yukari cik
X

2017’nin En İyi 10 Orijinal Netflix Filmi

2017’nin En İyi 10 Orijinal Netflix Filmi

2017’nin son demlerini yaşadığımız şu günlerde, birçok farklı mecrada yılın “En”leri listesini görmek mümkün. Keza, sinema adına oldukça tatmin edici bir yıl geçirdiğimiz de aşikâr. Ancak bu yılı farklı ve çekici kılan hadiselerden biri de, Netflix’in iyiden iyiye hayatımızda söz sahibi olması ve en büyük alışkanlıklarımızdan birine dönüşmesi. Evet, bu yıl dünyanın en popüler dijital platformundan onlarca dizi seyrettik ve topyekûn büyülendik. Pekâlâ, bu süre zarfı içerisinde Netflix kullanıcılarına ne gibi filmler sundu? Bunlar içerisindeki en iyiler hangisiydi? 2017’de karşımıza çıkan en iyi orijinal Netflix filmleri huzurlarınızda.

The Babysitter

Korku-komedi türünün dişe dokunur örneklerinden biri olarak karşımıza çıkan The Babysitter, “Çerezlik” kavramını tam manasıyla karşılayan bir film. Seksi kızlar ve yakışıklı oğlanları başrolüne yerleştiren ve bununla da yetinmeyerek, vahşet ile eğlenceyi tek bir potada harmanlamayı başaran film, ekran başına geçenlere keyifli dakikalar vadetmesiyle öne çıkıyor. Özellikle nispeten sıkıcı kabul edebileceğimiz ilk yirmi dakikasından sonra vanaları sonuna kadar açan ve izleyicisine dinamik bir anlatı sunan The Babysitter, fütursuzca gülmek ve bunu oluk oluk akan kan eşliğinde tatmak isteyenler için, son zamanların en ilginç filmlerinden biri olarak dikkat çekiyor.

War Machine

Eğri oturalım, doğru konuşalım. War Machine, yılın hayal kırıklığı yaratan filmlerinden biri. Bundaki en büyük pay şüphesiz filmin başrolünde Brad Pitt’in yer alması. Hele hele yıldız oyuncunun, kariyerinin en iyi performanslarından birini sergilediğini gördükten sonra, War Machine’nin yönetmenlik anlamındaki eksiklikleri daha da can sıkıcı bir hale bürünüyor. Ancak tüm eksi yanlarına rağmen, izleyicisini Afganistan’da vuku bulan bir eğlencenin tam ortasına bırakabilmeyi başaran ve sıklıkla kahkaha attırmasıyla dikkat çeken film, gerçek ile parodiyi iç içe geçirmesi hasebiyle fark yaratıyor. Eğer ki, Brad Pitt olduğu için beklentiyi arşa çıkarmaz ve yalnızca keyifli dakikalar geçirmek adına ekran başındaki yerinizi alırsanız, War Machine sizi fazlasıyla tatmin edecek ve ziyadesiyle enteresan bir karakter olan Glen McMahon ile tanışmanıza vesile olacaktır!

Tramps

Netflix’in bu yıl kullanıcılarına sunduğu dikkat çeken orijinal filmlerinden biri de Tramps. Yolunda gitmeyen bir çanta takası neticesinde tanışan Danny ve Ellie’nin dinamik ama bir o kadar da romantik macerasını merkezine alan film, özellikle ilk yarım saatten aldığı güçle sağlam olarak tabir edebileceğimiz bir film görüntüsü çiziyor. Yerinde durmayan ve izleyicisini gizemli bir macera içine bırakan film, yer yer klişelere sırtını dayasa da çekici biçimi ve farklı üslubu ile büyüsüne ortak etmeyi başarıyor ve izleyicisine oldukça eğlenceli dakikalar vadediyor. Basit bir romantik-komediden fazlası olan ve anlatısına heyecanlı bir katman da eklemeyi başaran Tramps, bu yılın sürpriz filmlerden biri. Adam Leon’un yönetmen koltuğunda oturduğu ve zekice tasarlanmış esprileriyle dikkat çeken film, adrenalin dozajını eğlence ile birleştirmek isteyenler için bulunmaz bir Hint kumaşı niteliğinde.

