temalı hikayesini, müthiş söylemiyle besleyerek beklentileri ziyadesiyle karşılayan bir iş. Robert De Niro, Al Pacino, Joe Pesci ve Martin Scorsese’yi buluşturan film, Frank Sheeran’ın I You Paint Houses’ın kitabından sinemaya uyarlanırken, bir dönem Amerika’nın en popüler simalarından olan Jimmy Hoffa’nın kayboluş sürecine odaklanıyor. Özellikle Martin Scorsese’nin eski mafya filmlerini akıllara getiren yönetimiyle büyüleyen The Irishman, üç buçuk saati bulan süresine rağmen bir an olsun sıkmıyor ve son 45 dakikasıyla da izleyicisini koltuğa çiviliyor. Yalnızca Netflix’in değil, bu yılın en iyiler listesinin demirbaşı olan film, uzun yıllar konuşulacak kadar kıymetli, yıllar yılı hafızlardan silinmeyecek kadar da görkemli!