The Meyerowitz Stories

Netflix’in yalnızca 2017 yılı içerisinde değil, tüm zamanlar boyunca kullanıcısına sunduğu en özel filmlerden biri olan The Meyerowitz Stories, eğlenceli ve naif bir aile komedisi olarak huzurlarımıza geliyor. Diyaloglar üzerine inşa edilen ve entelektüel yapısıyla izleyicisine farklı bir tecrübe vadeden film, sakinlikten ziyadesiyle besleniyor ve bunu akıcı bir üslupla izleyicisine aktarmayı başarıyor. The Meyerowitz Stories’i izlerken çoğu zaman gülmek, ancak servis edilen ilginç aile normuna karşına da enteresan gözlerle bakmak pekâlâ mümkün. Dustin Hoffman, Adam Sandler ve Ben Stiller’ın başrolleri paylaştığı filmin yönetmen koltuğunda Frances Ha (2012) ile gönülleri fetheden bağımsız sinemacı Noah Baumbach oturuyor.

I Don’t Feel at Home in This World Anymore

Geçtiğimiz yıl Sundance Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü ile dönen ve farklı yapısıyla dikkat çeken I Don’t Feel at Home in This World Anymore, ziyadesiyle eğlenceli başlayan ancak finale doğru vuruculuğunu doruk noktasına çıkaran bir film. Paratoner edasıyla tüm aksilikleri üzerine çeken Ruth ve onun tesadüfler eseri hayatına giren Tony’nin sıra dışı macerasını konu alan film, tam anlamıyla sıkı bir kara-mizah örneği. İlk dakikalarında basit ama gündelik hayatta karşımıza çıkması kuvvetle muhtemel eğlenceli hadiseleri sayesinde, izleyicisiyle samimi bir bağ kurmayı başaran, ancak dakikalar geçtikçe şiddet sekanslarına da yoğunluk veren film, böylelikle ekran başına geçen herkese alışılmışın dışında bir tecrübe yaşatmayı vadediyor. Birden fazla türü, tek bir çatıda harmanlamayı başaran ve bu yönüyle cesur yakıştırmasını fazlasıyla hak eden çeken I Don’t Feel at Home in This World Anymore, iddia ediyorum ki sizi hem güldürecek hem de son raddeye kadar kanınızı donduracak! Lord of the Rings serisinden tanıdığımız Elijah Wood’un başrolü, Melanie Lynskey ile paylaştığı filmin yönetmen koltuğunda ise Blue Ruin’den hatırladığımız Macon Blair yer alıyor.

First They Killed My Father

Yönetmenliğini Angelina Jolie’nin yapması hasebiyle dikkat çeken First They Killed My Father, belgesel edasıyla ilerleyen, tarihi bir biyografik hikâye olarak karşımıza çıkıyor. Dönemin Amerika politikalarını arka kapı aramadan eleştiren ve Kamboçya’da yaşanan insanlık dramına merkezine aldığı bir aile vesilesiyle parantez açan film, etkileyici ve bir o kadar dokunaklı yapısıyla dikkat çekmeyi başarıyor. Özellikle Jolie’nin kamera arkasında da ne denli yetenekli olduğunu bize göstermesiyle değer kazanan film, bu yıl Golden Globe’da da “Yabancı Dilde En İyi Film” kategorisinde de yarışacak. Her ne kadar fazlasıyla sakin ve düşük bir tempoda geçse dahi, savaşın acı yüzünü küçük bir çocuk gözünden göstermesi, filmi değerli ve anlatısını önemli addeden en önemli unsur olarak göze çarpıyor. Bu da First They Killed My Father’ı yalnızca yılın en iyi Netflix filmlerinden biri değil, aynı zamanda izlenmesi elzem olan bir anlatı olarak değerlendirmemizin önünü açıyor.

My Happy Family

Netflix’de bu yıl karşımıza çıkan sürpriz projelerden olan ve geleneksel bir Gürcü ailenin, olağan dışı sürecini ele alan My Happy Family, bir yandan bağımsızlığını ilan etmek için çabalayan orta yaşlı bir kadının hikâyesiyle dikkat çekerken, öte yandan ise samimi üslubuyla da fark yaratmayı başarıyor. Manana, öğretmenlik yapan ancak yaşadığı hayattan da fazlasıyla bunalmış bir kadındır. O, anne-babası, eşi ve çocuklarıyla, bir başka deyişle üç kuşakla beraber aynı çatı altında yaşamaktadır. Günün birinde, evden ayrılmak istediğini ve eşinden ayrılacağını duyurduğunda ise, bu geleneksel Gürcü ailesinde yer yerinden oynayacaktır. Bu dakikadan itibaren anlatısını, bir kadının özgürlük mücadelesi hüviyetine büründüren ve başından sonuna dek sürükleyiciliği ile izleyicisini büyüsüne ortak eden film, özellikle sıcak renkleri ve samimi atmosferi ile üst düzey bir seyirlik haline bürünüyor. Uluslararası birçok festivalde yer alan ve doğu-batı sentezinin enfes bir uyarlaması olarak karşımıza gelen My Happy Family, özellikle keşfetmeyi sevenler için benzersiz bir tercih olarak öne çıkıyor.

Our Souls at Night

Hayatın son dönemecine giren ve yalnızlıktan dem vuran iki yetişkinin yakınlaşmasını merkezine alan Our Souls at Night, izleyenin ruhuna işleyen aynı zamanda sakinliğin tam ortasına bırakan huzur dolu bir film. Louis ve Addie, amiyane tabirle torun tombalağa karışmış, hayatlarını yalnız başına idame eden iki bireydir. Onların, en saf şekilde yalnız uyumamak adına birbirlerine yakınlaşması ise, aşkın yaşı yoktur söylemini bir kez daha beraberinde getirecektir. Ancak bunu yaparken, gereksiz tüm romantizmi kapı dışarı eden, aksine naif bir şekilde izleyicisi ile sıkı bir bağ kuran Our Souls at Night, bir yandan Louis ve Addie’nin masumane duygusuna hayran gözle şahitlik ettirirken, öbür yandan da yalnızlıktan her daim kaçmamız gerektiğini defaatle hatırlatıyor. İki usta oyuncu Robert Redford ve Jane Fonda’nın yeniden buluşmasını müjdeleyen film, belki en iyi değil ancak izlemesi en keyifli Netflix seyirliklerinden biri.

The Discovery

Ölümden sonraki hayatın kanıtlandığı ve bu sebepten ötürü intiharların hızlıca arttığı bir evrende geçen The Discovery, oldukça sert olan açılış sekansıyla dikkatleri üzerine çekiyor ve ilginç konusuyla da izleyicisi ile arasında meraklı bir bağ oluşturuyor. Her ne kadar kurduğu argümanı temellendirme konusunda birtakım sorunları mevcut olsa dahi, ölüm sonrası hayatın cazibesini bu denli çarpıcı bir şekilde işlemesi hasebiyle fark yaratmayı da başarıyor. Özellikle, ölüm ve ölüm sonrası hayata getirdiği özgün bakış açısı ve karanlık atmosferi ile son yıllarda karşımıza çıkan enteresan bilim-kurgulardan biri olarak beliren film, hayattan her daim ikinci bir şans dileyenlerin sıkı sıkıya sarılmak isteyeceği türden bir yapım. Başrollerini Robert Redford, Jason Segel ve Rooney Mara gibi popüler oyuncuların paylaştığı filmin yönetmenliğini ise, The One I Love filmi ile adını duyuran Charlie McDowell üstleniyor.

Okja

Yılın en tartışmalı filmlerinden biri olan ve gösterildiği Cannes’ı deyim yerindeyse ikiye bölen Okja, eksileri olan ancak buna rağmen özgün konusuyla alkışı da ziyadesiyle hak eden bir film. Özellikle Netflix’in bu yıl kullanıcılarına sunduğu tartışmasız en iyi film olan Okja, bir yandan hayvan haklarının ihlaline getirdiği eleştirel bakış açısıyla dikkat çekerken, öbür yandan ise bir insan ile hayvanın ne denli yakın dost olabileceğine açtığı parantezle anlatısını güçlendirmeyi başarıyor. Ziyadesiyle dinamik ve yer yer de eğlenceli bir duruş sergileyen film, buna rağmen ciddiyetinden vazgeçmiyor ve mesajını arka kapı aramadan herkese vermeyi başarıyor. Kapitalizmi can evinden vuran, bunu da olabilecek en masumane üslupla gerçekleştiren Okja, dünyada yaşayan tek canlının insan olmadığını her daim hatırlaması ile de takdire şayan bir duruş sergiliyor. Yönetmenliğini Memories of Murder ve Snowpiercer gibi kült filmlerin altına imzasını atan Joon-ho Bong’un üstlendiği, başrollerini Tilda Swinton, Paul Dano, Jake Gyllenhaal gibi isimlerin paylaştığı Okja, Netflix’in yalnızca 2017 içindeki değil, aynı zamanda platform tarihinin de en dikkate değer işlerinden biri olarak öne çıkıyor.

82ekran için yazan: Polat Öziş